- 799 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
-ELVEDA-
-Şiirden denemeler...-
Elveda’m olur musun?
Ağlayıp da bütün sinemi yakıyorum. Sinem nerede ki, bilmiyorum! Bir Bosna çığlığında, Filistin’de intifaya katılıp, umursamazlığın feryat eden ateşiyle tekrardan çıralar gibi tutuşuyorum.
Bir an için gözlerimi yumup, tozlu bir resim gibi, geçmişime gözlerimi iliştiriyorum. Sahte bir gülücük bana bakıyor hayalimde. En sahtesinden bile daha sahte bir gül! Gülücüklerin zayi olmaya yakın bir hali varmışçasına, su akıyor çehremin dört bir yanından. Çimenleri, basmakta çekinmediğimiz çimenleri okşuyorum yavaşça. Sahte gül bana bakıyor ve ben onu alıyorum imtiyazsız gülüşleri ardınca.
Alıyorum ve cebime koyuyorum onu. O, orada güledursun; kendini eğlendiredursun, ben gidiyorum. Yollar uzuyor güneşin ritmi karanlığa denk batışlarında. Bir Ah çekiyorum zindan karanlığında. Sürecek ve sebebi olacak bir kavga bulmak adına, gönlüm çırpınıyor kafesinde. Ölümcül bir sızı dolama oluverince apsesi dayanılmaz çiğliklerimin kenar sokaklarında, kaderin cilvesine gülüveren hain bir tuzak kuruyorum kelimelerden. Ve hiç konuşmamak, maziye yazık oluyor bir daha. Ölüvermeye yakın, sonlar daha bir yakın oluyor mavera sevdalılarına.
Yakın oluyor mubahhar gece ve oportünist bir horoz akıveriyor gündüzün ağarışlarına. Zaman, dilimi kesilmiş bir elma kadar yakın artık ölmeye. Tarifsiz ahenkleri içerisinde, bilinmeyen pahalı bir tablo oluverirken şahdamarımda vuslat rüyası, busenin şımarık yaslanışları ısıtıyor yüreğimi.
Yol kenarında Azrail beni bekliyor. Söylemek istediklerim var diyorum ona, dur biraz; bekle efendi! Azrail bir terennüm oluverirken yüreğimin ak dudaklarında, rüzgârın içimi körükleten yağmur sonrası gurbet şarkılarının aşk çağlayışlarına emanet edilmiş hayallerinde, güzel yüzüyle bana bakıp, ‘hadi gidelim’ diyor. Ve bu öyle bir gidiş ki, umutların beklenen goncaları soluveriyor şefkatsiz gönül mabetlerinde. Bir garip, bir öksüz kalıverirken yaşamak, seğiren inciler düşüveriyor bileklerimden. Söylemek istediklerim var, bırak, biraz mühlet ver diyorum ona, ama Azrail işi kısa, ‘olmaz’ diyor. Hadi bekletmeyelim derken, bir garip ağlayış toplanıveriyor dudak büzüşlerime. İnfilak edivermiş hicran uykularına ayaklarım prangalı, ellerim kelepçeli; bir yanardağı altında lavları bekler gibi, susup, yürüyorum.
Yürürken susmalara kanıyorum. Azrail diyor ve dedikçe yüreğim ağlıyor. Ama -Elveda’m- diyorum, -Elveda’m- vardı diyorum. Kıyamet koparcasına bir ses çıkıveriyor kulak zarlarımdan. Azrail daha bir sinirli, korkuyorum zehir kusan dünyadan. Azrail fazla bir bekleyişe dayanmıyor ve cevap veriyor: ‘Bu dünyanın –Elveda’sı- olmaz!’
Gelen cevap bana yetiyor ve beraber gidiyoruz. Birkaç saat sonra bakıyorum etrafıma, etrafımda bir sürü insan. Cisimlerini görüyorum, onlara sesleniyorum, ama kimse beni dinlemiyor ve beni hissetmiyormuşçasına aralarında bir şeyler konuşuyor. ’İşte bu annem, işte kardeşim…’
Ama bunların arasında bana eksik gelen bir şey var diyorum. Arıyor kulağım o sesi, toprak daha sıcak. Üzerini örtüyoruz ölen birinin. Hemen akrabaların yanı başındayım. Karanlık diz boyu Gülşenlere dönmüş mezarlığa vuruveriyor birdenbire. Ayağımda bir zincir, ne oluyor anlamıyorum. Tüm tanıdıklarına sesleniyorum; ama beni duyan yok! ‘Öldü, oğlum öldü.’ diye annem ağlıyor. Babam metin bir abide, kardeşim yine aynı akrep sessizliği. Akrabalarda değişken bir his vurgunluğu; ‘Daha 25’ine gelmemişti, çok gençti, çok!’
Azrail’in geldiği anda ölümümü biliyorken, unutmuştum öldüğümü. Şehit turabından bir kan akıyordu ölümcül uykularımızın güneş yanığı belirsizliğinde. Üzerim örtülüyor, ben çekiliyorum zincirlerler yalınayak! Toprak daha sıcak, vücudum bir pembe fener arlanışı. Korkular sarıveriyor birdenbire. Okuduğum binlerce sayfa geçiveriyor gözlerimin önünden. Ama karanlık, karanlık olmalıydı burası! Âlem değiştirdiğimin farkına dahi varmıyorum. Aradığım sesi sormak istiyorum, aradığımı, fakat halim hiç de müsait değil. -Elveda- olmaz diyen Azrail çınlatıyor kör kulaklarımı ve çeşninde prefabrik bir hayal kuruyorum ilerisi adına.
Yaşarken şiir sevdiğimdendir, Azrail’e bir şiir yazıyorum hemen:
‘Sen doğrusun be Azrail Efendi
Elvedalar yakışmaz bizim gibisine
Yakışmaz bir faniye
Bak gelen kaldı mı yanımda?
Hepsi gitti dünya işine artık
Yalnızım yalnız dünyadaki gibi’
Toprak üstünde artık seslerin kesildiğini anladığım an, üç melek görüyorum yanımda. Heyecanlanıyorum ve dinlediğim o kadar müzik için nasıl hesap vereceğim hakkında kendi kendime üzülmeye başlıyorum. Başka türlüsü de olmuyor ki zaten, sadece benim, tek başıma. Kimseye telefonda açamam, kimsenin yanına da artık gidemem, kimse de yanıma gelemez. Günahlarıma yanıyorum.
Yedi yaşında iken bakkaldan çaldığım olips şeker aklıma geliyor. Annemi ve babamı üzüşlerim, kardeşimi dövüşlerim. Sonra büyüdükçe, büyük günahlarım artıyor. Kimi zaman gıybetlerim ve çoğu zamanda gereksiz şakalarım, sululuklarım. Boşboğazlı biri olmanın zararını şimdi yaşıyorum. Terliyorum, ağlamak istiyorum; ama ağlayamıyorum da. Toprağa ellerimi atınca, nereye dokunsam adını sanını pek bilmediğim böcekler etrafımı sarıyor. Henüz bir yerimi yemek için erken, onlarda iyi biliyor; korkuyorum. Günahlarımı hatırladıkça daha bir sıkıntı basıyor. Kazaya kalan namazlar, dikkatsiz tutulan oruçlar, parayı boşa harcamalar, haram işlerle meşguliyetler ve diğerleri de cabası. Yazdığım ve yazdıklarımdan dolayı utanmadığım edepsiz romanım ve herkese göstermekten korkup da, Allah’a nasıl cevap veremeyeceğimi düşündüğüm, evrensel filmler arşivim.
…
Münker ve Nekir meleği, yanlarında arkasını bana dönmüş bir melek ile yaklaşıyorlar. Ufacık mezar, ucu bucağı görünmeyen engin bir saha oluyor aniden. Münker ve Nekir suallere başlıyor ve yıllarca suallerin sıkıntısı ile uğraş veriyorum. Ben de hal kalmıyor. Benimde kim tarafından yapıldığını bilmediğim bir dua ve amel beni kurtarıyor. Şaşırıyorum.
İşlediklerimin hepsi ortada. Vücudum delik deşik. Ruh olarak yer aldığım azap tablasında, bedenimin gözleri gitmiş, kemikleri etrafa saçılmış ve kurumuş. Allaha şükür Kıyamete kadar dinlenme süresi veriliyor. Ama onlarca yıl ter akıttım. Münker ve Nekir gittikten sonra, üçüncü gelen meleğin hâlâ orada olduğunu görüyorum. Meleğin arkası bana dönük. Sen diyorum, sen kimsin ‘Hey!’
Biraz vakit geçiyor. En sonda dönüyor yüzünü bana. Kalbimin üzerine oturmuş bir ağırlık hissediyorum o an. Bana bakıyor ve gözlerim kamaşıyor. Yavaşça yaklaşıp elimden tutuyor ve içimde bir ferahlık...
Az zaman sonra kulağıma yaklaşıyor ve bana sessizce:
-‘BEN SENİN –ELVEDANI’M-‘ diyor.
YORUMLAR
Tefekkür dolu satırlar, iç hesaplaşma, ölüm anını birebir yaşattın bizlere değerli kardeşim.
Hiç unutmamak, her an aklımızda olması gerekir de, faniyiz işte, çocuklar torunlar, dünya gailesi...
Yazın bizleri çok güzel silkeledi, Rabbim razı olsun, teşekkürler günümü yazısı bu...
Selam, saygı dualarımla...
Yazı güzeldi güzel olmasına ama Allah inandırsın ki; son cümlenden sonrakileri merak ettim ben. Bulunduğun karanlığı gösterdin de açılan yeni kapıdan dışarı baktırmadın.
10 numara.
Tebrikler.
Selamlar.
HakkınSesi
Çok teşekkürler ziyaretin için..hürmetle...
Engin Tatlıtürk
Bizim bizi unuttuğumuz yerde bile Allah bizi unutmasın.
HakkınSesi
hürmetle...çok teşekkürler..
HakkınSesi
Güzel bir iç hesaplaşma olmuş!
Ölmeden tüm bunları düşünüp ona göre, yaşamak en güzeli..
Tam "haklısın bu dünyanın elvedası olmaz" diyecektim ki.. Yazının sonunda aynı fikirde olmadığımızı anladım!
Yine de fikrimi beyan etmek durumundayım..
Öyle bir melek yok!
İnançlarımız ne ise o! Bizede ona yakışır şekilde yaşamak düşer..
kutlarım yazını..
HakkınSesi
Rahat ol ablacım...
:)))
Can-u gönülden selamlar/hürmetle..
HakkınSesi
Rahat ol ablacım...
:)))
Can-u gönülden selamlar/hürmetle..