Kardelen Düşleri
’Kaybettiğiniz hayatı ve düşleri yeniden ele geçirmek için,
onları yeniden düşlemek gerektiğini herkes bilir;
Ben hikayeme inandım!’
Orhan PAMUK
Orta halli bir ailenin en büyük çocuğuydu. Büyük bir kentin küçük ve şirin bir kasabasında beş kardeşiyle beraber yaşıyordu. Kardeşlerinin küçük annesiydi. Çoğu zaman kardeşleriyle o ilgileniyor ve geri kalan zamanda evin işlerini yapmaya çalışıyordu.. Beşinci kardeşinin de aileye katılmasıyla dünyaları birden değişivermişti. Kötü bir süprizin onları beklediğini bilmiyorlardı..
’Nur topu’ bebek zihinsel engelliydi. Üstelik üst dudak ve damağı da yoktu. Doğumdan sonra bebek üst üste birkaç defa ameliyat geçirdi. Ara ara tekrarlanan havale nöbetleride, annesi için artık, önemli ve büyük sabır gerektiren bir hayat demekti. Biraz çileli, biraz kutsal ama en çokta duyarlılık gerektiren bir hayat olacaktı bu. Anne diğer çocuklarını, evin en büyük kızına emanet etmişti. Küçük anne ilkokul beşinci sınıf öğrencisiydi. Derslerinde başarılı, öğretmenleri tarafından sevilen, okuma aşkıyla yanıp tutuşan bir kız çocuğuydu.
Küçük anne bütün yazını orta okul öğrencisi olma heyecanı ile geçirmişti. Bir önceki sene orta birde okuyan akrabalarının çocuklarından, ders kitaplarını alıp, çalışmaya başlamıştı. İşi şansa bırakmak istemiyordu. Okuması için imkanları yoktu. Okul formasını bir başka akrabasından temin etmişti. Okulların açılmasına çok kısa bir zaman kala, hayatını kabusa dönüştürecek sözleri babasından duymuştu.
Okutmayacaklardı küçük anneyi, okumasına gerek görmüyorlardı. Onlara göre küçük anne çoktan büyümüştü. Onun evde kalıp, kardeşleri ile ilgilenmesi gerekiyordu. Oysa onun içinde fırtınalar kopuyordu. Tek dileği okumaktı, ailesine de zaten yük olmayacaktı ki! Kitapları hazırdı. Yeni bir formada da gözü yoktu. İkinci elde olsa gururla giyinecekti. Fakat aile kararlıydı:
‘O-ku-ma-ya-cak-tı!’
Zaten; istedikleri de oldu, okullar açıldı kayıtlar bitmişti. Küçük anne ağlıyordu sadece, ağlıyor ve sanki karşı duramadığı ailesine isyanını göz yaşları ile anlatmaya çalışıyordu. Anlamasalar da o hep ağlamaya devam ediyordu.
Zaman hızla akıp geçmiş küçük anne onbeş yaşına gelmişti. Babası yurt dışına çalışmaya gitmiş, ailenin bütün yükü annesinin omuzlarına binmişti. Annenin de kızı için düşündüğü tek şey, hayırsı ile biriyle evlendirmekti. Ara sıra evlerine gelen dünürler değerlendirilmeye alınıyor ‘Acaba bu hayırlı mıdır?’ diye düşünülüyordu. Kızın ise fikri bile sorulmuyordu.
Bir zaman sonra küçük anne, mecburen durumu kabullenmiş ve ailenin onay verdiği hayırlı kısmeti ile nişanlanmıştı. Etrafında olup bitenler karşısında sadece hiçbir şey yapamıyordu. İki yıl süren nişanlılık döneminde aklı yine okumaktaydı. Rıza gösterdiği bir halde, düğününü bekliyordu. Ama içindeki okuma isteğini söküp atamıyordu. O yıl orta okulu dışarıdan bitirmek istediğini annesine söylemişti.
‘Babam yurtdışında nasıl olsa, annem beni anlar dinler bir çözüm yolu bulur elbet’ diye düşünüyordu. Başlamasına izin verip, eğer ki bir şans olsa da, okumasına izin verselerdi, imkanlarını fazlası ile değerlendireceğine inanıyordu. Bu onun son şansıydı çünkü; düğünü olursa çok daha zordu işi. Hemen okumaya devam edip başlayabilseydi, hiç yoktan evlendiğinde eğitimini sürdürebilirdi. Annesinden onay alabilmek için her yolu deniyordu.
‘Ne olur anacığım sen bilirsin, okuyup diplomamı alayım, ne olur?’ diye yalvarırken annesine, annesi ‘ Artık bizim sende söz hakkımız yok, iznini kayınbabadan almasın’ diyerek, kızının hayallerinin bir kez daha yıkılmasına sebep olmuştu. Bir kez daha küçük kızın umutları tükenmeye yüz tutmuştu.
Fazla bir umut bağlayamadığı eşi tarafındanda hemen olumsuz yanıt gelmişti. ‘Olmaz’ demişlerdi küçük anneye. Kızın tüm düşleri kabusa dönüşmüştü. Ama bu hayal kırıklığını ilk kez yaşamadığı için kabullenmesi zor olmamıştı.
Nikah günü gelip, çatmıştı. Artık evleniyordu ve zamanın ne kadar da çabuk geçtiğini düşünüyordu. Anlamsızdı her şey; anlamsız ve olmaması gerekiyordu. Küçük anne, artık kardeşlerinin annesi değil, kendi kızının annesi olmuştu. Ama içindeki okuma isteği bir türlü dinmiyordu. Her fırsatta eşine okumak istediğinden bahsediyordu, ama ne kadarda eşine anlatmaya çalışsa, isteği gereksiz görülüp, konu kapanıyordu.
Eşi her zaman; ‘Diploma dediğin nedir ki, ne işine yarar?’ diyordu. Hep aynı cevaplar duymaya alışmıştı genç kadın! Cevaplar aynıydı, ama genç kadının isteği aynı değildi. Yaşı ilerledikçe, zaman geçtikçe okuma isteği daha da artıyordu. Kaç yaşına gelirse gelsin, eninde sonunda o diplomayı alacaktı.
Ne zaman bir okul önünden geçse, okul bahçesindeki çocuklara uzun uzun bakıp, gözleri dolardı. İçinde azda olsa ümitleri ayaklanırdı. Açık öğretim hevesi ile oradan ayrılırdı. Eşiyle muhabbetlerinde bıkıp usanmadan her fırsata konu kendisinin okumasına gelir olmuştu. Artık istemiyor, adeta yalvarıyordu.
‘Ne olur?’ diyordu eşine, ‘Ne olur, yalvarırım izin ver, bir kere de olsa yol ver okuyayım.’
‘Olmaz’ diyordu aynı yastığa baş koyduğu, hayat arkadaşı, sevgili eşi. Kararlı bir sesle susuyordu, o an susması gerekiyordu susuyordu. Vazgeçmeyip, sadece susuyordu.
Üç kişi olan aileleri artık dört kişi olmuştu. İkinci çocuğu da dünyaya gelmişti. Yüzüne bakmaya doyamadıkları dünya güzeli kızlarını, sağlık ocağına aşı kaydı için götürmüştü. Genç çift aile ile ilgilenen hemşire bebek ve anne hakkında bilgilerle elindeki formu dolduruyordu. Sırası ile gelen sorular sonrası, beklenmedik bir soru genç kadına yöneltiliyordu.
-’Ne mezunusunuz?’
-‘İlkokul…’
Sağlık ocağından çıktıklarında genç kadın ağlıyordu, hiç susmadan. Eşi, ‘Ne var şimdi bunda? Ne yani lise mezunuyum desen diploma mı soracaktı?’’ demişti
-‘Öyle değil işte.’ dedi genç kadın.
-‘Lise mezunu olmak elimdeyken neden yalan söyleyeyim, sen beni anlamıyorsun ben ilkokul mezunluğunu küçük görmüyorum benim derdim okumak. Cahilliğin, hayatıma gölge olmasını istemiyorum’ dedikten sonra susmuştu.
Bir anda hiç beklemediği sözler duyuyordu eşinden:
’Tamam oku açık öğretimde oku bakalım. Fakat bir şartım var, eğer ki sınıfta kalırsan tekrar bir şans daha isteme benden ve bu izin sadece orta okul için geçerli sonra lise okuyacağım diye bir laf duymak istemiyorum.’
O an için söylenecek tek söz ‘teşekkür ederimdi’ ( liseyi konuşmaya daha 3 yıl vardı önemli olan başlamaktı ) Dünyalar onun olmuş, az önce döktüğü göz yaşları artık sevinçten akmaya başlamıştı.
Kararlıydı, hem de çok. O günlerde büyük kızı dördüncü sınıfı bitirmiş, beşinci sınıfa geçmişti. Okullar açıldığı zaman, kızının sınıf öğretmenine durumu anlatmıştı. Derslere girmek istediğini, bir köşede sessizce dersi dinlemesinde sakınca olup olmadığını sormuştu. Öğretmen genç kadını takdir etmişti ve izin verdi. Okul yolundaki sahne görülmeye değerdi.
Bebek arabasında uyuyan bebek, kolunda okul çantalı öğrenci kimliğinde bir anne. O yıl bütün dersleri sınıfta kalmadan geçmişti. Derken, gelecek yıllar için çok (u)mutluydu. On yıl boyunca yalvar yakar zor izin alabildiği eşi, artık onu anlamış, onun yanındaydı.
Lise birde yarım bıraktığı eğitimine, kaldığı yerden devam etmek istediğini söylemişti genç kadın. Bunun bir fırsat olduğunu biliyordu, lafta kalmasını istemiyordu. Sonraki sene sınıf dersleriyle uğraşırken, eşi de lise iki okumaya başlamıştı. Üç yılın sonunda genç kadın mezun olmuştu.
Başlarken ki şartlardan biri de liseyi unutmasıydı. Fakat öyle olmamaıştı. Artık izin almasına gerek bile yoktu. Zaman her şeyi güzelleştirmişti. Eşi diplamayı aldığında, kendisi içinde lise işlemlerini başlatmıştı. O artık liseliydi. Yaşının kaç olduğunun hiçbir önemi yoktu. O yıllarda okuduğu kişisel gelişim kitaplarının da katkısıyla, hedeflerinden vazgeçmemesi gerektiğini öğreniyordu. Öyle de yapmıştı zaten. Devam eden öğrenciliği bittiğinde ne yapacağını bilmiyordu. Fakat artık bir şeyden iyicene emindi: ‘İki kızının gözleri önünde sergilenen harika bir örnek, iyi bir anneydi’
‘Haydi biraz kitap okuyun’ diye söylenmek yerine, kızları ile birlikte kitap okumanın keyfinden vazgeçemeyen genç kadın, hayallerinin arasına bir yenisi daha eklemişti. Büyük kızı ile Üniversitelere giriş sınavına hazırlanıp, girecekti. Bu azmin sonuçlarını kızlarının hayatında görmenin hazzını yaşayacaktı.
…
Ömürde yaşanacak daha ne güzellikler vardır kim bilir? Hayallerinizden vazgeçmeyin.
Saliha Demir
temmuz/2011
YORUMLAR
okumak nedir diye bana sormayacaklar, okumak nedir diye sana sormayacaklar, okumak nedir diye prof. dr. ahmet mehmet ayşe fatmaya değil, okumak nedir diye bu kardelen hanıma soracaksın.
soracaksın ki anlayacaksın okumanın özünü. soracaksın ki işleyecek hakikatin dibi beyin bölmelerinin arasına.
hani vardır ya derslerin bir teoriği bir pratiği, bu hanım görmüş derslerin en yaşanmışını.
kitaplardan öğrenmemiş okumanın anlamını, gökyüzünden öğrenmiş, gözyaşından öğrenmiş, babasından öğrenmiş, kızından, hemşireden öğrenmiş.
bir akvaryumu yazmak,
akvaryumda yaşamaktan kolaydır;
bu yüzden her dize biraz eksik,
her şiir biraz yalandır...
kimsenin bu hikayeyi yazabileceğine inanmıyorum.
çünkü yanan bilir.
eline sağlık.. çok güzel bir yazıydı..
ahilas
gerçekten şu yorumunuzla o kadar iyi anlatmışsınızki olayın özünü
çok teşekkür ederim değerli kalem...
siyah kuğu
Hayallerinden vazgeçmeyen o kardelenlerden biri olarak beğeniyle okudum yazınızı.
" Bu yaştan sonra okuyupta ne olacaksın " diyenlere inat azimle, büyük bir özveriyle çalışarak, "Anne" "Eş" kimliğimi hiç bir zaman ihmal etmeyerek birer birer geçtim tüm sınavlarımı.
Tüm zorluklara, " okuyorum" dediğimde bıyık altı gülenlere rağmen dimdik ayakta kalabilmenin ve başarılı olabilmenin manevi hazzını iliklerime dek yaşamaktayım.
Kutluyorum sevgili yazarım. Daim olsun başarılarınız.
Saygıyla...
Sevgili Dost'um, bu nasıl bir güzel hikaye böyle!
"dagların yiğit kızıdır kardelen çiçeği''
''gülmenin resmi,
kış ortasında bahar yani
kardelen çiçeği."
"ne senden fazlayım
ne senden az
zerreden küçüğüm
deryadan büyük
aynayım.."
''uzak dağ başlarında yanan ateşlerdeydik...
kentin sokaklarında dalga dalga özgürdük...
direndik teslim olmadık binlerce "kardelen"dik...
kaldı çocuk gülüşleri ışığında kavgamız...''
yüreğinde kardelen kadar cesareti varsa insanın 'her şeye rağmen' diyebilmeli hayatta..
biliyorum ki daha nice kardelen var tüm dünyaya kafa tutan ve düşlerinin peşine takılan..
belki hayal ettiklerimizin büyüsüne kapılıp, cesaretimizi yüreklendirmeliyiz, tıpkı hikayendeki küçük anne gibi..
lütfen daha çok yaz, sen hep yaz, sen hep böyle yüreğe dokun can dost'um
kutluyorum, devamının geleceğinni umuyorum Saliha'cığım, sevgilerimle..
fulyaa tarafından 7/19/2011 12:26:05 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bilmezdik hayatlar bize de böyle kalır
Yarım eksik bir düş ardınca sihri bulaşır...
Yorgundur hep adımlar
Yorulmaya ait olmasaydı geçilmezdi yollar
Her çekilen sıkıntıda bir özlem
Her çekilen çilede bir yetim düş seli
Kadere bağlıdır aslında insanca çabalar
Yorulmaya ait kalır bir sürü sitem
Oluverir yağmurdan bir kadın eli
Yaşamak kirpik uçlarında tutunuverir
Anlatmak zordur kimi zaman
Kimi zaman yazmak dahi boşadır
Anlatacağın hikayeyi kimse bilmedikten sonra
Tüm sayfalar karadır
Ama denenmesi gerekir
Aşılması gerekir bazı şeylerin
Bir çocuk odasına oturup saatlerce
Yazmayı düşünür bir kadın
Bir kadın bekler sevgili gibi kadını
Bir hayat doğar eskiye uzanan yollardan
Yaşlar anlatır, en anacıl tarafıdır kaybedişlerin
Yaşamak tutkusunda düğümleniverir hıçkırıklar
Hep bir eksiktir aslında gece uykuları
Yalnız bırakılmış umutların ardınca
Bir kadın çığlığıdır gözyaşları
Düşüverince kanatsız kuşlar ardınca
Kız çocuğunun elinden tutar ağşam halleri
Babeti yırtık bir kainattır okumak
Ve diplomalar arası sıkışır yaşamak
Oysa kadın seviyordur yaşamak gibi okumayı da
Okumaktır ona güven vere doya doya
Kimse bilmez, kimsenin umurunda olmaz
Annesi kabul etmez, eşi kabul etmez
Sanki cümle alem karşıdır onun isteklerine
Kadın ağlar, kadın yazmak için çağlar
Seneler geçerde bir gün bir sabah vakti
Gidivermeden başkentin afili bir mahallesine
Sessizce giriverir kalem edep ile mazisine
Ağlamaları sınatır mürekkebin ucu
Rikkatlidir o zaman dilimine ait imtiyazlar
Ve susar her şey
Yazmak, okumakla başlar
Okuyan iki çift göz ardıncan ağlar
Kimse bilmesede o kadının hikayesini
Yaşamak hep böyle kalır düşler ardı
Dram dolu mutlu sonlu bir sinema perdesi
...
tebrikler ablacım.../hürmetle
hayatın bize ne sunduğu değil
her şeye rağmen biz hayattan ne koparabiliyoruz
olumsuz şartları, azmin içinde saklı gizli simyacı ile lehimize çevirmek gerek
ağzımız açık, ağaçtan elmanın düşmesini beklemek yerine, ağaca çıkmaya çalışmakla başlar / düşe kalka
kardelenler de bu anlamda mükemmel bir örnektir
nazlı çiçeklerin aksine kar, tipi ve boran çiçeğidir
zor şartların nazsız gelini
mücadele örneği
yazınızda ki gibi küçük anne gibi
her şeye rağmen
içinde ki okuma aşkını, maşuk gibi beklemek
ve kavuşmak....
Ömürde yaşanacak daha ne güzellikler vardır kim bilir, kardelen olabilmeyi bildikten sonra...
Çokça beğenim ile
tebriklerimi bıraktım bu içten ve yalın anlatıma... çok etkileyiciydi