- 905 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
OĞLUMUN KANI HARAM OLSUN!!!
Evet, böyle söyleyecektim aynen şayet oğlum şehit olsaydı. Yemin etmiştim askere giderken. Geleli çok olmadı. Sağ salim döndü şükür. Darısı diğer gençlere ve ebeveynlerine.
Gündemde B.Ersoy, E.Gündeş söylemleri vardı ya bir ara, bilir bilmez konuşanlar, evlat sahibi olmayı kolay sananlar, evladını kaybetmenin kolay olduğunu sananlar da konuşuyorlardı ya iyice atmıştı tepem. Haber dinlemeyeceğim, bu konularda yazmayacağım diyorum her haber dinleyişim ya da okuyuşum sonrasında; yine dayanamıyorum. Çok şey vardı zihnimde o gün, çok şey yazacaktım. Bir sitede Sayın Erdal Korkmaz Bey’in yazısı çarptı gözüme ve onu okudum öncelikle. (SİZİN ARKADAŞINIZ HİÇ MAYINA BASTI MI?) diyordu başlıkta. Anlatıyordu ardından gözleri önünde nasıl parçalandığını ve az sonra arayan eşine: Yenge az önce buradaydı, dışarı çıktı diye nasıl zorlukla yalan söylemek durumunda kaldığını…
Sözün bittiği yerdeyim denir ya bazı durumlarda. Bazı yazılanlar sonunda, her satıra imzanızı atasınız gelir ya, ya da işte bu dersiniz ya düşünce ve hislerinize tercüman oluşlarına, aynen öylesi duyguların tümünü yaşadım her bir satırda yol aldıkça. Bundan öte olmaz dedim, bundan öte anlatılamaz. Dondum kaldım. Biliyordum, tahmin ediyordum ama bu denli değil. Satırlarda yol aldıkça, her bir sözü edileni bizzat yaşadım, kanım da dondu damarlarımda. Daha bir kinlendim, daha bir hırslandım ve beddua üstüne beddua yağdırdım.
Hele o nöbet esnasında, yerini terk etmemesi gerektiğinden, oturduğu lojmana doğru yanarak gidip duvarında patlayan RPG-7 lerle evini alev saran, içindeki eşi ve çocuklarının akıbetini çaresizlikle izleyen ordu mensubunun duygularını sorguladığı, hele ki ardından komşularının biz hiçbir şey görmedik dediği olay çıldırttı, delirtti. Çaresizlik buydu, bir şey yapamıyor olmanın, seyirci kalmanın kahroluşu buydu.
Ben daha ne diyebilirim ki bu anlatılanlar, bu gerçekler üzerine.
Oğlumun sesi kulağımda hâlâ;
-Anne senin inancın zayıf, üzülmeyeceksin şehit olursam, gülecek ve göğsünü gererek gezeceksin.
-Anne bu saatte niye uyumadın. Ben burada sen rahat uyu diye görev yapıyorum, sen beni düşünüp uyumuyorsun, saçmalama yat hadi.
-Merak etme anne, gerçekten merak edecek bir şey yok, devriyeden geldim, tam seni arayıp yatacaktım, operasyon emri geldi, operasyondan dönüşte de nöbetim vardı arayamadım. Vallahi yok bir şey rahat ol.
-Yok anne vallahi bir şeyim yok. Arkadaşım yaralandı, sağlık ekibi gelene kadar arkadaşın alnındaki yaraya mendilimi çıkartıp bastırdım. Ekip gelince bayılmışım sadece, onun için götürdüler beni de hastaneye, yok bir şeyim dedim dinlemediler, beni kan tutuyor biliyorsun, sadece o, arkadaşlar bilmediği için, üstümü kanlı görünce benim de yaralandığımı sanmışlar.
-Sen beni asla anlayamazsın oğlum.
-Niye anlamayayım anne, anlıyorum ama abartıyorsun.
-Anlayamazsın, çünkü sen asla anne olmayacaksın.
İşte bu son sözümde saklı tüm gerçek. Kolay değil öyle vara yoğa “Vatan sağ olsun” demek. Kolay değil, “Bin oğlum da olsa feda olsun” demek. Oğlunuz aç mı, tok mu bilememek, bilememek öldü mü kaldı mı? Her bu gün de şu kadar şehit verdik haberinde ekrana yapışmak yürek çarpıntılarıyla ve ardından sorumlularının çıkıp da, yatan varmış gibi, “Askerlik yan yatma yeri değildir” diye gözünüzün içine bakarak dalga geçercesine fütursuz söylemini, “Kelle” diye söz edişini dinlemek, nasıl kahreder insanı, nasıl incitir hele ki hayatta oğlunuzdan başka kimseniz yoksa.
Evet, bağıracaktım: Oğlumun kanını helal etmiyorum. Haram, haram zıkkım olsun hepinize, Allah hepinizin belasını versin diye bağıracaktım tüm bu oyun, çıkar, ihmal sarmalı çorbada tuzu olanlara.
Bağırıyorum da her bir şehit ardından. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum, hıçkıra hıçkıra bağırıyorum. Çünkü ben bir anneyim, her bir ölen de benim oğlum. Çünkü kadınların adrenal bezleri, anneliğin korumacılık içgüdüsüne kodlanmıştır, o nedenle ki her çocuğa yanar içi kendi evladıymışçasına.
Ben oğlumu dedelerimin kanlarıyla yıkanmış, canları uğruna kurtarılmış vatanıma asker olsun, vatanım uğruna gerekirse şehit olsun diye yetiştirdim.
Birilerinin satacağı, peşkeş çekeceği, dedelerinin katillerine sunacağı topraklar için doğurmadım.
Birileri koltuk kaygısıyla, küpünü doldurma derdiyle taviz üstüne taviz verirken, ülkeyi birilerinin mandası durumuna düşürürken, kendisi başımızda, oğulları Amerika’da yan gelip yatarken, bir de utanmadan oğluma yan gelip yatma desinler diye yetiştirmedim günlerce yatacak yeri olmazken üstelik.
Birilerinin oğlu yalılarda yaparken askerliğini, birilerininki üç beş gün parasını verip yurt dışına zor atarken kendini ya da sahte raporlarla kaçarken, benim oğlum yok yere tabut içinde dönsün diye askere göndermedim.
Ya da gazi; kolu bacağı veya her ikisi de eksik dönsün diye, psikolojisi bozulup kalan hayatı mahvolsun diye de göndermedim.
Mehmet Akif’in deyimiyle, hilal uğruna gönderdim. Hilal uğruna batarsa güneşim, hilal uğruna fiziksel ya da ruhsal eksikli dönerse kabulüm diye gönderdim. Gerekirse ben de en önde koşa koşa giderim diye gönderdim.
Hiç uğruna değil.
Nasıl uğurladım onu, herkes davul zurna, yedi sülale gönderirken ben tek başıma. Sarılıp “Yolun açık olsun, güle güle gidip gel” diyerek Allaha emanet ederken, nasıl zor tuttum hıçkırıklarımı ve nasıl içime akıttım sel olan yaşımı, daha bir üzülmesin diye beni bir başıma bırakıp gidişine. Nasıl zor tuttu yavrum kendini ve o da ben üzülmeyeyim diye içine akıttı yaşını, nasıl titredi dudakları “Allaha emanet ol, dualarından eksik etme, Allahaısmarladık” derken.
Kaç gece sabahladım başında ateşini düşürmek için, Kaç gece hastanelere taşıdım kucağımda, kaç gece uykusuz kaldım, içim titredi o yaşa gelene dek başına bir şey gelecek diye. Uçan kuştan, esen yelden nasıl esirgedim onu. Nasıl büyüttüm, nasıl eğittim vatana hayırlı evlat olsun diye. Nasıl uğraştım namuslu, onurlu, haysiyetli, erdemli insan olsun diye. Çalmasın, çırpmasın, vatanperver, adaletli olsun diye nasıl uğraştım ve başardım ve de nelere mal oldu bu süreç bana? Bir ömre mal oldu! En yaşanılası günlerime mal oldu onu eğitmeye ayırdığım süreç!
Helal hoş olsun oğluma ve vatanıma.
Ama size değil, siz gibilere değil.
Sizin satacağınız topraklara değil.
Onların yüreklerindekini bildiğinden Allah katında şehittirler mutlaka ki ama böylesi pisipisine ölmek, böylesi yok yere ölmek, birilerinin iğrenç oyunları, hesapları sonucu kullanılarak ölmek, ateşe atılmak bildiğimiz anlamda şehit gitmek değil.
Ama onlar vatanperverlikleriyle, tertemiz duygularıyla, ana babalarına, eş ve çocuklarına hasret gidişleriyle, gurbette ölüşleriyle şehitler her biri indimizde.
Ruhları şad, mekânları cennet, haklarımız helal olsun tüm şehitlerimize…
p.r.alkan
YORUMLAR
Perihan hanım, duygularınıza harfiyen katılıyorum. Çünkü ben de anneyim, üstelik oğlum yok. Ama olsaydı ben askere göndermemek için ne gerekirse yapardım diyorum her şehidimizin (!) ardından göz yaşı dökerken. Allah annelerine sabır versin... Babalara da tabi, ama önce annelerine. Satılacak topraklar için söylenecek çok söz var ama şimdilik susmak en güzeli. O günler gelsin (İnşallah gelmez de)... Bu vatan evlatları o zaman gerçek şehit olacaklardır, ve anneler güle oynaya göndereceklerdir o mertebeye . Tebriklerimle... Kaleminize sağlık.
Her cümlesine tüm yüreğimle,içtenliğimle katılyorum.Nihayet biri benim gibi düşünmüş de dedim okurken yazınızı.Bir iki yıl önce mühendis bir asteğmen şehir olmuştu Güneydoğu'da.Annesi ise '' ben vatan sağolsun demeyeceğim,benim oğlum hiç uğruna öldü,üç beş çapulcunun silahından çıkan kurşunlarla öldü'' demişti ve başbakanımız o şehit annesini başsağlığı için aramamıştı.
Ben de isyan ediyorum ve hatta haykırıyorum.Neden şehit düşenler hep gariban çocukları,neden gazi kalanlar fakir fukara.Neden cebinde parası olanların çocukları paşa paşa askerlik yapıyor,neden parayı bastıran bedelli yapıyor.
Konuşacak o kadar çok şey varki,konuşsam neye yarar...
Saygılarımla
Veysel Başer
(Kucuk ask) Ne olduğunu anlamadım. Yorum yapmayanlara sitemde bulanan kişi olarak yorum yapmanıza sevindim. Ancak, iki konuda sizi yadırgadım. Birisi demeniz doğru değildi. Sizden önce üç kişi yorum yaptığına göre, isim belirtmeniz gerekirdi.
İkinci yadırgadığım husus ise; beni bağışlayın. Şimdi konuşmayıp ne zaman konuşacaksınız? Neye yarar demeyin. Yaratmanını yolunu arayın.
Selam ve saygılarımla.
perihan reyhan ALKAN
Bir_Kucuk_Ask
Birisi derken yazarı kastettim.Sizlerin yorumlarınızı görmedim bile pür dikkat yazıyı okudum.Oysa ne mutlu benim gibi düşünenlere yani sizlere.
Ben konuşsam neye yarar dedim,çünkü yıllardır yüce Türk milletimiz sokaklarda tv'lerde her yerde konusuyor ama kan durmuyor.
Siyasi bir konu olduğu için çok çok konuşulacak şey var ya kelimeler yetmez.
Saygılarımı sunuyorum...
perihan reyhan ALKAN
perihan reyhan ALKAN
Bir baba olarak duygularınıza ortak olduğumu, boğazımın düğümlenmesinden ve gözlerimin yaşarmasından anladım. Tüm yakınışlarına aynen katılıyorum Perihan hanım.
Saygılarımla.
perihan reyhan ALKAN
Veysel Başer
ve yazısını bunun dışında tutuyorum. Seçkinciler buradan duysunlar. Böyle bir yazıyı, kurgucu hiçbir kalem yazamaz. Ancak yaşayan yazabilir. Tüm içtenliğimle söylüyorum, bu sitede ilk defa beni etkileyn bir yazı okdum. Günahlarını almayalım. Seçkinci kurul, yazınızı belki okumuş olabilir.
Zülfü yare dokunduğunuz için korkmuş da olabilirler.
Yazım hatalarıyla dopdolu, ne denilenin anlaşılmadığı yazılara
lay lay lom yorum yapanlar, sizlere ne oldu? Diliniz mi tutuldu?
Sizler de korktunuz yoksa?
Perihan hanım, sayfanızda bunları dile getirmekle saygısızlık yaptımsa bağışlayın. Gereksiz gördüyseniz silebilirsiniz.
Saygılarımla.
perihan reyhan ALKAN
İnsanların yazmaktan amacı, bir şeyleri paylaşmak, bir şeyleri anlatıp faydalı olmaktan ziyade alkış almak ve ahbap çavuş ilişkileri.
Günün yazısı seçilenlere bakıyorum, günün ilk saatlerinde en çok yorum alan oluyor. Durun bakalım gün ağarsın, okusun bir insanlar... Çok güzel yazılanları tenzih ederek söylüyorum, sizin de dediğiniz gibi, abuk subuk, yazım hatalarıyla dolu yazılar ki yazı bir bütündür, yazım hatası da olmamalı!
Her alt alta yazılanı şiir de zanneden çok ve onlarda da yazım hataları dolu ama alkış kıyamet hepsi. Daha ziyade de sanırım kolay geliyor oluşla şiirler daha bir itibar görmekte. Oysaki en zor olanı şiirdir, her babayiğidin harcı değildir şiir yazmak, her alt alta dizelenen de şiir değildir.
Merak ediyorum seçici kuruldakilerin bu konulardaki yeterliklerini, uzman olup olmadıklarını ve ölçü olarak neleri aldıklarını.
Bir de şu var, zülfü yare dokunanları hele yazıların pek itibar görmüyor, insanlar citti şeylerden haz almıyor, bu nevi yerleri bile eğlence ve hoşça vakit geçirme alanları olarak görüyorlar.
Korkuya gelince sanırım o daha ağırlıklı, hiçbir sitede yeterli ilgi yok bu yazıma, susuyorlar. Milliyete de gönderdim aynı yazıyı ve sakıncalı, hakaret içerikli diye yayınlamadılar. Yazımda yalan yok, iftira yok, hakaret yok, gerçekler var sadece, gerçekleri dile getirmek de hakaret oluyor demek ki. Hani demokrasi vardı? Korkunun olduğu yerde demokrasi de olamaz. Sussunlar bakalım... Nereye kadar, kendi canları da yandığında ancak ciyak ciyak bağıracaklar ama iş işten geçecek ne yazık ki.
Özür ilerim, epey uzun yazarak, başınızı şişirdim ama çok dolu olduğum bir konuda susamadım, bağışlayınız lütfen. Selam ve saygımla efendim.
Not: Amacım alkış almak, beğenilmek değil, okunuyorsa ve biraz nasiplenilebiliyorsa yazılarımdan, o yeter bana, amacım da bu zaten.
Veysel Başer
Başarı dileklerimle saygılar.