- 1047 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AL KATRE-İ MATEM’İ VUR ŞAH VE SULTAN’A
AL KATRE-İ MATEM’İ VUR ŞAH VE SULTAN’A
Yer : Beşiktaş,Mevlevî dergahı.Burası huzur bulunan,cismen ve ruhen arınılan,dinlenilen tüm dünyevî kaygılarından sıyrılarak aslına-özüne,ruhuna-dönülen manevi rahmet iklimi.
Yer : Fatih, pejmürde bir külhan Gedikpaşa Hamamı.Sokağa düşmüşlerin,esrar dumanları altında hayatlarını dilenme,masum insanlara sırnaşma,hırsızlık,gasp,kutsal mekanlara sarhoş gelme,buralarda uygunsuz eylemler sergileme vb. davranışlarıyla, hayatlarını en düşkün şekilde sürdürdüğü, manevî iklim yuvasından tecrit edilmiş,Bektaşî itikatının yaşandığının maksatlı vurgulandığı mekan.
Kahramanımız, Padişah II.Mustafa’nın oğlu –kurguya göre - Kara Şahin,annesiyle birlikte bir konakta şehzade olduğundan habersiz yaşayan,Osmanlı tahtının varislerinden zeki,cesur ve sadık bir delikanlıdır.Kendisine kurulan bir kumpas neticesinde, sevgilisi Nakşıgül’ün bir katle kurban gittiğini sanmaktadır.Büyük bir uğraş ve didinme ile hayatının en güzel mevsimini,Nakşıgül’ünün katillerini,maktul eşinin elindeki lale soğanından cihetle aramakla geçirir.Bu uğraşla yeri geldiğinde hem cismen hem de ruhen yaşamının bazen sonbaharını yekûnen de kışını yaşamaktadır,Beşiktaş Mevlevî dergahı hariç.Çünkü orası onun çilekeş,yalnız ve büyük yeis içinde,yaşamın üşütme raddesine yakın ılık yelini,tüylerinde hissettiği devirlerinde mütevazi,mistik mürşit/şeyh havasını teneffüs ettiği soyunma yeri-Mevlevî itikadına göre tasavvufa temayül,Mutlak Hakikat’ı her nev’i tecelliden nispetle arama –olarak her daim önem arz etmiştir.
Kurgusu hat safhada mükemmel,dili kalender meşrep yaşamlarınki oranında rahat,üslubu ise çocukluğunu tatlı hülyalarla süsleyerek yaşayan bir çocuğun yeni yağmış bir yağmurun, cılga oluşturduğu su akıntısı üstünde, kağıttan bir kayığı yüzdürmesi kadar akıcı olan bir damla yas,maalesef toplumun bir kesiminin dînî inanç sistemini gündeme getirirken bu hassasiyete riayet hususunda pek hovarda davranmıştır.Kimi dönem buhranlarla bir dost misali kol kola gezen Kara Şahin’in bu elim vaziyeti,ancak methiyeye mazhar kılınan tasavvuf mekanı ve efradının nazarında sükûn bir hal alırken kahramanımızın, katilleri ararken uğradığı,can dostu Topaç Yeye ile bir gömlekten geçtiği Gedikpaşa külhanı, diğer yaşam koşulları bir yana, Bektaşî havasının esrar dumanları arasında,her türlü serserilikten nasibini almışların itibarında koklandığı yer olarak gösterilmektedir.Bu imaları gerek İskender Pala gerekse esinlendiği, gerçek sahibini bilmediği eserin sahibi olsun kullanmamalı idi. Çünkü inanç farklılığı bir kusur değil,tam tezadı bir renk cümbüşünden mürekkep,her kanadında tabiatın/tasavvufun bir yelinin estiği rüzgar gülüdür.Bu çok renkli yel, ne kadar eserse barışın ve huzurun canlarda o nispette etkili olacağı,ruhlara ılık bahar meltemi estireceği herkesin malumudur.O canlar ki tenlerden içre âşıkların canıdır.Tenleri ölse de canları yaşayacakların canlarıdır.Aynı Hünkarımız Hacı Bektaş’ın şu derin sözlerinde görüldüğü üzere: “Bir nicelerinin canı ölür,bir nicelerinin de teni ölür.Ve onların ki teni ölür,âşıklardır.Canları ölmez.” Bu sözlerinin sahibinin tasavvuf anlayışındaki samimiyetini görmemek, zannımca karanlık bir kafes içindeki güvercinin kurtuluşunun tek yolu olan bir tünel misali hal alan ışığa gözlerini kapaması gibidir.
Gedikpaşa Hamamı. Külhanilerin, evlerinden kaçmışların ya da kimsesizlerin yaşamını birlikte geçirdiği yerdir. İstanbul’da açılan ilk hamam olarak bilinmektedir.Bu şahıslar-külhaniler, yurtsuzlar, kimsesizler-yaşam tarzıyla birbiriyle örtüşecek benzerlikler göstermektedir.Bunlar, İstanbul’un sakinleri arasından çıkabildiği gibi İstanbul’un fethiyle Anadolu’dan da XV,XVI,XVII,XVIII(en çok da bu yüzyılda) ve XIX.yy’da gelerek buralarda kalmışlar, hayatlarını dilenme, hırsızlık, gasp,sırnaşarak para koparma ya da ona buna olamadık şekilde sarkıntılık ederek yaşarlardı.Gündüz topladıkları yiyecekleri akşam birlikte yerler,içerler ve çeşitli eğlence tertip ederlerdi.Tüm kazançlarını,pirleri kabul ettikleri Layhar’a adarlardı. Kendilerine mahsus şu giyimleriyle “Cezayir Kesimi” denilen bir modayı takip etmekteydiler. Başa dört beş arşın boyunda kıymetli bir şal sarılırdı. Sırta bir gömlek giyilir, kollar bol yenli ve daima dirseğe kadar sıvalı, düğmeler asla iliklenmez, sine üryan, memeler muhakkak görünecekti. Göğüs kıllı ise, kıllar ustura ile tıraş edilir, iki meme ortasında yalnız bir tutam kıl bırakılır, onlara da birer küçük inci boncuk geçirilip düğmelenir, adına “sine perçem” denilirdi. Belde, Sakız veya Trablus Kuşağı, yarım Fransız pantolon, boyundan atma püsküllü kordon ve arkasına basılmış yumurta topuk kundura külhanbeyinin kıyafetini tamamlardı”* ;yanlarında “saldırma” adı verilen ve bir kısmı kuşağından görülen bıçağı ve levendâne denilen “ it adımı ” yürüyüşüyle ve de birbirlerine veya başkalarına “İmanım”, “yakarım”, “yandan gel”, “Araba mısın tekerlek” “Heyt, var mı bana yan bakan?” ,“Bu kadar tilki divanı sana yeter”, “Lafına yekûn tut da bas git.”* gibi kalıplaşmış sözleriyle hitapta birbiriyle eşit miktardaki terazi kefeleri gibi olan bu asalak, ipsiz sapsız, serseri şahısların, bir hamamın ateş ocağı odasında, esrar dumanları altındaki yaşamları dingin, duru ve Mutlak Hakikat yolunda insanı merkeze alan inanışla nasıl bağdaştırılır, böyle bir güruhun yaşamında “Yolumuz, ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur.” “Yakın olmak, Allah’ta yok olmak ve Allah’la bekâ bulmak halidir.” “Fikirsiz âlim, Nuh’suz gemidir, zikirsiz derviş nursuz kandildir.”“ Fakirlik, her yoklukta sakin olmak ve her varlıkta elde olanı dağıtmaktır. Yani yokluk ile arası iyi olmak, onunla uyuşmak ve varlıktan kurtulmaktır. Her çeşit yoksulluktan korkan ara bozucudur. Gerçek fakirin Hak’tan gayriye ihtiyacı yoktur.” sözlerinin öğretisini nasıl görebiliriz? Çalışmayı,hakkaniyeti,eşine,işine,aşına sahip çıkmayı,ne yapılırsa Hak rızası gözetilmesini telkin eden büyük mutasavvıf,düşünür ve inanç önderimize ve bizlere yapılmış bu şuursuz ifadeler, tarafımızca yalanlanmakta ve sahipleri kınanmaktadır.Ayrıca bu temelsiz ifadeleri, maksatlı bulmakta “Şah ve Sultan”da olduğu gibi üst kimliğinde barış,kardeşlik meltemi estirilirken alt kimliğinde tarafgirlik nazariyesini dikte etme hevesiyle, gerçekle hiçbir surette bağı olmayan isnatlarla teşkil edilmiş düşüncelerin yanlışlığından inşa bu kasırga, iradesini kullanabilmekte olanlara,önemle arz edilmektedir.Bu menfi hal, âkil dimağlarda, olsa olsa muharririn bir yanılsamasıdır ,müspet düşünme yetisini kazanamamıştır ,kasıtlıdır,oldukça manidardır düşüncesini peyda kılmaktadır.
Bektaşî-Alevî inancının cismanî ve ruhanî itikat ritüellerine baktığımızda aslı Arapça kaleme alınmış,68 sahifeden teşkil,biri mensur biri de manzum iki Türkçe çevirisi olan,maalesef aslı elimizde bugün bulunmayan Makalat, bu konuda söz sarf etmek isteyenlerce, bir defa olsun özenle okunmalı, doğru yorumlanmalıdır.İşte, o zaman gerçek manada tasavvufun derinliği, idrak edilmiş,kuru bilindik kalıplardan sıyrılmış olunur.**
Not 1: Hafız Çelebi ile kadîm dostu Bican Efendi’nin kendi inançları üzerine hoş(!) sohbeti de Müslümanlık-Hıristiyanlık açısından serin yeller estirmektedir.
Ibrık-ı Tûmenî
* MEHMET DEMİRTAŞ, XVIII. YÜZYILDA OSMANLIDA BİR ZÜMRENİN ALT-KÜLTÜR GRUBUNA DÖNÜŞMESİ: KÜLHANBEYLERİ, ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI,ERZURUM.
(e-dergi.atauni.edu.tr)
** AZİZ YALÇIN,MAKALAT-I HACI BEKTAŞ VELİ,DER YAYINLARI,İSTANBUL,2004.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.