- 1051 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İstanbul Gözüküyor mu?
Emeklilik hayallerimin gerçekleşmesinden sonra kendimi İstanbul’un karşısına, Marmara’nın öteki yakası Yalova’ya atmıştım. Sonradan düşündüğümde gerçek amacımın beni iliklerime kadar sömüren ; tatlı sevgilerimin, hayallerimin, çocukluğumun görkemli kenti İstanbul’a karşı durabilmekti.
Oturduğum yer Koruköy’e bağlı Kalıcı deprem konutları idi. Aslında ismi sevmiştim. " Kalıcı deprem konutları " Hayatımdaki tüm insanlar gibi geçici değildi, kalıcıydı. Oturduğum evin arka odasının penceresinden, havalar güzel olduğunda azda olsa İstanbul’la ilgili bir görüntü alabilmekteydim.
Görüntü dedim. Burada yaşadığım sürece İstanbul benim için hiç gerçek olmadı. Uzakta öylesine bir şehirdi. İstanbul’da tanıştığım, birazda onun yüzüsuyu hürmetine taşındığım bu şehirde, oturan bir bayan arkadaşım vardı. Ortak yönlerimiz arasında, oturup tartıştığımız konuştuğumuz yazılarımız vardı.
O şiir yazardı, bense öyküler yazmaya çalışırdım. Bunalımlı sıkıntılı bir yaşamdan gelmişti. Dar önü kapalı evler onun için çekilmez iç karartıcı idi.
Birgün ;Ben bu evi tüm şuanki maddi sıkıntılarıma rağmen değiştireceğim, dedi.
Sebebini sorduğumda ; Bu ev beni boğuyor, dedi. Yine aynı site içinde ev arayışlarına başladı. Burada evler 3 veya 4 katlı idi. Uzaktan baktığınızda bir villa görüntüsü sergilemekteydi.
Önü açık, deniz manzaralı 3 . kat olan ve balkonunda havalar güzel olduğunda özellikle gece ışıkları çapkınca göz kırpan, İstanbul manzaralı bir ev buldu. Üç çocuğu ile buraya yerleşti. Eşinden ayrılmıştı. Eski eşi İstanbul’da çalışmakta , ailesi ile pek ilgilendiğide söylenemezdi.
Dolayısıyla İstanbul tutkusu bununla bağlantılı olduğuda düşünülemezdi. Yerleşir yerleşmez kendine yazın balkonda, kışın ise balkona açılan mutfak penceresinin yanında bir yer edindi. Ziyaretine gittiğim zamanlar, onu bu pencerenin yanındaki masa, sandalye müzik üçlemesi içinde bulurdum.
Bazı zamanlar hiç uyumadan burada yaşadığını düşünürdüm. Zamanla internetinide buraya yerleştirerek kendine yerleşik bir köşe oluşturdu. Günlük işlerini bitirir bitirmez bu köşeye yerleşip tüm hayatını, ihtiyaç molaları hariç burada geçirdiğini, gittiğim vakit çocuklarından öğrendim.
Her ziyaretine gittiğimde, masanın İstanbul’u gören yönü ona aitti. Masanın karşısındaki yerden ise sadece binaları görebilirdiniz. Tutkunu olduğu kahvelerimizi koyduktan sonra bir sigara tellendirir, " bak İstanbul’um gözüküyor " derdi, mutlu bir ifadeyle. Ondan sonra olağan sohbetlere girilir ve o günün şerefine güzel anılardan, yazılardan bahsedilirdi.
Havaların kapalı , puslu olduğu zamanlarda yüzü asılır, sanki kahve ve sigara ikilemi zehirmiş gibi içilirdi. Karamsar bir havada bunalımlardan, sıkıntılı günlerden söz edilirdi. Bu süreç uzun zaman böyle sürüp devam etti. Kış ayı idi. Havalar soğuk ve çoğu zaman grimsi bir sis perdesi sarardı etrafı.
Birgün hayatımın belki en büyük hatalarından birini yaptım. Hava kapalıydı. Masada oturmuştumki , " bak İstanbul gözükmüyor " dedi. Bende o can alıcı soruyu patlattım. " Yahu bu İstanbul gözükse ne olur , gözükmese ne olur. " İşte o an kömür karası saçlarının havalanarak, gerekli olmadığı zamanlarda bile zaten bakamadığınız o iki güzel göz yavaş, yavaş açılarak hayretle yüzüme baktı.
" Ne İstanbul’un gözükmemesi önemli değil mi ?" Ses tonu ılık bir bahar esintisi gibi başlamıştı. Ama arkadan gelecek fırtınalı, yağmurlu havanın habercisi gibiydi. Ve konuşmasına devam etti.
" Bak arkadaşım, ben o şehirde büyüdüm. O şehirde evlendim ve çocuklarımı dünyaya getirdim. O şehirde iş kurdum. O şehirde eşimden ayrıldım, sevgilerim, hüzünlerim tüm acı tatlı anılarım o şehirde saklı. O Şehirde bunların hepsini yaşadım anlıyor musun ? "
Bir an duraksadı artan sesine hakim olmaya çalıştı. Ben hayatımda ilk defa birisinin ağlarken yüzünün gülümsediğine şahit olmuştum. Ve o konuşmaya devam ediyordu.
" Yani arkadaşım, ben o şehrim, o şehir ise ben. Senin bunu anlamanı bekleyemem. Ben o şehirle nefes alır, o şehirle yaşar, o şehirle ölürüm. Zannetmeki ben burada yaşıyorum. Hergün yeniden ölüyor, yeniden diriliyorum. Hazan rüzgarları beni buralara zorunlu olarak itti. Yaşamaya çalışıyorum sadece. Ama emin ol, döneceğim oraya. Buna kimselerde engel olamayacak.
Onun için bana, asla bir daha İstanbul’un gözükmemesinin ne anlama geldiğini sorma."
Yumruk yaptığı minicik elleri, gözlerinden süzülen yaşlar, yüzündeki acı ile karanlıkta İstanbul ışıklarını arayan gözleri bana herşeyi anlatmıştı. Bu sabah erken kalktım. Hava yine kapalıydı. Arka odanın penceresine yöneldim. İstanbul gözükmüyordu. Montumu şapkamı alıp arkadaki tepeye doğru yürüdüm. Oradan İstanbul tablo gibi gözükürdü. Bir sigara yaktım , kafamı kaldırdım. İstanbul gözükmüyordu. Elimde olmadan gözümden iki damla yaş montumun üstüne damladı.
Leyla GÖGER / 01.01.2011
YORUMLAR
Yazım hatalarını bir tarafa bırakırsak anlatımınız gayet güzeldi.
Başarılar dilerim. Saygılarımla.