- 1323 Okunma
- 18 Yorum
- 0 Beğeni
ABİ AŞKI
Osman Abi beni çok severdi.
Bir gün dükkanın önünden geçmesem komşumuz Ferhan Ablayı arar, çaktırmadan benden haber sorardı. “Bu adamda bir hal var” derdi Ferhan Abla. “Vakitli vakitsiz arayıp, abini babanı soruyor.” Ben anlardım ama ne için aradığını. Söylemezdim.
Tanıdığım en çalışkan adamdı Osman Abi. İki kızı okusun diye günde yirmi saatten fazla çalışır, üzüm ekmekten başka bir şey yemez, bir gömlekle koca bir seneyi geçirirdi. Bayramlar da olmasa üzerine yeni kıyafet alacağı yoktu.
Yüzünde daima kederli bir ifade vardı. Belki ince kaşlarının bir birine çatılmış silahlar gibi duruşundan, belki alnındaki derin çizgilerden, belki de gözlerini yarı yarıya örten gözkapaklarının duruşundan varmıştım bu kanıya. Üzüm tartarken bile acılı bir arabesk dinliyormuşçasına bakardı teraziye…Bilmem neden; acırdım ona.
Çirkin adamdı Osman Abi. Hem o kadar çirkindi ki; konuşurken yüzüne bakamazdım. Alnının tam ortasında, bozuk para büyüklüğünde derin bir çukurluk vardı. Normalde pek zararı yoktu bu yara izinin, ama azıcık yorulacak olsa o çukur kırmızı bir leke halini alırdı. Galiba bu kırmızı lekeden olsa gerek, ona Kurban Osman diyordu mahalleli.
O kimseye kızmazdı. Kendisiyle alay eden çocuklara bile…
Çiğdem Ablanın sokağı gören balkonunda annem ve birkaç kadınla beraber el işi yapıyor bir yandan da çaylarımızı içiyorduk. Osman Abi dükkanın önüne çıkınca bize müthiş bir film açılmış oldu. Zavallı adam domates kasalarını depoya taşırken kan ter içinde kalmış, alnındaki leke kızarıp belirginleşmişti. Öyle ki; onu tanımayan bir yabancı, domuz kurşunuyla tam alnından vurulmuş sanabilirdi. Hava çok sıcak. Mübarek güneş tam tepede. Oysa bir gün önce bu sokak küçük bir nehir yatağıydı. Hem öyle azgın bir nehir ki, gariban esnaf dükkan önünden sele kapılan zerzevatını güç bela kurtarmıştı. Çocuklara afet söker mi hiç? Bakkalın önünden suya kapılan cips standından dağılan cipsler ve daha filesi üzerinde duran toplar, çocuklara ganimet oldu. Saniye Abla ne kadar bağırıp tehdit ettiyse kar etmedi. Cesaret edip suya da giremeyince mal hepten bizim delilere kaldı. O yağmurda Osman Abinin de birkaç kasa sebzesi telef oldu. Rızıktan dışarıymış dedi o da herkes gibi. Bizde belediyeyi suçlamak adetten değildi. İyi işler kamu hizmeti, afetler Allah hezimetiydi.
Osman Abi kasa taşımayı bırakıp başına bağladığı beyaz mendili çözdü. Kaldırımın kenarındaki belediye sebilinde yüzünü yıkadıktan sonra bitişiğindeki kahvenin kamelyasında at yarışı oynayan adamların yanına gitti.
“Biliyor musunuz” dedi Çiğdem Abla. Hepimiz ona baktık. Bu yeni bir havadisin peşreviydi çünkü. O, söze başlamadan evvel elindeki dantelin tamamlanmış kısmını küçük siyah bir poşete sardı. Ne olur ne olmaz; eltisinden güç bela aldığı, alırken kırk yemini bir ettiği bu nedenle sır gibi sakladığı örneği birisi kaş göz arası çalabilirdi. Poşeti bir kenara bırakıp arkasına yaslandı. Biz de onun gibi yaptık. Önemli bir mevzu duymayı ümit ediyorduk. O yüzden lakırdı hiçbir şeyle bölünmesin diye çaylarımızın dibindeki çöpü bile içtik.
“Şu Osman Aga bizim memleketlidir. Anası anamın ahretliğiydi Allah rahmet eylesin.” Hepimiz huşu içinde” amin” dedik. Belki dedikodu yapıyorduk ama örfümüzün gereklerini de unutmuyorduk.
“Eee!” dedi annem. “Ne olmuş sizin memleketli olmuşsa?” Aslında hepimizde küçük çaplı bir hayal kırıklığı olmuştu. Sanırım biz daha elit bir tabakanın dedikodusuna susamıştık. Şöyle belediye reisinin şişko karısı ya da kızları hakkında bir şeyler umuyorduk. Olmadı müdürlerden birinin rüşvet hikayesi ya da karı kız dalaverelerini…Yine de ses çıkartmadan dinlemeye devam ettik.
“Dur Şayibe Abla. Tüket beni bir. Geçenlerde anam bendeydi. Aha şurada oturmuş yoldan geçene bakıyorduk. Annem Kurban Osman’ı görür görmez tanıdı. Vallahi eskilerden korkulur bacım. Onca yıl sonra onu nasıl tanıdı şaştım. Dediğine göre; Kurban Osman çocukken bir kaza geçirmiş, kardeşiyle beraber traktörün altında kalmış. O kurtulmuş ama kardeşi oracıkta can vermiş. Kurban Osman’ın alnı boydan boya tenekeyle kaplıymış. Kemiklerini cımbızla toplamış doktorlar.” Hepimiz ahlayıp vahladık, ama üzüntümüz çok da uzun sürmedi. Daha çok şey vardı konuşacağımız.
***
Büyüdüm biraz daha. Herkes büyüdü, zaten büyük olanların saçı sakalı, aklı fikri değişti. Herkes az da olsa değişti ama Osman Abi hep aynı kederli yüz ifadesiyle kaldı. Kızları güzel okullar kazandı, onlara gidip gelirken zorlanmasınlar diye vilayette ev tuttu. Kızlar mahallemizin en hafif meşrep kızlarıydılar ama ne yaparsınız, talih işte. Adamın ya talihi olacak, ya Osman Abi gibi babası. Süheyla ve Sacide her ikisine de sahipti. Yalan yok, bu yüzden çok isyan ettim. Hele okula gideceğim diye tutturup babamdan temiz bir sopa yediğim vakit. O gece pencerenin önüne oturup ağladım. Dışarıda kırmızı bir aydınlık vardı. Akşamın o saatinde bizim o taraflar pek tenha olurdu. Bir de ürkütücü bir görüntüsü vardı ki akıllara zarar. Bizim evden tahmini iki yüz metre ileride eski bir mezarlık vardı. Bizans mezarlığıymış. Dev gibi taşlar vardı her mezarın başında. Sanırsınız ölü tırmanıp arşa çıkacak. Her taşın başına yer yer yıkılmış olsalar da Hz. Meryem heykelciği oturtulmuştu. Kucağında İsa. Gündüz gözüyle bu taşlara baktığınızda korkmaktan ziyade gülmekten çatlardınız. Mahallenin haylazları Meryem’in yüzüne bıyık İsa’ya sakal ve gözlük çizdiler. Taşların üzerlerine yazılan şiirleri ve sözleri saymama hacet yok. Kim kimi gizliden gizliye sevmiş de alamamışsa orada kayıtlı. Ah Bizanslılar bir dirilse neler anlatırdı kim bilir?
O gece Sacide ve Süheyla iki delikanlının kolunda bizim evin önünden geçip Bizans mezarlığına doğru yürüdüler. Mezarlıktan az ötede küçük bir koruluk vardı, aşıkların tünek yeri… Kızlar delikanlıların kolunda sermest bir şekilde kim bilir ne haltlar karıştırmaya giderken, ihtimal Osman Abi, kavun karpuzu içeri almakla meşguldü. Belki de kızlarına götürmek için büyükçe bir kese kağıdına karışık meyve dolduruyordu. Birbirine karışmış dört oynak gölgeye yolun sonunda kayboluncaya kadar baktım. Hem ağladım, hem hak etmediği halde bahtiyar yaşayanlara intizar ettim.
Yemin ettim. Hiç değilse bu kızlardan intikam almalıydım. O güne kadar Osman Abinin bana karşı sevgisinde hiçbir eğrilik görmemiştim. Ama o günden sonra onun bana aşık olduğunu düşünmeye başladım. Başka ne diye yolumu kesip bana meyveler versin, hal hatırımı sorsun, beni gördüğünde gözlerinin içi parlasın ki…
Osman Abi çok çirkin adamdı. Ama yine de birinin beni seviyor olabileceği fikri hoşuma gitmişti. Çirkinse çirkin. Alacak değildim ya. Küçük cilvelerin kime zararı olabilirdi ki? O mutlu olurdu, ben de kızlarından intikamımı almış olurdum. Kabul ediyorum, hastalıklı bir düşünce. Çok geceler bu fikri kendi kendime kritik ettim. Düşüncelerimden utandım. Ama bütün pişmanlıklar ve gece alınan kararlar gibi sabah olunca tekmil muhasebem yok oldu.
Çok geçmeden mahalleli fark etti onun bana karşı sevgisini. Dedikodu sinsi bir hastalık gibi gizliden gizliye yayıldı meclislere. Annemle benim davet edilmediğim toplantıların biricik mevzusu oldu bu aşk söylentisi. Abim ve babam da duydu bu söylentiyi. Dayak hakaret hapis…Herkes beni suçlu bildi. Kurban Osman melaike gibi adamdı. Abdestinde namazında…İnsanın yüzüne bakmaktan haya eden mazlum Osman’dı o. Bir hataya düşmüşse bile bu tamamen benim yüzümdendir.
En büyük rezillik üç gün sürer derdi babaannem. Haklıymış. Birkaç ay sonra mevzu unutuldu. Daha doğrusu başka bir acizlik anında yeniden hortlatılmak üzere uyutuldu. Çünkü bizim mahallede dedikodular unutulmazdı. Aramızda bazı kadınlar vardı ki, mahalledeki yegane görevleri olan biteni kimseciklere unutturmamak için arşivlemek, bilgileri ne pahasına olursa olsun korumak icap ettiği ve lüzum görüldüğü vakit yeniden ortalığa yaymaktı. Her ne kadar ulusal hafızası düşük kalite bir millet olsak da, yerel hafızamıza billahi diyecek yoktu.
Bir akşam abim eve gelmedi. Daha da garibi babam onu hiç sormadı. Oysa azıcık geç kalacak olsa babam kapıyı kilitler onu eve almazdı. Annemin araya girip yalvarmaları da para etmeyince, abim avludaki sedirin üzerinde sabahlardı. Sabah babam işe gidince üzerine kırağı düşmüş vaziyette alırdık onu eve.
Babam erkenden uyudu. Ben abimin evde olmayışını hiç umursamadım bile. Nasılsa çıkıp gelecekti bir yerden. Türlü yalanlarla kendini affettirecekti iki güne. Benim gibi miydi?
Sabah elinde iki poşetle geldi. Babam hiç kızmadı ona. İkisinin de bakışlarında bir mana vardı sofrada. Sanki bilmediğimiz bir dilde ve sadece kendilerinin duyabileceği bir şekilde konuşuyor gibiydiler. Kahvaltıdan sonra annemlerin odasına geçtiler. Bir saate yakın orada kaldılar. Sonra giyinip çıktılar. Onlar daha köşeyi dönmemişlerdi ki, Çiğdem Abla avluda göründü. Annemle sedirde oturmuş abimin getirdiği meyveleri yiyorduk. Kısa bir hoş beşten sonra Çiğdem Abla masanın üzerindeki meyve tabağına bakarak “Kurban Osman’ı öldürmüşler duydunuz mu?” dedi. “Hırsız girmiş diyorlar.”
Annem ağzına götürdüğü elmayı düşürdü. Yere düşen elma patladı, suyu ayak ucumuza sıçradı. Ağzımdaki çileğin kızıl suyu aralık kalan dudaklarımdan sızıp elbisemin göğsüne damladı. Annemle bir birimize baktık. Çiğdem Abla her ikimize de şüpheli gözlerle baktı. Sustuk. Daha hiçbir şey konuşmadık. Kadın kalkıp gitti.
O günden sonra evde kimse kimseyle konuşmadı. Soğuk bir gölge dolaştı bizimle odaları. Aldığımız her soluk naneli şeker emer gibi gibi yaktı ciğerlerimizi. Hep sustuk. Konuşursak derin bir girdaba kapılıp kaybolmaktan korkuyorduk. Televizyon izledik, çay içtik, hatta çekirdek çitlettik ailece ama hiç konuşmadık.
Zaman geçti. Osman Abinin kırkına gittik hep beraber. Abim ve babam erkeklerin toplandığı odaya girdi. Yüzlerini görmek isterdim. Ama oda o kadar kalabalıktı ki, bu mümkün olmadı. Kalabalık kuru bir sünger gibi emdi onları.
Osman Abinin karısı beni görünce gülümsedi. Şaşırdım. Hatta annem korktu. Bu her halinden belli oluyordu. O telaşlandığı zamanlar dudaklarını ısırır, sıkıntıyla ellerini ovuştururdu.
Kadın hafifçe omzuma dokunup “Osman Abin seni çok severdi” dedi. Sonra sendeleyerek yerinden kalktı. Başındaki uçları püsküllü eşarbı geriye doğru çevirdi. Aynanın kenarına ilişmiş küçük bir fotoğrafı eline alıp az bir zaman seyretti. Tekrar yerine oturmadan önce fotoğrafı anneme uzattı. Annem çantasından gözlüklerini çıkartıp fotoğrafa baktıktan sonra şaşkınlıktan irileşen gözleriyle bana baktı. “Allah’ın işine bak” dedi. İnsan insana bu kadar mı benzer?”
Fotoğrafı bana uzattı. Biri sekiz yaşlarında diğeri onlarda ya var ya yok iki çocuk birbirine sarılmış gülüyordu. “Osman ve kız kardeşi” dedi kadın. “Talihsiz görümcem ölmeden birkaç gün evvel çekilmiş bu fotoğraf. Sana ne çok benziyor değil mi kızım. İşte bu yüzden Osman Abin seni çok severdi. Seni görünce rahmetli kardeşini görmüş gibi sevinirdi.”
Fotoğraf sağa sola döne döne yere düştü. Annemle sessizce ağladık…Kimse neden ağladığımızı bilmedi. Ama sustuk sonra ikimiz de…Duvardaki keder yüzlü adama baktık.
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Bayılıyorum şu en es geçilen ayrıntıların sizin öykülerinizde yer almalarına. Bu ne müthiş bir gözlem gücüdür? Bu ne müthiş bir dikkattir? Öykülerinizdeki her bir paragraf ya da bölüm leziz bir yemekse, her bir detay da sonrasındaki tatlı gibi duruyor.
Bayılıyorum diye başladıysam da, aslında bununla kıskanıyorum demek istemiştim:)
Tebriklerimle
Saygı ve sevgiyle kalın Aynur Hanım...
öylesine güzel, öylesine gerçekçi anlattın ki ben de çok sevdim Osman Abiyi ...
kırkında senin kadar olmasa da benim de yandı içim ...
ve en az Osman Abinin sana bakarken kızkardeşini görmesi gibi ...
yüreğimde gördüm güzel yüreğini...
kalemin hiç susmasın bereketim ...
Aynur Engindeniz
Sevgiler sana...
Merhaba Aynur'cuğum özlemişim öykülerini. Güzel öykünü okuduktan sonra şöyle bir düşündüm. Olayları değerlendirirken her ne olursa olsun doğru analiz edebilmek için bakış açımızı geniş tutabilmeliyiz. Düşündüğümüz her ne ise aksi çıkınca ki utancımız o kadar büyük oluyor ki. Çok güzel bir kurguydu. Anlatımın yine ustaca. Kutluyorum canım. Sevgilerimle.
*Rızıktan dışarıymış dedi o da herkes gibi. Bizde belediyeyi suçlamak adetten değildi. İyi işler kamu hizmeti, afetler Allah hezimetiydi.
*Her ne kadar ulusal hafızası düşük kalite bir millet olsak da, yerel hafızamıza billahi diyecek yoktu.
*Fotoğraf sağa sola döne döne yere düştü. Annemle sessizce ağladık…Kimse neden ağladığımızı bilmedi. Ama sustuk sonra ikimiz de…Duvardaki keder yüzlü adama baktık.
Bir Engindeniz klasiği...ilk iki cümle toplum olarak hastalığımız...İşte yazarlık budur, en alakasız hikayede bile yerli yerince ders vermektir okuyucuya... bu asıl amaçlardandır...son cümle final müthişti...selam ve muhabbet ile
İbrahim ERZURUMLU tarafından 7/7/2011 10:10:26 AM zamanında düzenlenmiştir.
güzel bir kalem....güzel bir kurgu...güzel bir tarz....demekki günüm güzel geçecek....tebrikler engindeniz....bir solukta.....saygılar
Aynur Engindeniz
Vayyy Aynur bacı vayyy...
Bir öykümü okudum ? Yoksa bir solukta bir bardak su mu içtim? Anlıyamadım.
Ama suyun son yudumu genzime kaçtı... Nerdeyse boğulacaktım...
Usta işi belli oluyor...
Selamlarımla...
Aynur Engindeniz
Hep güzel şeyler söylüyorsun bana...
Sevgiler saygılar.
Aynur hanım, hikayelerinizi takib ediyorum ve tarzınızı çok farklı buluyorum. Kurallara bağlı kalmayışınız ve yazının monotonlaşmasına fırsat kalmadan öyküyü canlı tutmanız ve de kıvrak zekanızı öykülerinize serpmeniz sizi ayrıcalıklı kılıyor.Bir hikaye ilk okunmaya başlandığında eğer onda sanat esintisi yoksa; okuyucunun ruhuna işlemesi zordur ! Siz çok iyi bir kalemsiniz hanımefendi.
Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Tekrar motive edici sözlerinizden ötürü teşekkür ediyorum. Saygılar.
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ederim. Sevgiler benden...
bir mahallenin insanlarını o kadare net canlandırdınki gözümün önünde hatta örnek vermemek için oyalarının saklanmasına kadar müthişti canım beğeni ile okudum harikasın sevgilerimle...
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Gülayşe DELEN
hele dedikodo kazanlarıı ya süpersin işte sevgilerimle can...
Aynur Engindeniz
Eski zamanlar...
Herşey geride kaldı. İçimizde sade bir tortu var şimdi. Avun avunabilirsen.
Sana da sevgiler canım.
Aynur Engindeniz
On gün hiç bir şey yazmadan duran ve ve ciddi ciddi krize giren bir Engindeniz:)) Bana herkes deli gözüyle baktı memlekette. Bir daha bunu yapmayacağım. Hiç değilse duvarlara yazacağım:)
Teşekkür ederim Asran Hanım. Sizi sayfamda görmek ne güzel...
asran
Ben de aynını düşündüm : Sizi bu sayfada görmek ne güzel :)
duvarlardan siteye giriş olacaksa neden olmasın :)
Aynur Engindeniz
"Birgün mutlaka" adında el emeği göz nuru bir bastonum var benim. Onu bu sitede işliyorum. Şimdilik seke seke yürütse de beni...birgün mutlaka diyorum...
Saygılar sevgiler size...
Puanımı tam olarak vereyim. Okumaya gelince;yarın çıktısını alıp yine tezgahta okuyacam.Zira bugün akşam;yağmurla karışık fırtınada maf oldum.
Selamlar.
(Çıktıya gerek kalmadan sabah dinginliğiyle okumayı yeğledim)
Valla Aynur,bence sen,"durum hikayeciliğinin etkin bir kalemisin. Çehov tarzın,okuyucuyu yazdıklarına kilitliyor.
Yalnız,sendeki saplantı hala devam ediyor. Kahramanlarına dikkat ediyorum.Bazıları,sıradan olmalarına rağmen yine benim gibi edebiyat parçalamaya, çok bilgili laflar etmeye devam ediyorlar.Yoksa ben mi yanılıyorum?
İyisin iyi... Sen,önümüzde oldukça;bizlere karada ölüm yok.Peşinden gelmeye,gerilerde kalmamaya dikkat edeceğiz...
Selamlar.
(Kısa oldu ama pazara gitmem lazım. Yazarlık,kimin karnını doyurdu ki;benimkini doyursun,de mi?)
ayhansarıkaya tarafından 7/7/2011 8:21:19 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Geçen aldığın çıktıdan ne çıktı hala söylemedin ama. Senin fikirlerine ihtiyacım var biliyorsun.
Buralar kavruluuyor. Topla tası tarağı hanımı gel çadırını burada aç. Bak belediye torpilleri benden:))
ayhansarıkaya
Selamlar.
Aynur Engindeniz
O değil de teknik takkibe yakalanacağım şimdi.
Sayıştay Amca, vallahi latife yapıyoruz...
Güzel anlatımdan ve zengin sözcük dağarcığından kaynaklanan, son günlerde okuduğum en güzel öykü. Yazım yönünden de
başarılıydı. Baştaki, Oman'la şu cümleyi saymazsak tabi. "Bu yeni bir havadisin çünkü."
Kutluyor ve başarılarınızın devamını diliyorum. Saygılar.
Aynur Engindeniz
Teşekkürler. Sizden bunları duymak ne güzel.
Saygılar.
Duyarlı eller buluşmuş beyazla. Kıvılcımlar aniden kapladı gözlerimi. Oysa nasıl alıştıra alıştıra zerk edilmişti hikaye. Yine de heyecanlanmak istediğim için belki finali gözlerimi kırpmadan bekledim. Çok güzeldi, tebrikler.
Aynur Engindeniz
Genellikle öykülerimde havai fişek etkisi yapacak bir final olmaz. Sonuç zaten beklenen şeydir. Önnemli olan okuru oraya getirene kadar elinde tutabilmektir diye düşünüyorum hep. Bu da anlatıma bağlıdır. Siz de bunu başarabilmişsem ne mutlu bana.
Teşekkür ederim. Selamlar.
Hep bana mı denecek? Birkaç tane nazar boncuğu var metinde; bu da öykünün yazılmasının (öykünün tasarlanmasının değil) biraz aceleye getirildiği hissini veriyor. Ama sorun değil; bir gün hepimiz zengin olacağız ve elimizin altında editörler olacak. Nazar boncukları da tarihe gömülecek.
Editörlerin yapamayacaklarını ise siz yapmışsınız. Neredeyse ben başımı öne eğecektim Osman Abinin eşiyle karşı karşıya gelindiğinde. Nedense Osman Abiden çok eşi için içim acıdı. Hatta bundan sonra belki de okuyamayacak ve hayatları tamamen değişecek kızlara bile o kadar üzülmedim (Hafifmeşrep olmalarının bunda bir etkisi yok). Osman Abi ne olduğunu bilemeden gitti, eşi ise belki adını bile duymadığı Yoko Ono'nun şu sözlerini kendince tekrarlayacaktı:
"John (Lennon) vurulduğunda başımıza gelebilecek en kötü şeyin bu olduğunu düşünmüştüm. Ne kadar da yanılmışım."
İlhan Kemal tarafından 7/6/2011 10:49:50 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
İtiraf etmeliyim ki bu öyküde kimseye acımadım. Zaten yazan kişiinin kahramanına acıma ya da ona aşık olma lüksü var mı tartışılır.
Teşekkür ederim farkındalığımı yükselttiğiiniz için.
Saygılar.
Bizim milletimizin ön yargısını ve dedikodu kazanını ne güzel anlatmışsın sevgili Aynur. İnsanların düşünceleri ne olursa olsun herkes kendi baktığı yerden görüyor hayatı. Doğru veya yanlış...
Bu güzel öyküyü yazan kalemi tebrik ederim.
Sevgimle.
Aynur Engindeniz
Kayıp diye ilan verecektim neredeyse gazetelere yazar'ımız!
‘’Türkiye'de her şey olabilirsin; ama rezil olamazsın’’ diye Mungan’ın motto cümlelerinden bir tanesini hatırladım hikâyenizi okurken.Öyle bir dalmışım ki,hani ne zaman sonuna geldim inanın anlamadım.
Belki de anlamadığımdan ötürü buradayım,kim bilir.
Neyse…
Sonra Umberto Eco’yu çağırdı sanki bir cümleniz: ‘’Çirkin adamdı Osman Abi.
Hem o kadar çirkindi ki; konuşurken yüzüne bakamazdım.’
Abi Aşkı’nın dokunduğu,saklandığı mekan…
Hep yanlış anlaşılmalarla hayatımız geçer,anlatana kadar da hayat bitiyor,
Aslında biz bitiyoruz,gidiyoruz,yoksa hayatın bir yere gittiği yok.O hep orada.
Bir adım geriye gidelim,Umberto Eco, diyorduk;
‘Çirkinliğin Tarihi’ adlı eseri hani.
Çirkinlerin tarihi olması ne güzel.
Bu yüzdendir belki de çirkinlerin mağarasında kendime yer ayırmam.
Aristo’ya yakın olabilmek adına böyle delicesine düşüncelere bırakıyorum kendimi işte.
Gölgelerine yakın diyelim…Kıralım zincirleri.Ve güneşle dönelim yüzümüzü.
Ü-topyalar sardı etrafımı sanırım.
Hikâye çok güzel akıyor,ona söz söylemek haddimiz değil.
Ve hiç beklemediğim bir finalle bitmesi de beni sevindirdi açıkçası.Okur anlamamalı çünkü finali,
ta ki o sihirli son cümleyi yazana dek.
Yakın bize hikâye.Çok çok.
Çirkinim olabilirim; ama okur’um!
Aynur Engindeniz
Öyküyü beğenmenize sevindim. Yazmaya ara vermek kalemi tembelleştiriyor, köreltiyor ve zihhnin bereketi kaçıyor. Bu kısa arada bunu öğrendim.
İnsanın okurunu bıraktığı yerde bulması ne güzel. Teşekkür ediyorum. Saygı ve selam ile.
Harun Aktaş
Sâdık bir okur'umdur :)
Ve yazar,beni kovsa bile gitmeyecek kadar da yüzsüzümdür.
Yazmaya ara vermek! Uçarken birden kanatlarından vurulmaya benzer bir kuşun. Yaralanır kalem.
Ha unutmadan, şımarık bir okur olduğumu da eklemiş olayım.
Gerçekten hoştu hikâye..
Aynur Engindeniz
Harun Aktaş
Dün akşam söylemem gerekiyordu belki de; ama olsun,şuan bile geç kalmış sayılmam.
.
Bir şiirin başlığı kadar,bir hikâyenin başlığı da ehemmiyet arz eder.Çünkü okura bir şeyler anlatır ve okur öyle gider,yoksa öyle bir şey, gitmek istemez hiçbir zaman. Kendini anlatamadığını için yalnızlaşır sonra.
Aslında çok ukalaca olacak; ama lafı gevelemektense doğrudan söylemeyi yeğlerim. Başlık sıradan bir başlık' öyle ki Altında Aynur Engindeniz,yazmasaydı okumayabilirdim de; ama işte yazarın kalemi işin içine girdiğinden,hemen dalıyorsun sözcüklerin arasına.Çünkü bir şeyler anlatacağını düşünüyorsunuz. Ve öyle oluyor genelde. Oldu da.
Ya da çok mu acele ettim bunları söylemek için,kendimle çelişiyor muyum şuan?
Dün bize yakın bir hikâye demiştim.Ki bize yakın olan her şey biraz tanıdık DEĞİL MİDİR, aslında?
Yok yok haksızım sanırım...