EDEBİYAT DEFTERİ'NİN ÜÇ NOKTASI ... (3)
Meydanın yanıbaşındaki mezarlığın içine inşa edilmiş camiye gittim. Caminin içerisine girmek mümkün değil,tamamen dolmuştu. Mezarlığın boş aralıklarına seccadeler serilmiş; ben de güneş gören kısımdaki seccadeye geçip oturdum. Hoca vaaz veriyordu. Vatanın birliğinden, beraberliğinden dem vururken, arada bir ’Türk neymiş, Türkçülük yapmak ırkçılıkmış (!) falan filan bir şeyler anlatıyordu diyanetten aldığı emirle. Adeta Türk olmanın suçlandırıldığı vaaza kulaklarımı tıkadım. O tür vaazlar bana masal, uyutucu geliyordu. Halkı kandırmaktan, milli duygularımızı körleştirmekten başka gayesi yoktu zaten! Duymazlıktan geldim. Biliyordum bu tür konuşmaları. Nerede cuma kılsam, aynı palavra vaazları dinliyorduk mecburen! Bir keresinde Antalya’da cuma namazını eda ederken, Hocanın Türklüğe saldırışına dayanamamış tepkimi koymuştum dört yıl önce. Başımın derde girmemesi için tepkim sessiz olmuş, kağıda üç beş satır yazarak hocaya sunmuştum. Hoca, tuhaf tuhaf, adeta ’lütfen sus’ dercesine bakmıştı bana. Ellerine tutuşturulan vaazın dışına çıkamayacaklarını ima ediyordu sanki bakışları ile.. Namaz bitiminde de çekip gitmiştim eve. Burada da tepki verecek durumum da yoktu, sustum... Artık her şeyimizin Amerika ve Avrupa’nın telkin ve emirleri doğrultusunda yapıldığını, kendimize ait fikirlerimizin zaafa uğratılıp kültürümüzün dinamitlenmesi ve bu dayatmaların camilerimizin içine kadar girdiğini gördükçe nefret duygularım daha da isyanlaşıyordu. Kişisel, imkansız başkaldırışlarında işe yaramıyor artık kitlesel başkaldırılar olmayınca!..
Kendimi Allah’a emanet ederek huşu içinde cuma namazını eda ettim. Tesbih’in ardından hocanın duası ile biten namazın bitiminde dışarıda beni bekleyen Bahar’ı aramaya başladı gözlerim. Baktım ileriden geliyor bana doğru menekşe gülüşleri ile. Aynı hoşlukla karşılık verdim. El ele tutuşarak az ilerideki teleferiğe yöneldik Eyüp Tepesi’ne (Piyer Loti) çıkmak için. Kısa mesafe boyunca dilenciler ve mendilciler, simitçiler mesken tutmuş dar geçidi. Kimi kağıt mendil uzatıyor size, kimi tek bir gül vermeye çalışarak kocasının hastahanede olduğunu, kimisi dört çocuğunu okuttuğunu, kimisi de açım gibi bahaneler sıralıyordu gelip geçenlere. Allah günah yazmasın ama oralı bile olmadık. İstanbul’umuzda Hint kültürü hakim olmaya başlamış yavaştan yavaştan...
Eyüp mezarlığının duvar diplerini merhamet dilenme mekanına çevirenlere bizim gibi kimse de yüzlerine bakmıyordu. Belli ki; herkesi bu davranışlarından bıktırmışlar. Ülkemizde dilencilik geleneği nedense bir türlü sona erdirilemiyor. ’Utançtır devlet ve belediyeler için bu durum...’ demeden de edemiyorum!
Eyüp Sultan mezarlığının duvarlarına yansıyan dualarımız, mezarlarda yatanlarımızın ruhlarına yollanıyordu. Selvilerin boy attığı, görkemli söğüt dallarının salkım saçak salınışları, rengarenk çiçeklere bezenmiş mezar üstlerine bakıyoruz manevi derin duygularla. ’Birgün bizimde varacağımız yer burası’ düşüncesi içimi karartıyor zaman zaman. Hazırlıksız gitmenin bize nelere mal olacağını ihtimal verdikçe, depdebeli hayatın çıkmazlarından sıyrılıp tevekküre sarılmamız gerektiğine onay veriyor kalbim.
Mezarlıkta kimler yoktu ki?.. Mareşal Fevzi Çakmak, Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek, Süleyman Özmenem, nice şairler, yazarlar,komutanlar, paşalar, sadrazamlar... Belki birgün de mezarda yatan dehalarımızı yazarız... Hepsine gani gani rahmet etsin, mekanları cennet olsun...
Teleferiğe vardığımızda biraz kalabalıktı. Sıraya geçtik. İki gidişli, iki gelişli olan teleferik mükemmel yapılmış buraya. Tam isabet hizmet için. Emeği geçenlere teşekkürümüzü bolca patlatarak bekliyoruz sıramızın gelmesini. Sıra bize gelene kadar o kadar çok kişi yığıldı ki içeriye; demek ki, çok kişi İstanbul’u Eyüp Tepesi’nden görmeyi, İstanbul boğazının görkemliğine doya doya sarılmayı arzuluyordu. Bir başka duyguydu Piyer Loti’de soluklanmak, Çok kazık olmasına rağmen demli çayında keyiflenmek mutluluk, huzur verici manevi havası. Muhteşem görünümü, her insanı büyüsünde rüyaya yatıracak cennet bir köşe İstanbul’umuzun Eyüp Tepesi...
Sıra bize gelip teleferiğe binerken heyecanımız doruk noktasındaydı. Hem teleferik heyecanı, hemde Piyer Loti’de bizi bekleyen edebiyatımızın can kalemi, dostumuz, kardeşimiz Şenol’u görmek... Teleferik yukarıya çıktığında İstanbul körfezi Haliç pırıl pırıl karşımızdaydı. Masmavi gökyüzü ile bütünleşen Fatih’in şehri İstanbul ve enfes körfezi Haliç, nefesimizde derin bir soluktu...
Merdivenleri aheste adımlarımızla adımlarken yukarıya vardık. Dar alana serilmiş masalar tıklım tıklımdı. Etrafıma bakınmaya başladım Şenol’u bulmak için. Heyecanlı ve telaşlı göz gezdirirken; hafif kıvırcık siyah saçlı, orta boy, sporcu yapılı biri oturduğu sandalyesinden kalkarak bana doğru yöneldiğini fark ettim. Gülümseyerek yaklaşıyordu yanıma. Anladım onun o olduğunu.Gözbebeklerim ışıl ışıldı. Bende gülümseyerek ona doğru adım atmaya başladım.
__ Zafer abi ben Şenol yani IRIZA rumuzlu...
__ Merhaba Şenol’cuğum, dedim ve sarıldım gardaşıma. Gözlerimdeki sevinç damlacıklarını belli etmemeye özen göstererek, avuçiçi ile sildim gözlerimi.
__ Zafer abi bu da benim oğlum Erbil, dedi.
Oniki yaşında olan pırlanta gibi bir çocuk ama duruşu tam delikanlıca. İstanbul’un en yakışıklısı diyebilirim. Allah’ım annesine, babasına, devletime, milletime bağışlasın bu yiğidimi. Ona da sarıldım, yanaklarından öptüm. Buluşmaya beraber geldiğim Bahar, sol yanımda duruyordu. Hemen söze girdim;
__ Şenol’cuğum, yengen Bahar. Edebiyat defterinde de şiir, kültür ağırlıklı yazılar yazar. Yani bizden! :)))
__ Öyle mi abi? Galiba hatırladım, Baharca57 rumuzlu değil miydi?
__ Evet o kişi benim, dedi Bahar.
Kardeşi ile el sıkıştı, küçüğü kucakladı, yanaklarından öptü. Hepimiz çok mutluyduk. Gözlerimiz gülüyordu. Dostluğun, gardaşlığın buluşması ne çok bahtiyar etmişti bizleri. Üçümüzde EDEBİYAT DEFTERİ’NİN yazanları idik. EDEBİYAT DEFTERİ’NİN ÜÇ NOKTASI idik Piyer Loti tepesinde...
Edebiyat Defterinin minik bir toplantısı derinden başlamıştı... Tavşan kanı çaylar söylendi. Ama çaylarımız gelmeden koyu bir sohbete ’bismillah’ ile usuldan başlanmıştı bile...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
05 Temmuz 2011 Salı 00.30 İstanbul