- 1056 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ARMAĞAN
“Günaydın”
“Günaydın anne. Nasıl geçti geceniz, güzel miydi?”
“Oldukça güzeldi. Yararlı olacağından kuşkum yok. Tek dileğim verilen sözler kelimeler arasında kaybolmasın. Bir çocuk bile kurtarmış olsak, yeni bir yaşam kurtarmış olacağız. Bu sabah uyandığında dün geceyi unutanlardan fayda yok.”
“Umarım dilediğin gibi olur.”
Sabahın mahmurluğu yoktu ikisinin de üzerinde. Kızarmış ekmek kokusu yayılıyordu açık pencereden. Mahallenin kedileri alışkın Ayşenur Hanım’a, bekliyorlar onlar da Sinem gibi kahvaltılarını... Dünden kalan yemekleri ekmeklerle karıştırıp bırakıyor pencere altına. Sinem’le oturup güzel bir kahvaltı yapıyorlar anne kız.
Bugün okulda ikinci dönemin son günü.
“Anne hava ne kadar güzel. Hemen karnemi alıp sana getireceğim koşa koşa. Sonra büyükannemin yazlığına. Denize gireceğim, güneşleneceğim, kitap okuyacağım, gezeceğim. Keşke sen de gelebilseydin. Biliyorum daha önce konuştuk. İşlerin çok ama keşke gelebilseydin.”
“Evet bunları konuşmuştuk. Hem sen de çok kalamazsın söz verdin hemen bana yardım için döneceksin değil mi? Biliyorsun işlerimiz büyüdü ve bana güzel bir yardımcı gerek.”
Ayşenur Hanım el sanatları ve çeyiz eşyaları satan bir mağazaya sahip. Anadolu insanı evlerini süslemeyi sever, çeyize düşkündür. Eşi öldüğünde olan parası ile küçük bir dükkan açmıştı. Bu sene biraz daha büyük bir yer satın aldı ve işleri istediği kadar güzel ilerliyordu.
“Anne ben hazırım, çıkıyorum.”
“Tamam kızım ben de az sonra burayı toplayıp derneğe, oradan işyerine gideceğim. Unutma akşam yemeği dışarıda yiyeceğiz.”
Sinem onbeş yaşında. Uzun koyu kahverengi saçları, yeşil gözleri, dik omuzları, narin yapısı ve yüzünden eksik olmayan bir gülümsemesi vardı. Tıpkı annesinin kopyası. Babasını kaybedeli iki yıl olmuştu. Özlüyordu. Elbet annesinin sevgisi çok büyüktü ve güç veriyordu bu sevgi ona. Babası aklına geldikçe artık ağlamıyor dua ediyordu. Biliyor ağlarsa babasını ve annesini üzecek.
Yaz aylarının başlangıcı. Tüm canlılarda ayrı bir telaş ve heyecan vardı. Belirgin bir neşe. Güneş nelere kadir diye düşündü. Kızı okula gitmişti. Bir yıl daha geçmişti. Zaman ne kadar hızla ilerliyordu. Babasının yokluğunu belli etmemeye çalışıyor ve sürekli dinç görünmeye çalışıyordu. Oysa ne çok acı çekmişti. 2001’in Mart ayıydı. Çok iyi hatırlıyor. Eşi iş nedeni ile bir başka şehre toplantıya gidiyordu ve iki gün kalacaktı. Yola çıkalı henüz 2.5 saat geçmişti ki bir telefon.
“Ayşenur Hanım.”
“Evet buyurun benim.”
Yüzünde sevimsiz telaşlı bir şekil belirmişti. Biraz korku ister istemez. Bilmediği bir ses tonu ve ismi ile hitap ediyordu.
“Ayşenur Hanım ben polis memuru Hasan. Eşiniz Nevzat Bey trafik kazası geçirdi. Hemen gelmeniz gerek.”
O sırada gözleri kararmış, sesleri duymuyor ve ne yapacağını bilemeyecek kadar kötüydü. Eşi ile çok iyi değildi son zamanlarda arası ama bunu hiç kimseye yansıtmazlardı. İçi acıdı. Sesi düğüm düğüm polis memuruna adres sormakla meşguldü.
Hemen toparlandı. Yola çıktı. Çok uzun hem de çok uzun sürmüştü yolculuğu. Hastaneye ulaştığında eşini görmek için yanaştı morga. O sırada dışarıda başka bir aile yas tutuyordu. İçeriye girmeden polis memuru durumu anlattı.
“Eşinizle birlikte seyahat eden bir de hanım varmış yanında olay sırasında onu da kaybettik. Başınız sağolsun.”
Orada yığıldı kaldı. Ağlayamıyordu. Kitlenmiş kaskatı olmuş Yüzü sapsarı ve ne diyeceğini ne düşüneceğini bilemiyordu. Yalnızdı hayatta Ayşenur Hanım, bir annesi vardı kardeşi yok sadece eşi ve kızı. İşte tüm hayatı bu şekilde. Şimdi eşini de kaybedince hepten yalnız kaldığını anladı. İçinde bir nefret ayrı bir kin taşıyordu. Çok öfkeliydi. Böyle bir rezilliği ailesine nasıl anlatırdı. Uzun süredir birlikte olduğu Aslı ile trafik kazasında ikisi de ölmüştü. Kimselere olayda onunla birlikte ölen sevgilisinden bahsetmedi. Hem kadınlık onuru hem de kızının geleceği için.
Birden mutfak penceresinden dışarıya bakarak sigara içiyordu. Aklına gelmişti işte...
Hemen toparlandı. Çocuklar için yardım dernekleri vardı oraya çok bağlıydı. Oraya uğradı gelecek programı teftiş etti ve mağazasına gitti.
Kızı okulu bitiriyor. Ona karne hediyesi almalıydı...
Şimdi işyerinde masasına oturmuş kızına alacağı hediyeyi düşünüyordu. Yolculuklardan nefret ediyordu. Eşi de bir yolculuğa giderken onu yalnız bırakmıştı. Şimdi Sinem’i düşünüyor. Ya gider dönmezse...
Ayşenur Hanım günün o kadar hızlı geçirdi ki. Akşamüstü olmuştu. Alış-veriş ve hazırlıklar ile ilgili. Ama herşey tamamdı. Sinem yüzünde kendinden emin bir gülümseme ile annesinin mağazasına girdi. Annesine uzattı karnesini ardından takdir belgesini. Kucaklaştılar.
“Aferin kızım. Seninle gurur duyuyorum.”
“Büyükannem hep sana çekiğimi söylemiyor mu?”
diyerek gülümsedi. Akşam yemeği dışarıda söz verdiği gibi yediler. Eve döndüler. Kapıdan girip ışığı açtıklarında Sinem valizleri görünce şaşırdı.
“Anne”
“Efendim kızım”
“Bu valizler nedir? Benimkinin dışında başka valizler de var. Yoksa!”
“Sana sürpriz yapmak istedim. Seninle geliyorum”
banukalyoncu/2008
YORUMLAR
Ahhh evlatlar, hep aynı korkular vardır annelerde, hep onlarla birlikte olmak isterler. Babaları gitmese de anneler kıyamazlar yavrularına. Babaları giden anneler ise daha bir düşkünler işte kuzucuklarına... Hayat, kuzucuklarıdır artık onlar için. Çok güzel anlatmışsınız bu duyguları.
Hoşgeldiniz, ilk yazınızı beğenerek okudum. devamını da okuyacağım... Ellerinize sağlık.Sevgilerimle.
Ruhumveben
Banu Kalyoncu
Beğendiğinize sevindim. Çok eski yazdıklarımı derliyorum yeniden. Eski yazılarımın çoğunu pasiflemiştim. Evet ilk yazım değil, ömrüm yettikçe yazmaya devam edeceğim.
İnsan bazen yaşama tutunmak için kendilerine bahaneler oluştururlar. Evlatları olanların bir bahaneye ihtiyaçları hiç yoktur. İnsan canını hiç umursamaz mı!
Bu bölüme çok fazla yazı eklemiyorum. Etkinlikler başlığında Editörden kısmında bazı yazdıklarım mevcut.
Saygımla...