- 669 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Hicri 996
“Bu böyle gitmez. Kendini ne sanıyor bu?”
John Towne yeni kurulmuş sahneden söylenerek indi. Artık Belisarius rolünde oynayamayacağını kendisine bildiren Dutton’a hafif bir omuz atarak hana doğru uzaklaştı. Dutton böyle bir reaksiyon beklediği için aldırmadı. Daha kötüsü de olabilirdi, Towne asabi bir oyuncuydu. Dutton, biraz geride kendisini seyreden Richard Tarlton’a dönüp:
“O kadar kötü karşılamadı, değil mi?” diye sordu. Tarlton dudak büktü.
“Sanmıyorum ki fırtına uzakta çakan bir şimşekle bitsin.”
Tarlton haklıydı. Kumpanyanın ünlü komedyeni insan sarrafıydı. Bir omuz darbesi Towne’un her şeyi sineye çekmesine yetmeyecekti.
“Ne halleri varsa görsünler! Gel Richard, bakalım handaki biraların kalitesi ne durumda?”
“Dün akşamdan beri ne kadar değişmiş olabilirler ki?”
“Çok, azizim Richard, çok. Gece hana vardığımızda biz yorgunduk, biralar gençti. Bugün dinlendik, biralar da olgunlaştı.”
“Bu mantıkla borç para istiyor olsaydın, açlıktan ölmüştün.”
“Borç istiyorsan yüreğini kullanacaksın soytarılar şahı, aklını değil.”
“Aklı olan borç alır mı ki?”
…
Towne hana diğer ikisinden önce girdi. Salonda zaman kaybetmeyip, hızla yukarı, William Knell’in odasına çıktı. Kapıyı çalmadan hışımla açtı. Knell, masanın başına oturmuş, kumpanyanın harcama defterini gözden geçiriyordu.
“Bu nedir? Nasıl beni Belisarius rolünden alırsın?”
Kızgınlıktan söylecek laf bulamıyordu. Ağzı bir kaç kere ses çıkarmadan açılıp kapandı. Sonunda:
“Yo, hayır, Belisarius benim!” diyebildi.
Turnedeki Kraliçe’nin Adamları kumpanyasını yöneten Knell sakindi. Towne’u başrolden alma kararı aldığında böyle olacağını öngörmüştü. Towne eninde sonunda kabullenecekti. Ayağa kalkıp söze girdi.
“Sonsuza dek Belisarius olarak kalamayacağını sen de biliyordun. Yaşlanıyorsun John, seyirci daha genç ve yapılı birini görmek istiyor.”
“Daha genç mi? Bir generalden bahsediyoruz. Afrika’yı, İtalya’yı fethetmiş bir generalden. Hiç genç olabilir mi?”
Knell imalı bir şekilde gülümsedi.
“Rolü ilk aldığında gençtin ve böyle düşünmüyordun.”
“Gençtim ama yeteneğimle bunu hissettirmedim.”
“Gençtin ve seyirci seni seyretmekten hoşlanıyordu. Şimdi değilsin. Yeni bir kahraman lazım. Kusura bakma ama sahnenin doğası bu.”
“Seyirci dediğin taşradaki öküzler. Onlara ne verirsen gider. İnan bana, kimse onları benden fazla eğlendiremez.”
“Öküz dediğin velinimetimiz John. Senin paranı ödüyorlar. Eline bira tutuşturuyorlar. Karnını tok tutuyorlar.”
“Biz Kraliçe’nin Adamları değil miyiz? Kraliçe’nin kendisinden para almıyor muyuz?”
“Alıyoruz sevgili John, alıyoruz. Bu yüzden ahırlarda değil, han odalarında yatıyoruz. Bu yüzden kasabadan kasabaya gittiğimizde yerel otoritelerden korkmadan oyunumuzu oynayabiliyoruz. Bu yüzden öldüğümüzde kilisenin bahçesine gömülebiliyoruz. Ama gerisini senin öküzlerin sağlıyor. Onları hoş tutmalıyız.”
“O zaman beni Belisarius’tan alma.”
“Çok geç, o rol Bentley’e gitti bile. Sen Narses’i oynayacaksın.”
“Narses! Ben Narses’i mi oynayacağım? Saraydaki hadımağasını? Bana uygun bulduğun rol bu mu? Hadımağası! Hem de son perdenin sadece iki sahnesi. Ben bu muyum Knell, ben Narses miyim?”
Knell kontrolden çıkmaya başladığını gördüğü oyuncuyu yatıştırmaya çalıştı.
“Sadece bu oyunda böyle olacak. Gelecek oyunda başrollerden biri senin. Güven bana.”
“Ne demek başrollerden biri benim? Başrol tek ve benimdir zaten. Nasıl Narses oynayacağımı düşünürsün, seni bunak!”
“Haddini bil John, ağzından çıkana dikkat et.”
“Sen beni başrolden al, sonra dikkat etmesi gereken ben olayım. Öyle mi? Yok, sesimi çıkarmadım, her denileni yaptım diye beni itip kakamazsın.”
Towne Knell’in üzerine doğru yürümeye başladı. Knell önce geriye bir adım attı, sonra bunu diğerleri izledi. Sırtı şömineye çarpınca bir şeyler yapması gerektiğini farketti. Towne üzerine gelemeye devam ediyordu. Knell uzanıp aralarına sandalyeyi çekti. Bir yandan da Towne’u sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Sakin ol John. Dediğim gibi bir seferlik. Eğer oturup düşünürsen hak vereceksin. Bir de böyle deneyelim, olmazsa eski rol dağılımına döneriz.”
John Towne’ın karşısındakini dinlediği yoktu. Elinin tersiyle sandalyeyi kenara yuvarladı. Knell artık bağırmaya başlamıştı:
“Bak, pişman olacağın şeyler yapmak üzeresin. Bir daha sahnelerden ekmek yiyemezsin. Kimse sana iş vermez.”
“Umurumdaydı…”
Towne duvara dayanmış adamın yakasına yapıştı. Knell onu itmeyi denedi, birlikte yere yuvarlandılar. Towne diziyle kendisinden yaşlı rakibinin karın boşluğuna vurdu. Knell yerde kıvranırken Towne ayağa kalktı, şöminenin yanından odunları karıştırmak için kullanılan metal çubuklardan birini aldı. Bu sırada gürültüye koşan Dutton ve Tarlton içeri girdiler. Towne’ın ifadesi olanları özetliyordu. Olacaklar içinse elindeki metal çubuk fazlasıyla bir fikir veriyordu.
“Dur John! Saçmalama.”
Towne onları görmüştü ama söylenenleri duyduğuna dair bir belirti göstermedi. Yavaşça, anın tadının çıkarırcasına yerdeki Knell’e doğru yürüdü. Bu noktada yeni gelenler çılgına dönmüş oyuncunun üzerine atıldılar. Towne kollarına yapışan bu ikiliyi savuşturmayı denedi ama başaramadı. Knell ise kendine gelmiş, ayağa kalkmıştı. Biraz önceki darbenin etkisiyle hala sendeliyordu. Bu noktada Towne kendini kurtarıp Knell’in üzerine atıldı. Havaya kaldırdığı çubuğu asla indiremedi. Knell elindeki bıçağı Towne’ın boğazına saplamıştı. Kimse onun belindeki bıçağına uzandığını görmemişti. Gözler başından beri eski başrol oyuncusunun üzerindeydi.
…
Stratford’a geldiklerinde kumpanya olanların şokunu atlatmıştı. Kasaba girişinde Dutton, Knell’i bilgilendirdi:
“Sheep sokağındaki hanın sahibiyle konuştum, bize oda verecek. Hayvanları ise ahırına bırakabileceğiz. Yalnız akşam yemekleri için ayrıca ödeme yapmamız gerekiyor.”
“Pinti herif. Neyse, katlanacağız. Bir an önce sahnenin kurulmasına başlayalım. Hava karardığında bir gösteri yapalım diyorum.”
…
Sahne hemen hemen hazırdı. Knell işi hızlandırmak için hazırlıkları bizzat yönetmiş, kumpanyanın tembel elemanlarının ellerini çabuk tutmasını sağlamıştı. Gösteri yapabileceklerini farkedince keyfi yerine geldi. Yanında duran Dutton’a:
“Şu bahsettiğin hevesli genç hala bekliyor mu? Towne’dan sonra hala bir kişi eksiğiz.”
“Gelişimizden beri bekliyor patron. Çağırayım mı?”
“Çağır, gelsin.”
İnce yapılı bir adam yanlarında bitiverdi. Kaba saba bir hali yoktu.
“Okuyabilir misin?”
“Yazabilirim de. On beş yaşına kadar okula gittim.”
“Güzel, yazılanı oku yeter. Sana sadece yatacak yer ve yiyecek önerebiliyorum delikanlı. Kendini kanıtlayana dek bunlarla yetineceksin. Sonra rolüne göre günde bir şiling alırsın, o da belki.”
Genç sesini çıkarmadı. Belki para fazla bile gelmişti. Knell keyifliydi, bonkörlüğünü dert etmedi.
“Sana neyi oynayacağını Dutton gösterecek. Adın ne demiştin?”
“William efendim, William Shakespeare.”
“Peki Will, aramıza hoşgeldin.”
YORUMLAR
Keyifle okunuyor ve de merakla bekliyorsunuz sonunda ne olacak,nereye bağlanacak diye.Olan olmuş ve William başrolde işte.Tebrikler,zevkle okudum.
İlhan Kemal
Öyküleri bu yüzden seviyorum. Film çekmeye kalksam sıfırlık bütçemle kimi oynatabilirim ki? Ama öykü olunca kolayca seslenebiliyorum: "Brad! Humphrey ve Marlon'u kap gel, size uygun bir sahnem var."
Saygılarımla.
Yeşilvadi
İlhan Kemal
İlhan Kemal
İlk önce başlığa takıldı kafam; yani tarihe, Hicri 996’ya
Rumi, Miladi, Şemsi, Kameri, Celali değil de niye Hicri. Hımm! Bir şifre var işin içinde
Biraz araştırdım Hicri 996 yılı Miladi 1588 yıllarına tekabül ediyor. Acaba dedim, bir hesap yaptım. İçler dışlar çarpımı derken olur mu olur.
Hikâyenin başlığından yola çıkarsak eğer, olay Hicri 996’da yani Miladi 1588 yılında geçiyor. Bizim şöhret adayı, ince yapılı, hevesli çömez, müteveffa Towne ‘nın halefi, stepne “Belisarius“ da zaten genç birisi değil miydi? Namı diğer genç “Willi”cik hadi olsun olsunda 24 yaşında olsun. 1558 eksi 24 eşitir 1564 eder. Meğer bizim meşhur “William Shakspeare” da Miladi 1564 tarihinde doğmuş.
Cahilliğime verin ne olur; bu yakınlarda “Shakspeare haftası” veya “Shakspeare günü” felan kutlandı da benim mi haberim olmadı? Bu ne özen, ihtimam. Vallahi bravo
Nasrettin Hocaya sormuşlar “Hocam eskimiş ayları ne yaparlar”. Hoca cevap vermiş; “kesip, kesip yıldız yaparlar”.
Yönetmen, prodüktör Knell’de eskimiş yıldızına (kim bilir kaçıncı) kısmen de olsa aynı taktiği uygulamış. Önce oyundan kesmiş, sonra boğazını kesmiş.
Yıldızların kaderi bu herhalde. Ha oyuncu olmuş, ha futbolcu. Öyle değil mi?
Towne ile Knell kavgaya tutuşunca aldı mı beni bir dert. Tamam, içlerinden birisine bir şey olacak, gidişat onu gösteriyor daaa; ya Knell şöminenin önünden baba bir odunu Towne’nın kafasına indirseydi, yada ocak şişini gözlerine soksaydı. İnan olsun bir bıçak fetişisti olarak tek korkum buydu. Malumunuz üzere işin içinde bıçak olmayınca beni fazla heyecanlandırmıyor :- )
Şaka, şaka
Tebrikler, selamlar, saygılar
O qué
Söz küçüğün su büyüğün olsa ben su hakkımdan feragat etmeye razıyım:D
Ben açıkcası hiç bu kadar araştırmacı bir yorumcu görmedim .
Aman yarabbim !!
Netekimm biz öykülerin kelimelerini hesaplandığı yorumlarıı bilirizzz.
Allahıma bin şükür benim yazılar Ağyar'ın eline düşmüyor:D
Açıkcası başlık benim de dikkatimi çekmişti. Ama yılgın Garfield yönüm ağır bastığı için araştırma zahmetinde bulunmadım. Ama büyük ihtimal Willi'n gerçek hayatıyla paraleldir diye düşündüm.
Ama şunu da itiraf etmeli , yazar yine bizi şah mat etti, çünkü ben böyle bir başlıktan Will'in çıkacağını hiçç ama hiçç beklemezdim , bence kimsede beklemezdi hadi itiraf edin:D
Netekimm Sevgili Ağyarın yorumları okumak da ayrı keyif:)
Sevgiler..
İlhan Kemal
Gerçekten de Shakespeare günleri var. Yaz boyunca parkta Willie'nin oyunları oynanıyor. Hal böyle olunca Stratfordlu genç de öykümüze son perdenin son sahnesinde dahil oldu.
Sporcular ve oyuncular: Benzetme çok yerinde. Seyircinin ilgisinin odağı haline gelenlerin bu konumlarına veda etmeleri gerçekten trajik bir durum. Günümüzde eski oyuncular yuhalanmıyor ama sporcuların seyirci tepkisine bağışıklıkları yok. Belki bu da bir öykü konusu olur (Sporla ilgili öykü yazılmıyor mu, yoksa ben mi denk gelmiyorum?)
Bıçaklara gelince: Kendo yu sever misiniz? Ona göre çalışma yapacağım.
Ağyar
İlhan Kemal
asran
İlhan Kemal
Yine ilgiyle okudum. Harika bir öykü ve harika final.
Biraz diğer öykülere göre uzunca, çok keyifli, tebrikler...
Sevgilerimle...
İlhan Kemal
Kesinlikle harikaydı:)
Yine muhteşem bir sonla bitirmişsiniz.
Bıcak falanda tamam:D Ağyar burayaa
Ayrıca epeyde uzun diğer yazdıklarınıza göre:)
Bu hikaye alkışlanır diyorum!
Ah William Shakespeare...
"ah ne haşmetlidir,bir dev gibi güçlü olmak.ama zalimliktir,o gücü bir dev gibi kullanmak
bazen yıldızları süpürürsün farkında olmadan,
güneş kucağındadır, bilemezsin.
bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür
göğsünde kuruludur orkestra, duyamazsın
koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın
uçar gider, koşsan da tutamazsın."
Ve alkışlıyorum!!
Saygılar
İlhan Kemal
Willie amca inanılmaz bir ilham kaynağı. Yalnız şunu öneriyorum: Onu sahnede seyredin. Replikleri bir yana, kurgusu çok güzel efendinin.
Ağyar
Hayatında bir karıncayı kesmemiş, bir horoz bile incitmemiş benim gibi birine ha!. Pardon; horoz kesmemiş, karınca incitmemiş diyecektim dilim sürçtü. :- )