- 1440 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TUNCELİ KANUNU
Dersim halkı nasıl bir halktı. Bir önceki yazımızda savunulan görüşler gibi kendi başına yaşayan devlete gölge etme başka ihsan istemem diyen cumhuriyet devlet yönetimini hatta her türlü yönetimi reddeden kendi içinde mutlu mesut (!) yaşayan genç Türkiye Türklerinden tamamen farklı bir etnik grup muydu? Bu günkü Kürdistan için tarifi yapılan özerk bölge tanımına ne çok uyuyor farkındaysanız Dersim’in o günkü anlatılan etnik yapısı..Peki halk gerçekten anlatıldığı gibi miydi yoksa yöre halkının içine karışmış aynı zamanda oradaki halka da zulmeden azınlıklar aşiretler mi vardı.? Dilerseniz belgelerle gidelim;
Önce Kurtuluş Savaşına yaptıkları katkıya bakalım ve Türk olmadığı (bizden olmadığı) iddia edilen bu halkın Türklük mücadelesini görelim.
Mustafa Kemal için zamanın hükümetinin idam emrini verdiğini hepimiz biliriz. Verilen emir gereğince Mustafa Kemal ve arkadaşları ortadan kaldırılacaktı. Bunun için de Harput Valisi Ali Galip’e görev verilir. Bunu duyan Dersim’li aşiret lideri Diyap Ağa, 3000 milis kuvvetiyle Kemah-Divriği arasında Mustafa Kemal’in yolunu kontrol altına alır. Ve Mustafa Kemal’e kurulan pusuyu önler. Bu konu, Atatürk’ün Nutkunda detaylarıyla verilmiştir.
Ve aynı Diyap ağa 23 Nisan 1920 de TBMM’de milletvekili olarak görev alır. Milletvekilliği sırasında tek bir kez kürsüye çıkmış ve bir cümlelik konuşma yapmıştır. Batı emperyalizminin kukla güçleri Yunan palikaryası Polatlı’ya kadar ilerleyip direnç bulamayınca, Ankara tehlikeye düşer. Meclisin Kayseri’ye taşınması düşünülür ve TBMM bu konuyu tartışmaya başlar.
İşte bu oturumda Diyap Ağa söz ister; herkes merak içindedir ne diyecek diye… O ana kadar pek konuşmayan sadece dinleyen ve kılık kıyafetiyle farklı olan Diyap Ağa kürsüye çıkar, meclise hitaben şunları söyler; “..beyler biz buraya kaçmaya değil, dövüşmeye ve ölmeye geldik..” der ve kürsüden iner. İşte Diyap Ağa’nın bu konuşması sayesinde TBMM Ankara’da kalır… İşte Diyap ağa Dersim halkının gerçek temsilcisiydi ve yöre halkının görüşlerini tam anlamıyla ortaya koyuyordu. Keşke her aşiret reisi bir Diyap ağa olabilseydi.
Tarihçi Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun “araştırmalarımızda şöyle bir teşhisle karşımıza çıkıyor; Pek çok Kürt dediğimiz insanlar Türk asıllı ”. Aslında düşünürseniz yeryüzünde arı bir ırk yok kim iddia edebilir ki; Kürtlerde Türk, ya da Türklerde Kürt kanı mevcut değildir. Bunu iddia edecek diyebilecek biri var mı aramızda sanmıyorum.. Yıllardır kız alır, kız verir bu coğrafya. Beraber yaşamış beraber savaşmış yerine göre beraber ölmüşlerdir. Peki, bizleri “Ötekileştirmek” isteyenler mi var oyuna mı geliyoruz diye hiç soruyor muyuz kendimize. Öteki beriki ayırdığımızda insanlarımızı kimlerin ekmeğine yağ süreriz biraz; az biraz düşünmek gerekir inancındayım. Günümüzdeki PKK isyancıları ve siyasi yandaşlarıda bizi bölme parçalama amacıyla yapılan planın günümüzdeki taşeronlarıdır.
Dersim coğrafi olarak son derece sarp dağlar ve vadilerden oluşmuş bir yeryüzü düşününüz. Sayısız mağara ve kaya kovukları arazinin tipik özelliği. 1930’lu yıllarda böyle bir arazide ulaşım sağlamak ve eşkıya takip etmek son derece zor. Bu coğrafyada olayların tırmanışını gözden aşama aşama geçirelim. Her ne kadar sözde katliamların ve isyanın başlangıcı 1937 ve 1938 olsa da olaylar 1930’lar da tırmanmaya başlamıştır.
İsyancı Kürt aşiret reislerinin lideri Seyit Rıza’nın çok yakın dostu ve dış bağlantılarını sağlayan, İngiliz ajanlarla ilişkilerini tayin eden, Seyit Rıza’nın akıl hocası denilebilecek kişi olan Baytar Mehmet Nuri birçok olayın yönlendiricisi durumunda. Yazdığı “Dersim Tarihi” isimli kitabında Baytar Mehmet Nuri şunları söylemektedir:
“Kürt kahramanların faaliyetinin 1930 yılı başlarında alevlendiğini ve bütün Kürdistan’ı içine alacak şekilde yayıldığını Dersimli Seyit Rıza’ya haber vererek bu hareketi desteklememizin zorunlu olduğunu bildirmiştim. Bunun üzerine Seyit Rıza ve Keçalan aşiretleri 1930 ilkbaharında ayaklanarak, Erzincan ve Erzurum mıntıkalarında bulunan Türk kuvvetlerine şiddetli saldırıya başladılar. Seyit Rıza’nın başlattığı bu ayaklanma mıntıkası günden güne yayılıyor ve bu Türklerin açısından korkunç gelişmeler oluşturuyordu.”
Bu gelişmeleri takip eden cumhuriyet hükümeti Dersim olaylarının başlamasına sebep gösterilen iki kanun çıkardı…1934’te çıkarılan İskân Kanunu ile 1935 de çıkarılan “Tunceli Kanunu” bölgenin geleceği hakkında belirleyici hükümler taşıyordu.
“Türkiye’de Türk kültürüne bağlılık dolayısıyla oturuş ve yayılışının, bu kanuna uygun olarak icra vekillerince yapılacak bir programa göre düzeltilmesi dâhiliye vekâletine verilmiştir.”İskân yasakları ile ilgili olarak da kanunda şu hükümler vardı: “Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebepleriyle boşaltılması istenilen ve iskân ve ikame yasak edilen yerlerdir”
İskân Kanunun ilginç olan diğer bir yanı ise, anadili Türkçe olmayanlar kendi soylarından olmayan yerlerde iskân edilecekler, yine anadilleri Türkçe olmayanlar bir arada iskân edilmeyecek hatta aynı aileden 4 kişiden fazlası birlikte bulunamayacaktı. Yani bu hükümle çekirdek aile parçalanmış olacaktı. Anadilleri Türkçe olamayanlar Türk köylerine serpiştirilecek ve bu köylerde nüfusun %10 kadarını geçemeyecekti.
25 Aralık 1935te çıkarılan “Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun” hükümlerine göre emniyet ve asayiş bakımından gerekli görülmesi halinde vali halkı il dâhilinde yer değiştirmeye, il dışına çıkarmaya ve iskâna, il dâhilinde iskân olmasını yasaklamaya yetkilidir. Ayrıca vali cezaları onamaya veya tehir etmeye de yetkili kılınmıştı. Dersim bölgesinden sorumlu General Abdullah Alpdoğan’dı
Kanun hükümleri çok korkunç görünse de devletin bir soykırım değil oradaki devlete karşı gelişen direnci kırmak arzusuyla bu kararı aldığı sağduyu sahiplerince görülecektir. Sonuçları çok üzücüdür bedeli ağırdır.Ben yine bunun vebalinin halkla devleti karşı karşıya getirenlerin boynunda olduğunu düşünüyorum.Aşağıda kaynaklarda edindiğim bilgiler çok az sayıda aileye uygulanan bu göç ve göçün süresi göz önüne alınırsa devletin düşmanlıkla değil halkı koruma amaçlı aldığı kararlar olduğu açıkça görülecektir. Ve bu kanun hükümleri ancak isyan çıktıktan ve bastırılmasından sonra uygulanacaktı.
1938 yılında Dersim bölgesinde yaşayan nüfus çok fazla değildi. İsyan döneminde var olan toplam nüfusa oranla göçe zorlanan Dersim nüfusu göz önüne alındığında, bu rakamın ciddi sınırlarda olduğu tahmin edilebilir. Diğer bir husus da isyan sırasında yetim kalan çocukların bir kısmı devlet kontrolünde “Çocuk Esirgeme Kurumu” kapsamına alınmasına karşın, bir kısım çocuklar da ailelere evlatlık verilmiştir.
Üçüncü Ordu Kumandanı Halis Paşaya göre 1930’da Dersim bölgesinin tüm nüfusu yaklaşık 50–60 bin civarında tahmin edilmekteydi. Kaynakların çeşitliliği, sayıları da değişken kılmaktadır. 1935 nüfus sayımında nüfus 93 bin olarak kayıtlara girmiştir. Bu rakamlar farklı resmi evraklarda yine farklılık göstermektedir.
Bakanlar Kurulu’nun 6 Ağustos 1938 tarihli kararına göre Dersimli 264 haneden insan göç ettirilmiştir. Hangi aşiretten kaç kişinin zorunlu iskâna tabi tutulduğu belgelerde de sabittir ve bunun toplamı da 3470’tir
Zorunlu göç sonsuza kadar devam eden bir iskân değildir. Zorunlu iskân sürelidir ve 9 yılla sınırlandırılmıştır. Bu nedenle ikinci Dünya Savaşının bitiminden sonra 1947 son bulur ve Dersimliler yurtlarına geri dönüş yaparlar.
Zorunlu göçe tabi tutulan Dersimli vatandaşların sayısı hakkında farklı rakamlar vardır. tarihi kaynaklar bu rakamın yaklaşık 7–12 bin arasında bir rakamda olduğu ve Batı Anadolu ile İç Anadolu kent ve kasabalarına yerleştirildiği söylenmektedir. Devletin resmi kayıtlarına göre Dersim yöresinden seçilen 264 haneden 1.816 (isyancı aşiret mensubu) kişi çeşitli vasıtalarla 10 ayrı ilçeye gönderilmiştir. “Dersim 1938 Zorunlu İskân Kararı” Bakanlar Kurulu’nun denetiminde gerçekleşmiştir. Dersim harekâtında, Genelkurmayın verdiği rakama göre ölü ve diri ele geçenlerin sayısı 7.954 kişidir. Burada anlaşılan şu ki, devlet bizzat isyana katılanları ayrı, katılmayıp taraftar olan veya yeniden isyan potansiyeline sahip grupları ayrı tutmuş.
Devletin resmi kayıtları tam olarak açıklandığı zaman bu konu ile ilgili olarak tarihi gerçekler aslında durum çok daha net görülecektir diye düşünmekteyim.
YARIN İSYAN GÜNLERİ
PERİHAN TUNÇOK KILIÇ
ESMİZE 27.6.2011
YORUMLAR
senden çok şeyler öğreniyoruz esmize yarını merakla bekleyeceğim saygılar
Esmize - Perihan Kılıç
söylenecekler, söylenmeyecekten korkuyor....herkes neyin ne olduğunu biliyor...ama Resmi ideoloji işte..yapılanlar belkide doğru ..ne hikmetse mezalimi görenlerde bir başka oyun ile Atatürkçülük numarasına yatan mezhepçiler...