- 700 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İT ALİ
Ali ile ben aynı köyde doğup büyüyen iki komşu çocuğuyuz. Her ikimiz de birbirimizi çok severdik. Onun için her gün hep birlikte oynardık. Çocuklukta herkes gibi, bizde elbette biraz yaramazdık.
Bir gün evimizin önündeki bahçede Ali ile oynamak için evden çıkarken her gün olduğu gibi, annem, o günde her ikimize birden aman yavrularım sakın yaramazlık yapıp dövüşmeyin. İkiniz birlikte güzel güzel kapımızın önündeki bahçede oynayın. Diye, döne döne nasihat edip tembihte bulunurken ben daha annemin sözlerinin bitmesini bile beklemeden, eski püskü, yırtık pırtık ayakkabılarımı yarım yamalak giyerek hemen sokağa fırlamıştım.
Sokağa çıkar çıkmaz, Ali bana, Cahit gel seninle bu gün başka bir şey yapalım dedi. Ben de ona merakla sordum. Ali ne yapacağız. Çabuk anlat hadi seni dinliyorum dedim. Gel buradan biraz uzaklaşalım da öyle anlatayım. Yoksa annen sesimizi duyar. Sonra oyunumuz bozulur dedi. Bende onun o sözü üzerine peki deyip oradan biraz uzaklaşmıştık.
Ali’nin babası avcı olduğu için yazın ara sıra, kışında sık sık ava giderdi. Bir sürü kuş avlayıp getirirdi. Bazen bize verirlerdi. Annem onları bir güzel temizler, pişirir yerdik. Çok da leziz olurdu. Bunca yıl geçmiş olmasına rağmen hala ne zaman kanatlı bir hayvan eti yemiş olsam hep o zamanki yediğim kuşların tadını damaklarımda hissederim.
Ali ile bizim evin önünden uzaklaşır uzaklaşmaz, gel bizim eve gidelim. Bak sana ne göstereceğim dedi. Ben de oluşan o merakla birlikte Ali’lerin evinin yolunu çoktan tutmuştuk bile. İkimiz birlikte evlerine giderken daha yarı yolda başlamıştı. Ali ne yapacağımızı yavaş yavaş anlatmaya.
Meğer konuştuğumuz o günden, birkaç gün önce, Ali’nin babası, Ali’yi de yanına alıp ikisi birlikte ava gitmişler. Babası avlanırken, Ali de avları ürkütüp kaçırmamak için babasının tembihi üzerine olduğu yerde kısa bir süre, sessizce babasının gelmesini bekliyormuş.
Beklerken de etrafta ötüşerek ağaç dallarına konup kalkan birçok karga görüp onları seyretmeye başlamış. Daha sonra ilgisi artıp meraklı gözlerle onları takip etmeye başlamış. Onları takip edip seyrederken de içinde karga yavrusu olan birçok yuva görmüş.
Daha sonra o ağaçlarda gördüğü yuvalara çıkıp, toplayıp getireceği karga yavrularını besleyip büyütmek için, babasının keklikler için daha önceden ince söğüt dallarından yaptığı kuş kafesi aklına gelir. Sonra o da kuşların içinden kaçıp gidemeyeceği, babasının kafesine benzer bir kafes yapıp evde kimsenin görmeyeceği bir yere saklar.
Yaptığı kafesi sakladığı yerde bana gösterdikten sonra, kafesi de yanımıza alıp güle oynaya yuvaların bulunduğu ağaçlık bölgeye gitmek üzere yola çıktık. Biraz uzak olsa da varıp orayı bulmuştuk.
Ağaçların gövdeleri çok kalın olduğu için Ali’ye ben bu ağaçlara tırmanıp çıkamam demiştim. Ali hemen tırmandı ve yuvaların bulunduğu ağaçlara tek tek çıkıp yuvaların bulunduğu ince dallardan bir maymun ustalığı ile yavruları yuvalarından tek tek alıp, ağaç dalına astığı kafesin içine koyup ağzını kapattıktan sonra, ağaçtan aşağıya yine aynı ustalıkla inmişti.
Bak, birçok besleyip büyüteceğimiz yavru kuşumuz oldu diye büyük bir sevinçle boynuma sarılmıştı.
Daha sonra saydık, tam sekiz tane kafeste daha tüylenmiş karga yavrusu vardı. Zavallı yavruların anneleri de bizim tepemizde çığlık çığlığa ötüşerek bir pervane gibi dönüp dolaşıp duruyorlardı.
Onlara çok acımıştım. Ali’ye dedim ki, Ali biz bunlara bakamayız. Bunlar daha çok küçük, gel bunları geri yuvalarına koyalım. Demiş olmama rağmen Ali beni hiç dinlemeyip yavruların tepemizde ağlaşan anaları ile birlikte Ali’lerin eve kadar gelmiştik. Eve gelinceye kadar, ben Ali’ye yol boyunca yavruları bırakması için hep yalvarıp yakardım. Ama Ali beni hiç dinlemedi bile.
Yavruları beslemek için evlerine geldiğimizde Ali’nin annesi maalesef evde yoktu. Ali’nin söylenmesinden anladım ki o gün annesi, aynı köyde evli olan büyük kızının evine, hasta olan torununun hal ve hatırını sorup son durumunu öğrenmek için kızının evine onları ziyarete gitmiş.
Ali, annesinden anahtarı alıp gelmek için kafesteki yavrularla birlikte ablasının evine doğru söylene söylene koşmadan hızlı adımlarla gitmeye başladı. Ben Ali’nin serbest bırakmadığı yavruların hüznü içinde onun ardından gitmeye gönülsüzdüm. Onun için ağırdan alıp, yavaşça onun çok gerisinden gidiyordum.
Ablasının evine varmamıza çok az bir mesafe kalmıştı ama Ali ile benim aramızdaki mesafe de bir hayli açılmıştı. Ali anneee diye birden bire büyük bir korkuyla bağırmaya başlayınca bir de baktım ki, çalıların arasından koca bir çoban köpeği çıkıp Ali’ye saldırıp yere yatırarak burnunun ucundaki yumuşak dokuyu ısırıp kopararak otlar arasına bırakıp kaçmıştı.
Köpek kaçtıktan sonra Ali’ye bir baktım ki, ne göreyim, her yeri kan bere içinde kalmış. Ali çığlıklar içinde oy burnum, diye ağlıyordu. Elindeki kafesle birlikte karga yavruları da otlar arasına savrulmuştu. Anneleri hala tepemizdeydi. Ben sesimin çıktığı kadar bağırıp çağırarak, çığlıklar içinde Ali’ye yardım istedim. Sesimizi duyan konu komşu, uzak yakın bütün köylülerimiz koşup yanımıza gelmişlerdi. Gelenlerden biri Ali’nin kanayan burnuna beyaz tülbentten tampon yapıp kanı azda olsa durdurmuştu.
Herkes Ali’nin çok acele hastaneye gitmesinin gerektiğini söylüyorlardı. Ama gidilecek yer yayan, bir saatlik yoldu. Nasıl, neyle gideceklerdi. O zamanlar köyümüzde bir tane bile desen at arabası yoktu. Tek tük yoldan eski bez çadırlı cipler geçerdi. Ona da rastlanırsa binilir, on dakikada gidilirdi. Yoksa saatlerce beklenirdi. Annesi cip ya gelmezse diye telaşlanıp eşeği olan komşulardan bir eşek bulup, onun üstünde Ali’yi birkaç kişiyle birlikte kan kaybı ve kuduz tehlikesine karşı hemen ilçemizdeki devlet hastanesine götürmüşlerdi.
Sonradan öğrendik ki, Ali’nin burnu dikilmiş. Kuduz tehlikesine karşı da kırk gün, ilçede oturan bir yakın akrabalarının evinde kalıp her gün oradan hastaneye gidip iğne olacakmış. Doktor, Ali’yi ısıran köpeğinde bulunup veterinerliğe götürülmesini ve orada onun da bir süre müşahede altında tutulmasını istemişti.
Ama köpeği, dayım o gün başkalarına da saldırıp ısırmasın diye bulup av tüfeğiyle öldürmüştü. Doktorun isteği üzerine o gece köpeğin ölüsünü alıp veterinere götürmüşlerdi. Köpeğin kuduzluğu şüphe arz ettiğinden, Ali ilçede kırk günden fazla kalıp iğne yemişti.
Anneme beni Ali’nin ziyaretine götürmesi için çok yalvarıp yakarmıştım. Ama beni Ali’yi görmeye götürmemişlerdi. Ben de yanına her gidip gelenlerden iyileşeceğine dair haberler alıp duyduğumda Ali adına çok seviniyordum.
Ali iyileşip köye geldikten sonra, köydeki çocuklar Ali’ye it Ali diye lakap taktılar. Kimin taktığını şimdi hatırlamıyorum ama o günden sonra takılan lakabın iyi bir şey olmamasına rağmen Ali’nin adı, it Ali oldu. Herkes ona it Ali gel, it Ali git demeye başladı. Ama Ali bunların hiç birisine aldırmadan bu güne kadar sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürüp geldiğini düşünüyorum. Çünkü ben yıllardır köyümden çok uzağım. Şu an için doğrusunu söylemek gerekirse yaşayıp yaşamadığını da bilmiyorum.
Onun için şayet öldüyse Allah rahmet eylesin diyorum. Yok, yaşıyorsa da ben onu it Ali olarak değil, hala eski arkadaşım Ali olarak seviyorum. Buradan kendisine selam olsun…
24.06.2011
Cahit KARAÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.