- 633 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Suriye-Filistin-Hizbullah-israil
Tunus, Mısır, Libya ve nihayet Suriye’de değişim isteyen halk hareketleri ülkemiz insanını birkaç açıdan çok yakından ilgilendirmektedir.
Mezkûr ülkelerle tarihi, dini, bölgesel ve ekonomik olarak çok yakın ilişkileri olan Türkiye, bu devletlerin değişim ve dönüşümü ile yakından ilgilenmesi kadar doğal bir şey yoktur. Bu ilgi vatandaşların farklı, devlet/hükümetin farklı bir dil ve tonda (retorik) olması da son derece normaldir. Ama bu ilgi halk hareketlerinin olduğu ülkelerde “devlete/ülkeye göre” farklılık gösterince ister istemez birileri, bu farklılık neden diye sormak ister.
Son zamanlarda olukça sık duymaya başladık; “İslamcılar/dindarlar neden Suriye konusunda bu kadar sessizdirler” diye. Mısır kıyamına destek için -havalar daha soğuk ve yağışlı olduğu halde- sabahlayan halk, neden Suriye konusunda sessiz sayılabilecek düzeyde ilgi ve tepki gösteriyor. Bu soruyu yabana atacak olursak söz konusu istifhamları gidermemiş olacağız ki bu da yeni soruları beraberinde getirecektir.
Sözü fazla evirip çevirmeden “Suriye konusunda yeterli tepkiyi ortaya koymadığımıza” ben de inanıyorum.
Peşinen kabul etmemiz gereken, “İsrail Devleti’nin (kısa vadede) yararına gibi görünen Suriye direnişi, orta ve uzun vadede İsrail aleyhine dön(üş)ecektir. Halkın yönetimini belirlediği bir Ortadoğu coğrafyasında Korsan ve terörist İsrail Devleti oldukça müşkül durumda kalacaktır.
Evet,
İsrail’in yayılmacı ve terörist politikalarını bozan güç, Suriye olduğu kadar İsrail’in burnunun dibindeki İran-Suriye destekli Hizbullah örgütüdür. Aslında Hizbullah için artık “örgüt” demenin de doğru olmadığı kanaatindeyim. Zira Lübnan’ın büyük bir kısmını temsil konusunda meşruiyete sahip Hizbullah ülke halkının kendisi olmuştur. Yani Hizbullah demek, Lübnan’ın Müslüman olan ve olmayan halklarının ekseriyeti demektir. İsrail de Hizbullah’ın silahlı gücünden ziyade halkla bütünleşen bu yönünden; kabul görmüş gerçekliğinden çekinmektedir.
Hizbullah’ın kurucu felsefesini oluşturan dini ve siyasi en temel referansın Şii İslam anlayışı, dolayısıyla İran İslam Cumhuriyeti olduğunu söylersek hiç abartmış sayılmayız. Kuruluşunun başlangıcında rahmetli Mustafa ÇAMRAN ve yol arkadaşlarının Hizbullah’a ilk şekli vermesinin üzerinden 30 küsur yıl geçti. Her geçen yıl Hizbullah-İran ilişkilerini daha da sağlam zemine oturttu. Hizbullah’ın kuruluş sürecinde (özellikle ileride İsrail’e karşı caydırıcı güç olarak öne süreceği düşüncesiyle) Suriye’nin verdiği lojistik ve stratejik destek İran-Suriye ilişkilerini de belirlediğini vurgulamamız gerekmektedir. Bundan dolayı İran ülkesi ve yönetimi için ileri mevzi/korunak olan Hizbullah, Suriye Devleti için de benzer güvence olarak kabul edilmelidir.
Suriye’de zalim BAAS rejiminin halk hareketinden göreceği zararın şu kadarını Hizbullah ve elbette ki İran’ın da göreceğini söylemek için televizyon izleyicisi olmak yeterlidir. Bu konuda uluslar arası ilişkileri bilmek gerekmiyor. Ancak zararın/hasarın boyutları konusunda çok net bir şey söylemek için erken olduğunu bilmemizde yarar var.
Bu sebeple Suriye’deki halk hareketinin -BAAS rejiminin yıkılmasıyla birlikte- Hizbullah ve Filistin davasına “nasıl” zarar vereceği konusu ülkemizde de belirsizliğini korumaktadır.
Bu tespiti yaptıktan sonra Suriye halkının onurlu mücadelesini yeterince desteklememek, ya da desteğinin tümünü yansıt(a)mayacak bir duruma düşmek doğru mudur?
Hayır…
Hizbullah İsrail’i durdurmada ne kadar gerekli ise Suriye’de de BAAS rejimi yerine halka dayalı bir yönetime geçiş o kadar önemli ve gereklidir. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi Suriye’de meydana gelecek bir yönetim değişikliğinin ilk dönemlerinde Hizbullah aleyhine bir durum söz konusu olabilmektedir. Ancak orta vadede onurlu Suriye halkı İsrail’in yayılmacı anlayış ve planlarına karşı daha dik, daha hassas ve daha vakur politikalarla duracaktır.
Elbette ki Filistin davasının, Hizbullah’ın, Lübnan’ın korsan ülkeyi sevindirecek bir yara almasını asla doğru bulmuyoruz. Bunun yolu vardır ve bellidir.
Peki, yukarıda bahsettiğimiz halkta var olan kaygıları gidermek mümkün değil midir?
Bizim için bu kaygıları gidermeye İsrail’den Sayın başbakana gelen tebrik mektubunu (savaşa sebebiyet vermiyorsam!) açmadan geri göndermekle başlamak mümkün. “Bizden” özür dilemediler…
Ne alaka mı dediniz?
İşte öyle…
YORUMLAR
Konuyu şöyle ele almak gerekiyor : Suriye konusunda gerekli adımı atamayız. Bunun içinde bir çok neden sıralayabiliriz. Evvelâ, bölgede meydâna gelen olaya en büyük desteği yine bizim topraklarımızda yaşayan Kürt kökenli vatandaşlar vermektedirler. Pkk terör örgütünün yıllar yılı meskeni olmuş olan Suriye her ne kadar Pkk ile işbirliğini bitirmiş, sözde terör örgütü liderini sınır dışı etmişse de, ülkede Pkk bağlantısını yok edememiştir. Bunun neticesi olarak da ayaklanma hareketleri bizim topraklarımızdan da destek almaktadır.
Bir diğer husus ise; Beşar Esad babasının koltuğunu devr etmeyi düşünmediği fakat ağabeyinin öldürülmesi neticesinde koltuğa oturan isimdir. Görünenin aksine Esad, son derece iyi eğitim almış, Avrupai hedefler doğrultusunda yetiştirilmiş bir genç adamdı. Ağabeyinin öldürülmesi onu bu zorlu görevi seçmeye zorladı.
Mısır konusunda da aynı şeyleri söylemek mümkün. Kendi bağımsızlığını pazarlamaktan mükellef devlet başkanları ve halkına nasıl bir yardımda bulunacağımızı merak ediyorum doğrusu ? İngiliz sömürgesi olmaktan memnun Mısır devleti ve bu sömürüyü destekleyen halk nasıl oldu da ayaklandı ? Acaba BOP işlemeye mi başladı ?
Filistin mes'elesi asıl yaradır.'80 öncesi Filistin'e giden gençleri '' Allahsız '' olarak nitelendiren o zamanın '' dinci, inançlı '' kesimi şimdilerde Filistin için ağlıyor. Bu nasıl bir çelişki ? İsrail ile işbirliğine devâm ederken Filistin naraları atmak da ne oluyor ? Mavi Marmara gemisi ile öleceklerini bile bile insanları Filisitin'e götürenlere ne demeli, bilemiyorum. Çıkıp feryâd etmenin de anlamı yok. İsrail size nota verdi, gelmeyin vururuz dedi. Blöf mü yapmıştı İsrail ? Hayır, blöf değildi bu. En azından her cuma Mescid-i Aksa'da namaz kılmak için çırpınan Müslümanları düşününce gayet de ciddi idi.
Sözün özü, yine senaryolar yazıldı. Filmler çekim aşamasında. Bir zaman sonra da, oturup patlamış mısır eşliğinde izleyecek amerika ve avrupa. Olan kime mi olacak ? Yavaş yavaş parçalanmakta olan yurduma. Krallık verilmiyor ne yazık ki ülkem topraklarına.
1946 yılında bağımsızlığını kazanan(?) Suriye ile de ilk ciddi sorunumuzun 1957’de Baas Partisi’nin Hatay’ın Suriye toprağı olduğunu iddia etmesiyle meydana çıktığını unutmayalım. Ve bununla da kalmayıp arap dünyasında nasıl da protestolar, propagandalar yapmışlardı.
Ayrıca, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi’ne başlayacağını duyurması bile su sorunun çıkmasına vesile oldu. Su emperyalizmi uygulamakla suçlandık. Arap ülkelerinde yine propaganda yapıldı. Kışkırtmalar arttı.
1998 yılında neredeyse Suriye ile savaşın eşiğine gelmiştik. Orgeneral Atilla Ateş o dönem verdiği uyarı ve tehdit mesajları ile hâlâ akıllarda. Birçok başlık altında toplayabiliriz Suriye sorununu daha evvel de dediğim gibi.
Bence
- Hatay sorunu
- Su sorunu
- Terör örgütü Pkk sorunu
- Adana mutabakatı
Bu gibi başlıklarla yeniden gözden geçirmeniz gerekir komşu ilişkilerimizi.
Saygılar
...
su yolu tarafından 6/27/2011 2:21:19 PM zamanında düzenlenmiştir.