- 851 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Bunadık Biz Bunadık
Mehmet Bey, yaşlı ve unutkan kadınlar üzerine konuşmayı pek sevmez. Kesinlikle uzak durmak ister bu konulardan. Aslında onu düşündüren şey, karısı Emine Hanımın arada ortaya çıkan unutma sendromları. Kadınlar bu anlamda erkeklerden daha mı şansız ne. Beyinleri daha mı çabuk pes ediyor, yaşlandıkça küçülüyor mu? Bilmiyordu yanıtını ve daha fazlasını da düşünmek istemiyordu. Bildiği tek şey, bu durumda olan kadınların kocalarının olanları olduğu gibi kabul etmeleri ve karamsarlığa düşmemeleri gerektiğidir. Çünkü bu masum durumlar dünyanın sonu değil yani. Sadece süreç içerisinde insanın ev içerisinde duyduğu hep aynı cümleler, zamanla sinirine dokunur, o kadar.
-Mehmet! Hay Allah, gene nereye koydum ben bunları?
Salondaki koltukta oturmuş gazetesini okuyordu Mehmet Bey. Sessizlikten neredeyse uyuya kalacaktı. Unutkan karısı Emine Hanım’ın salona girmesiyle sıyrıldı dalgınlığından.
Emine Hanım, önce salonun her tarafına, kıyıya köşeye bir göz attı. Koltukların aralarını eliyle yokladı. Sonra salondaki vitrinin çekmecelerini açıp baktı tek tek. İçindekileri bir o yana bir bu yana ittirip dururken rahatsız edici sesler çıkarıyordu. Sonra da el çantasının içindekileri masanın üzerine döktü. Karıştırdı. Aradığı bir şey vardı ve bulamıyordu.
Mehmet Bey, yine sinirlenmeye başlamıştı. Gazetesini yana bırakıp, gözlüklerinin altından karısına doğru bakıp, sevecen ve sakin bir sesle:
-Emine, canım, yine bir yerlere koyduğun bir şeyi mi bulamıyorsun? Ne aradığını söylersen, belki bildiğim gördüğüm bir şeydir, söylerim ve sana yardımcı olmuş olurum, dedi.
Sözünü bitirmişti ki, karısının yalvarır gibi kendisine baktığını gördü.
-Mehmet, Gözlüklerimi gördün mü?
-Emine, sana kaç kere söyledim. Belli eşyalarını belirli yerlere koy her zaman. Öyle yaparsan aramana gerek kalmaz, üzülmezsin de.
-Biliyorum, biliyorum. Ama öyle dediğin gibi kolay değil işte. Ben bu evin her tarafına yetişmeye çalışıyorum. Her yere girip çıkıyorum temizlik için, diğer işler için. Öyle senin gibi gün boyu salonda oturup keyif çatmıyorum. Her yerlere girip çıkınca da belli bir yer olmuyor işte, eşyalarımı koyacağım. Senin işin kolay. Gözlüğünün durduğu yer belli her zaman da.
-Tamam, Emine. Bu konuda seninle ağız dalaşına girecek değilim, dedi yine sakince. Bak şimdi hatırladım. Az önce buzdolabından su alırken, oraya ait olmayan bir şey takılmıştı sanki gözüme.
-Gözlüğüm müydü yoksa? Diye sordu Emine Hanım, sevinçle.
-Bilmiyorum. Dikkat etmedim. Yumurta rafındaydı sanırım.
-Yumurta rafıymış. O kadar da bunamadım yani. Benimle dalga geçmeyi bıraksan iyi olacak.
-Hayır, böyle düşünmedim ben. Ama bir bak istersen, en azından bilirsin gözlük olup olmadığını.
Bir an ayakta durup bekledikten sonra mutfağa yöneldi Emine Hanım. Mehmet Bey de yeniden yarım bıraktığı gazetesine geri döndü. Yarım kalmış köşe yazısını okurken, mutfaktan buzdolabının kapısının açıldığını ve tuhaf sesler geldiğini duydu. Birazdan Emine Hanım elindeki şeylerle salona girdi ve sehpanın üzerine bıraktı.
-Bunlar mı benim gözlüklerim? Dedi.
-Hayır, dedi Mehmet Bey. Gördüğüm kadarıyla bunlar senin küpelerin ve boyun zincirin.
-Eh yani. Küpelerimi gözlerime takamam her halde, dedi gülümseyerek ve kendince espri yaptığını sanarak. Ayrıca, küpelerim ve zincirim nasıl girmiş yumurta rafına, diyerek sanki Mehmet Bey’i suçlar gibi kocasına baktı. Hem nerden biliyorsun her zaman özellikle değerli eşyalarımın durduğu yeri?
-Beni mi suçluyorsun yani? Başka işim yoktu da senin değerli eşyalarını takip edip onları bir yerlere mi saklayacakım?
-Tamam, Mehmet, bu konuyu kapatalım. Benim şimdi pazara gitmem gerekiyor.
Karısı pazara gitmek için dışarı çıkınca, Mehmet Bey derin bir nefes aldı. Biraz yalnız kalmak ve sessiz bir ortamda gazetesini okumak iyi gelecekti. Karısının pazarda eğer konuşacak birini bulursa uzunca sohbet edeceğini ve saatin kaç olduğunu unutacağını ve bu yüzden de geç geleceğini biliyordu. Yine de daha fena şeyler olmasın diye de dualar ediyordu içinden.
Yeniden gazetedeki köşe yazısına dalmıştı ki, karısının sevinç çığlıklarını duydu. Salonun kapısı hızla açıldı ve karısı Emine Hanım bir çocuk sevinciyle, yüzünde gülücüklerle içeri girdi.
-Sen pazara gitmemiş miydin?
-Tamam, şimdi çıkıyorum. Ama bak, gözlüğümü buldum işte. Nerde olduğunu tahmin edebilir misin?
-Hayır. Nerdeymiş?
-Tahmin etmek istemiyor musun? Dedi utangaç.
-Hayır, canım, hayır hayatım. Şimdi tahmin etmeye kalksam, gün bitecek. Benim gazetemi okumam, seninse pazara gitmen gerekiyor, değil mi?
-İyi o zaman. Yine de ben söyleyeyim onları nerede bulduğumu. Bana güleceğini bilsem de söyleyeceğim.
-Neden güleyim ki? Bunlar her gün gördüğüm, yaşadığım sıradan şeyler artık.
-Nasıl istersen, dedi Emine Hanım. Ama sen şimdi içten içe merak edersin. Gözlüğüm ekmekliğin içindeydi.
O anda kocasının yüzündeki alaycı gülümsemeyi görmemek için, aceleyle yürüyüp çıktı salondan.
Saat öğleni çoktan geçmişti. Gazetesini sonuna kadar okuyan Mehmet Bey, gözkapaklarına engel olamıyordu artık. Günlük şekerleme zamanıydı. Gazetesini sehpaya bırakıp, koltuk yastıklarından birini alıp kafasının altına koydu ve kısa sürede uykuya daldı.
Karısının omuzlarından bastırıp sarsmasıyla kendine geldi. Uykusunun ve rüyasının en tatlı yerinde karısı Meryem Hanım, tepesinde durmuş konuşup duruyordu.
-Mehmet, şarj aletimi bulamıyorum. Telefonum kapanmış. Kim bilir, belki de kızımız aramıştır beni. Gördün mü sen benim şarj aletimi?
-Bunun için mi beni uykumun ve rüyamın en tatlı yerinde sarsarak uyandırıyorsun? Ne bileyim ben senin şarj cihazını? Benim telefonuma uymaz ki o. Bahse girerim ki gene olmadık bir yerlere sokuşturmuşsundur onu. En son gördüğümde banyodaki havluların arasında duruyordu.
-Teşekkürler canım. Çok yardımseversin. Hata mı ettim yani sana sormakla? Başka kim var bu evde de ona sorayım?
-Of, be Meryem! Rüyamın da içine ettin yani.
-Neymiş ki o rüyan? Dul komşumuz Hayriye Hanımı mı gördün yoksa?
-İşte böyle saçma sapan takıntıların var senin. Belki de o takıntıların yüzünden böyle aklın karışıyor ve unutuyorsun neyi nereye koyduğunu.
-Bunamış olduğumu mu ima ediyorsun?
-Bunu sen söyledin. Sen söylüyorsan doğrudur. Çünkü öyle olmasa bu kadar unutkan olmazdın.
-Sen, sen… Sen nesin peki? Dedi kızgınlıkla ve üzüntüyle.
-Bilmiyorum. Neymişim ben?
-Bilmiyorsan bilme. Ama sana bunamış olmadığımı ispatlayacağım. Görürsün şimdi sen, diyerek salondan çıktı.
Çok fazla zaman geçmeden, Emine Hanım elinde şarj aletiyle kablosunu tespih gibi parmaklarında sallayarak içeriye girdi. Gülerek ve gururlu bir yüz ifadesiyle, Mehmet Bey’e bakıp:
-İşte ispatı, dedi. Onu hemen buldum.
-Nerdeymiş? Kahve kutusunun içinde miydi yoksa?
-Aman ne komik! Kahve kutusuna neden koyayım ki şarj aletini? Önemli olan onu bulmuş olmam değil mi? Nerede olduğunun ne önemi var. Merakını gidereyim ama. Pudra kutusunun içerisindeydi.
Mehmet Bey, karısına belli etmeden gülümseyerek banyoya gitti. Yüzünü yıkayıp, saçlarını taradı. Ceketini giyip dışarıya gitmeye hazırlandı. Karısına:
-Canım, ben arabayı götürüp servisine göstermem gerekiyor. Balatalarına baktıracağım. Fazla sürmez işim, dedi.
Emine Hanım, bir fırsat yakalamış gibi, sinsice gülerek, kocasına:
-İyi. Ama eve gelmeyi unutma sakın, dedi.
-Asıl komik olan bu işte, dedi Mehmet Bey, kapıyı ardından kapatıp dışarı çıktı.
Arabasını servise bırakıp her zaman uğradığı lokale gidip orada beklemeye başladı. Kendi akranı Alaattin Bey ile ateşli bir tavla oyununa tutuştu. Her zaman ezici bir üstünlükle kazandığı oyunu, bu kez defalarca kaybetmekten kurtulamadı. Şakalaşarak birbirlerine takıldılar. Sonra yine her zamanki gibi, çocuklarından, torunlarından, eşlerinden söz ettiler. Akşam olmak üzereydi. Birlikte kalkıp yavaş yavaş eve doğru yürümeye başladılar. Hava çok güzeldi. Yürümek ikisine de iyi gelmişti. Epeyce yol vardı önlerinde, ama sohbet ederek yürüdükleri için uzaklığın farkında bile olmadılar.
Yine de eve vardığında, epeyce yorulduğunu anladı Mehmet Bey. Yaşlanıyoruz artık, diye geçirdi içinden.
Evin kapısını açtı anahtarıyla. Karısı mutfaktan heyecanla ve şaşırmış bir şekilde koridora koştu.
-Ay, sen miydin? Ben de dalmışım galiba, birden kapının açıldığını duyunca. Ne bileyim arabanın sesini de duymayınca, birileri mi, yoksa hırsız mı girdi içeriye diye korktum bir anda.
Arabayı duyan Mehmet Bey, eliyle anlına vurup:
-Hay Allah! Hay Allah! Dedi üst üste.
-Ne oldu? Hayrola? Kötü bir şey mi oldu yoksa?
-Ben arabayla gitmiştim değil mi?
-Eğleniyor musun benimle? Tabi ki arabayla gittin. Servise gitmedin mi?
-Biliyor musun? Sana bir şey diyeceğim ama sakın gülme bana olur mu?
-Neymiş o? Merak ettim şimdi.
-Hayatım ben arabayı servise bıraktığımı unutmuşum. Ta oradan buraya yürüyerek geldim.
-Eee? Şimdi ne olacak?
-Olacağı yok. Servis çoktan kapandı. Artık yarına alırım arabayı.
Akşam yemeği sofrasını hazırlamak için yeniden mutfağa dönmeye hazırlanan Emine Hanım, gülümseyerek:
-Bunadın sen artık Mehmet, bunadın, dedi.
-Evet, evet, dedi kızgın bir ses tonuyla. Bunadım ben. Bunu sen çok iyi anlarsın. Bunamanın ne demek olduğunu bilirsin ya.
-Haydi, gel hayatım gel. Mutfağa geçelim. Yemek hazır sayılır. Gel iki bunak oturup keyfimize bakalım, dedi, Emine Hanım.
YORUMLAR
"Düş de gör" demişler ya, konu, o cinsten...
Eskimiş bir çift lâstiğin, arabaya, yağmurlu zeminde patinaj yapıtrması kadar beklenen ve doğal......... şaka için okumakta fayda var.
Emek verdin- yazdın... Sağol.
Kadir Yeter. TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=79749