- 1040 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Katil’in Seyir Defteri
Güneşin sarımsı saçları pencereye dokunmadan birkaç dakika önce uyanmıştı. Seviştiği kadınlardan arda kalan susturulmuş çığlıkları ilk kez hissetmişti bu kadar İsmail.
O da hissedebiliyordu sanki artık.Onca maktulü için hüzün duymaya başlamıştı adeta.Belki değişmeye karar vermişti.
Bir gecede değişmenin mümkün olabileceğini düşünenlerdendi . Kendi içinde muhakemeye girmişti bile. Birden seviştiği kadınların çıplak tenlerinin izini taşıyan dağınık yatağına örtülü kırmızı çarşafının menilere bulandığını gördü.Vücudu kendini besliyordu günahlarıyla İsmail’in. İlk defa yalnız uyanmıştı o yataktan. Süresi ötekilerden uzun bir sessizlik aldı odayı,Korku filmlerinde bir sahneyi andırıyordu evin içi.İsmail’de başrol oyuncusu bu filmin.
Bütün bu yaşadıkları şeyler bir rüyâ olmalıydı;ama yok rüyâ denilemezdi buna, belki bir kâbus olmalıydı. Kendisi de bir türlü anlam veremiyordu olanlara zaten,’’ya gerçekten Elif bana aşıksa’’ diye geçirdi içinden. Nereden gelmiş ve girmişti aklına?
Kim cesaret edip fısıldadı kulağına bu gizemli sözü. Korkmaya başlamıştı; yine de düşünde bile seviştiği için Dilek’le, küçük ve bir o kadar alaycı gülümsemeyle geçirdi o saniyeleri. Bu gülümse kahkahaya dönüşüverecekti ki,duş alması gerektiğini düşündü bir an. An’lar önemliydi onun için. Soyunurken hem şarkı mırıldanıyor o kadınlara inat, hem de Erol Taş’ı imrendirecek çılgın kahkahalar atıyordu.Attıkça çoğalıyordu içindeki kötülük çiçekleri adeta.Banyonun içindeki aynanın buğulanması ve o damlaların aşağıya doğru kıvrak dansçılar gibi hareket etmesi onu daha da heyecanlandırıyordu. O da artık bir şeylere şahit olmuştu.’’Hep Şemsi olacak değil ya’’ diye sessiz sözcüklerle konuşuyordu kendi kendine. Sonra kendi aletinin Şemsi’ninkinden daha küçük olduğunu fark etti-Daha önce Şemsi’nin yanında sevişmesine rağmen- Büyük bir aşağılanma duygusu sardı etrafını. Kudüs’teki Ağlama duvarını çağrıştıran bir izlenim vardı karşısında.Kutsiyetliğini artırıyordu içinde bulunduğu mekanın sanki. Daha önce öldürdüğü bütün kadın kadavraları, gözlerinin önünden film şeridi gibi geçti.Bu sefer kendi göz çukurlarında biriken göz yaşlarıyla boğuyordu o kadınları.
Bazı kadınlar göz yaşlarıyla beklerler ölümü ve gözyaşlarıyla yolcu edilirler,âşık oldukları adamlar tarafından.
İsmail hangi kadınlara âşıktı o zaman?
İçinde başlayan kızıl bir kanama hissetti, bir serseri akıntıydı;ama nereye gideceği meçhul bir akıntı.Duştan çıktıktan sonra, mutfağa doğru hareket etti. Sonra da dün gece aldığı ve tecavüz ettiği kadınların kızıl dudaklarını çağrıştıran şarabı çıkardı dolaptan,bardağa doldurmadan bir it gibi dikti kafasına.Bir kadınla sevişircesine, büyük zevk duyuyordu o an’lar.Yeşilçam filmlerinin o unutulmaz adamlarını çağrıştırıyordu daha çok: Hancı! Şarap getir, iki kişilik; ancak O, tek kişiydi. Artık iki kişi değillerdi.Yalnız başınaydı. Bu gün çıkmayacaktı dışarı,sevişmeyecekti ve de.
Kime küsmüştü böyle?
Kime idi kızgınlığı?
Kendisine miydi yoksa?
Bu sorular, etrafı sarmış terk etmiyordu bir türlü.Bir örümcek ağı gibi tavanda asılı kalmışlardı.Bir cevap bekliyorlardı şüphesiz.Bütün soruların bir cevabı var mıydı onu da bilmiyordu. Hiçbir şey bilmiyordu zaten. -sevişmekten başka- dışarıyı seyretmek istedi, Bazen camdan dışarıyı seyretmek bir ibadet gibi gelir insana,içerdesin ama yükseklerden insanları seyrediyorsun, tecavüz etmek gibi tıpkı.
Hayat hâlâ devam ediyordu onsuz.Ve onsuz da yaşamak mümkündü.Birden etraf kızılımsı bir havaya büründü. Tam bir fahişe avı havasını taşıyordu.Daha çılgıncaydı bu hava,baş çıkarıydı ya da.Yine gülmeye başladı,nedensiz bir nedenle. Horatius’un ’’Ne gülüyorsun? Anlattıklarım senin hikâyen ’’ sihirli sözünü çağrıştırıyordu yaptıkları.Gülmelerle kapatıyordu yaşadıklarının üzerini. Böyle yaparak hafifletebilirdi günahlarını ancak. Ateist olmasa hani, Allah’a sığınıp ellerini açacaktı belki de.İnsan inanmadan da sığınamaz mıydı Allah’a? Sadece inananların mı bu hayat,inanmayanlara yer yok mu? Diye düşünmeye başlamıştı ki,birden kapı çalınır.Hiç önemsememişti kapının çalınışını;çünkü kapılar çalınmak için vardır çoğu zaman’’ diye fuzuli sözcüklerle düşünüyordu.Ve ya tarihte sarf edilen söz misali,geldikleri gibi gidecekler miydi?
Kapının ardındaki pes etmiş olacak ki,bir daha çalmadı kapıyı.Düşündüğü gibi olmuştu geldiler ve sonra da gittiler.Her gelenin bir gün muhakkak gideceği gibi.Kollarında hâlâ iğfal edilmiş onca kadının tırnak izleri duruyordu ve hiçbir zaman da gitmeyecekti belki.Kalıcıydı sanki onlar.Ruhları çoktan terk etmişti bu şehri; ama izleri devam ediyordu.İntikamlarını böyle alıyorlardı sanki.
İsmail,okuyan bir katildi,meslektaşları gibi cahil biri hiç değildi. Onca kadını yatağına atabilmesi bu yüzdendi biraz da.Strateji uygulardı.Her meslekte olması gerekeni yapardı yani.Ve bir başka özelliği, seviştiği kadınların fotoğrafını çektirmekti.Meslektaşları maktullerinin isimlerini beyaz kağıtlara not ederken, O fotoğraflarını topluyordu.İsimleri önemli değildi onun için.Hiçbirinin ismini de bilmek de istemiyordu;başarının sırrı burada saklıydı biraz da.
Kaç piçin babası olduğunu düşünmek bile istemezdi.
Piç olan biri,nasıl bir piçi merak edebilir ki.Piçler duyarsızdır çünkü.
Saklanmaya çalışmadı hiçbir zaman,’saklanmanın en iyi yolu, fazla görünmek olduğunu’ biliyordu çünkü.O da bunu yaşam felsefesi edinmişti bu yüzden. Diğerleri saklanırken,o durmadan sevişiyordu birileriyle.Kadın avcısıydı.Sadece, kadınlara kini vardı ve sadece kadınları öldürürdü -bir iki hatayı saymazsak eğer-.
Kadınlardan alacağı olduğunu düşünürdü.Çocukluğundan beri öğretilen şey buydu.
Kadınlar affedilmeyi hak etmezler,erkeklerin kölesi olmaktan başka.Hiçbir zaman anlamaya çalışmadı kadınları.’Anlamak, affetmekti’ ve anlasaydı,affederdi. Kadınları anlamanın en iyi yolu onlara tecavüz etmek olduğunu yazardı sperm kokan günlüğüne.Sıra dışı bir katildi ve inanılması güç biri.Tarih bırakıyordu ardında,okunsun, ders alınsın diye. Bütün teferruatıyla müstear ekleyerek anlatırdı,seviştiği kadınları.Fahişeler de kutsanır bir gün,orospu çocuklarının kutsanacağı gibi Tanrı tarafından.
...
Ve güneş batmaya çoktan yüz tutmuştu,yıldızlar saygı duruşuna dizilmişlerdi bile.
Bu sefer ansızın zil çalmaya başladı yine;ancak bu sefer kapı zili değildi karnının acıktığını ve bundan ötürü aç olduğunu anladı. Ama hiçbir yiyecek de yoktu evde.Hiçbir zaman olmamıştı da.Telefon numaralarının kayıtlı olduğu defteri karıştırdı,belki bir Pizzacının telefonuna denk gelirim diye.Defterin sayfalarını tek tek çevirdi. Alıp kaçırmışlardı telefon rehberinden sanki. Arzu ettiği kadını hemen bulabilen İsmail,bir telefon numarasını bile bulamıyordu şuan.Çaresizdi.Ve buna çok kızıyordu.Azgınlığını,erkekliğini acemi kadınların üzerinde geçiren bu piç,şimdi öylece oturuyordu koltukta biçare.Dışarı çıkmak istemiyordu canı,lanetlenmiş de olabilir kadınların ruhları tarafından.Kadınların gizil bir gücü vardı çünkü ve bu gücü İsmail’in üzerinde kullanmış olabilirlerdi.Başını iki elinin arasına alıp, düşünmeye başladı.Basit gibi görünüyordu her şey,sadece karnı acıkmıştı.Bunlar üzerinde düşünmeye bile gerek yoktu;ancak o,bunu kabullenemiyordu. Dışarı çıkmak istese de artık çıkamazdı belki de. Bu kadar çaresiz olmadığını anlatıyordu o fotoğraflara.
Delirmişti adeta.Bir yandan küfrediyor, bir yandan da masayı tekmeliyordu durmadan.Ona ‘’dur,yapma!’’ diyen de yoktu yakınında.Kendine zarar verdiğinden bile aciz olan İsmail,canını acıtmış olacak ki,gözleri nemlenmeye başladı.Ağlamak istiyordu,ağlayamıyordu,ağlamayı unutmuş acemi bakışlarla o fotoğraflara bakıyordu sürekli büyük nefes alıp verişlerin ardına saklanarak.
Birden,kapı tekrar çalınır;ama bu sefer zille birlikte.Her şey başa mı dönmüştü, yoksa dejavu mu olmuştu,onu bile bilmiyordu.Kapıyı çalan kişinin gitmeye hiç niyeti yoktu bu sefer sanki.Geldiği gibi gitmeyecekti anlaşılan.
Sonra,Timur’un Ankara sokaklarındaki aksak adımları gibi, kapıya doğru yöneldi ve yürümeye başladı İsmail.Kim o,demeden önce kapının deliğinden dikkatli bir şekilde baktı.Sonra sırtını kapıya dayayıp öylece beklemeye koyuldu ve bir şeyler mırıldadı:
Sizce ne mırıldamış olabilir?
YORUMLAR
Öykü yazmak güzel ve heyecanlıdır. Geniş hayal gücü ve ortalamanın üzerinde bir sözcük dağarcığı gerektirir. Hayal gücünü kullanmışsınız. Yer yer çok şairane sözler de söyletmişsiniz kahramanınıza. Ama öykü diliniz biraz aksak kalmış bana göre. Eğer o anlatım aksaklığı olmasaydı, öykü gerçekten çok güzel olabilirdi.
Hikaye psikolojik ağırlıklı. Biraz daha katilin iç dünyasından kopyalar verebilirdiniz okura. Buna kaleminizin şiir yeteneği de sizin hayalgücü zenginliğiniz de müsait bence.
Tasvir yapacağım diye gereksiz yere boğmuşsunuz bir çok cümleyi. Aynı şey benzetmelerle de oldu. " Timur gibi aksak gezmek Ankara sokaklarını." Oysa isteseniz çok sade bir şekilde çok başarılı bir öykü yazabilirsiniz.
"...bir it gibi dikti kafasına." Öyküler her nekadar hayal üzürünü de olsalar bazı mantık kurallarına riayet edilmesi gerekiyor. Yoksa yazı okur gözündeki inandırıcılığını kaybedebiliyor. Köpekler başlarına bir şey dikebilecek yaratılışda mahluklar değildir biliyorsunuz. Bu benzetme bir tepki olarak yazılmış belli, ama uymamış.
Sizin ince ince eleştirenlere ne gözle baktığınızı biliyorum. Ama bunları söylemesem ve size "Yüreğinize sağlık, tebrikler. Müthiş yazıyorsunuz" desem şirin görünürdüm fakat asla size iyilik yapmış olmazdım. Oysa şu an sizi sinirlendirmem bile yine sizin faydanıza. Bir sonraki öykünüzün çok daha farklı olacağını da biliyorum.
Biz nesirciler olarak birbirimize yaptığımız eleştirilerden mutluluk duyarız. Bu bizi asla azaltmaz, aksine çoğaltır. Şiirde zamir, sıfat, zarf önemli olmayabilir belki, ama nesirde önemlidir. Ve biz birbirimizi uyarmak zorundayız, buna itiraz eden de pek yoktur.
Öykü yazdıkça daha başarılı olacağınıza inanıyorum. Bu benim şahsi ve naçizane okur görüşüm. Belki sizi bu çalışmanızla çok mükemmel bulanlar da vardır. Zevkler ve algılar farklı...
Başarılar diliyorum.
Saygılar.
Aynur Engindeniz tarafından 6/25/2011 6:17:21 PM zamanında düzenlenmiştir.