yasaklı yürekler 2/4
Oğuz’un içindeki kuşkular yok olmuştu, ama yükü hafiflemiş miydi ? Babasının yüreğinden annesinin kovulmadığını anlamıştı. Mutsuz da olsalar, birbirleri için bir değerlerinin olduğunu bilmek Oğuz için sevindiriciydi. Annesi yıllarca babasının yanı başında kalarak, onun hep destekçisi, eşi vazifesini titizlikle gerçekleştirmişti. Babası da annesinden boşalan yeri başka birisiyle doldurmayı düşünmeyerek evliliğine sadakatini gösteriyordu.
Şimdi Oğuz, kendisine büyük sıkıntı veren bir yükü zihninden temizlemiş, ama başka bir yükü, üstelik bambaşka ağır, sadece düşüncede değil, fiziki olarak da ağır bir yük zihnini tıkabasa doldurmuştu.
Özlemle karşılıklı otururlarken bile ruhu çok uzaklarda dolaşıyor, dalgın bakışları aklının türlü düşüncelerle mücadele verdiğini gösteriyordu.
“Babanla konuştun mu Oğuz ?”
Sıçradı birden. Bu soruyla kendine gelmiş, Özlem’le beraber oturduğunu sanki o an fark edebilmişti. Bakışlarındaki anlamsızlık üzerine Özlem sorusunu yeniledi.
“Babanla diyorum, konuştun mu?” Soruyu ancak anlayabilmişti. Başı önünde
“evet” dedi ancak duyulur bir sesle. Oğuz’un sıkıntısı nasıl da belliydi.
“Demek ki Necdet Amca kendine yeni bir eş bulmuş” diye düşündü Özlem;
“Peki Kimmiş ?” Oğuz şaşırmıştı.
“Kim kimmiş ?” dudakları aralandı Özlem’in. Oğuz’u incitmeyecek bir kelime aradığı gözlerinden belliydi. Tedirgin bakışlarla cevapladı.
“Babanın, şey… beraber olmak istediği kişi” rengi attı Oğuz’un
“Yok, o öyle değil…” birden çıkıvermişti Oğuz’un dilinden bu cümle. Şaşkınlık Özlem’in bakışlarına geçmişti bu sefer.
“Nasıl yani ? Ne demek istemiş öyleyse ?”
Dudağını ısırdı Oğuz. Pişman olmuştu. Şimdi nasıl diyecekti Özlem’e, kendisini bu kadar çok seven bir yüreğe “ benim yalnızlığımmış sorun, “ nasıl diyebilirdi ki.
Şu an oturduğu koltuktan kalkıp, mümkün olduğunca uzaklara gitmek, her şeyden uzaklaşmak istiyor, ama bunu yapacak gücü kendinde bulamıyordu.
Oturduğu yerde iyice büzüşmüş, yüzünde donuk bir tebessüm, gözlerinde yardım çığlıkları atan bir bakışla Özlem’i süzdü.
Bütün ifadeler Özlem’in, Oğuz’u tanıyan ruhunun süzgecinden geçiyor, ama Özleme hiç bir şey hissettiremiyordu. Üzmemeliydi Özlem’i. Omuzları taşıdığı yükle daha bir çöktü; yüzü, donuk tebessümüne daha sıkı sarıldı; dudakları, Özlem’in duymayı beklediği cümleyi söylemek için aralandı.
“Benimle daha fazla vakit geçirmek istiyormuş da. Ben yanlış anlamışım” Özlem, derin bir nefes aldı. Yüzü daha bir ferahlayıp arkasına yaslandı. Bu cümle ile Oğuz’un bakışlarındaki çığlıklar da susmuş, Özlem’i izliyordu. Gülümseyerek cevap verdi Özlem;
“Baban haklı Oğuz, onunla geçirdiğin saatler daha fazla olmalı”
Bakışları ne tatlıydı Özlem’in. Oğuz, yerinden kalkıp Özlem’e sımsıkı sarılmak, içindeki fırtınaları Özlem’in ılık nefesiyle dindirmek için şiddetli bir arzu duyuyor, ama görünmeyen iki el omuzlarından çekerek hareket etmesine mani oluyor, hatta şimdiki zamandan, Özlem’den uzaklaştırıyordu.
“Ahh…” diye geçti içinden. “Bir bilse…” nasılda yıkılırdı Özlem.
İçinde bir volkan patlamış, o dehşetli yaradan lav gibi sızan çaresiz öfkesi, vücudunun en gizli boşluklarına damla damla dolmakta, ama sımsıkı kapanan çenesi bu öldürücü sızıntının bir zerresini dahi dışarıya sızdırmamıştı.
“Hadi Özlem, kalkalım mı?” dedi hesabı öderken. Bütün günü, son birkaç gün olduğu gibi yine hayattan uzakta, bir sis tabakası içinde gibi geçmiş, içinde taşıdığı kabus tüm varlığına egemen olmuştu.
ağabeyleriyle buluştuğu gün, içini boşaltmaya karar verdi. Bir çözüm önermeseler bile, en azından yükünün farkında olurlar, hiç olmazsa Oğuz’u dinleyerek biraz ferahlamasını sağlayabilirlerdi.
Her hafta buluşurlardı üç kardeş. Her Perşembe öğleden sonra “gene geç kaldın” sitemleriyle karşılanan Oğuz, bu hafta herkesten önce gelip, masada ağabeylerini bekliyordu. Ellerini birleştirip çenesine dayamış, gözleri önündeki bardaktan saatine kayıyor, arada bir kapıya doğru göz atıyordu. Ferit’in sesiyle kendine geldi,
“ Ooo…beyimiz, hayrola erkencisin” gülerek cevap verdi Oğuz;
“Erkenci mi, sen de onbeş dakika geciktin abi” neşeyle çektiği sandalyeye oturdu Ferit. Huzurlu, keyifli bakışlarıyla Oğuz’a bir göz kırpıp cevap verdi;
“Ne yapalım, kendimizi, beyimize göre ayarlıyoruz artık” gözlerini salonda gezdirip, ceketini düzeltti, “şimdi bir yirmi dakika daha koy, patron gelince kadro tamamlanır”
“Nasıl yani ?” diye şaşkınca sorunca o keyifli bakışlar yeniden Oğuz’a dikildi. “ arkadan da yarım saat seni beklerdik Oğuz” ve ekledi “ bu hafta yarım saat kardayız anlayacağın”
Abisini severdi Oğuz. Ferit’in keyifli halinden kendi payına düşeni almış, sitem karışık şakalara aynı şekilde cevap vermeye çalışıyordu.
“Olsun o kadar abi, bu evin en küçük ve şımarık delikanlısı benim” gülüştüler. İkisinin de gözlerinin önünden anneleri geçti. O da en küçük Oğuz’a takılır, mutluysa küçüklüğünden, kızgınsa şımarıklılığından dem vurur, en öfkeli zamanlarında bile, evlatlarının kahkahalarına her çeşit duyguyu barındıran gülücüklerini karıştırırdı. Oğuz annesini ne çok özlediğini şimdi fark ediyordu. Saçlarının arasında annesinin parmaklarını hissetmeye, burnunda annesinin kokusunu duymaya ne çok ihtiyacı vardı. Göğsündeki yangını ancak annesi söndürebilirdi. Yanında olsaydı…
Hafifçe gözleri yaşardı. İçinde gün geçtikçe ağırlaşan bu yük annesinin yokluğu ve kendisine emanet edilmiş gibi hissettiği babası, çok sevse de aşamadığı için içten içe öfkelendiği babası ile taşınamayacak kadar ağırlaşmıştı.
YORUMLAR
Geldim. Elime fincanımı aldım. Öykünün karşısına geçtim.
Baştan sonra keyifle okudum. Ben seri öyküleri okurken bir önceki bölümü de okurum genellikle. Aradan zaman geçince unutabiliyor insan ne olup bittiğini. Ben de öyle yaptım.
Çok iyi...
Çok beğendim.
Kutluyorum sevgili Reyya...
Aynur Engindeniz tarafından 6/22/2011 9:58:29 AM zamanında düzenlenmiştir.
reyya
Aynur Engindeniz
Detaya inmeden söyledim bu sefer. Gerçekten çok iyi gidiyorsun...Bana güven.
Seviyorum seni takip etmeyi güzel kalplim...
Sevgiler.