- 1089 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
FIRAKTU...
Sessiz sakin Temmuz sabahı erkenden uyandım. Hava her zamankinden daha bir güzel. Gökyüzünün kendine has mavileşmiş göz çukurlarında, güneşin kızıllığını yanaklarına kondurup gamzelerine rüzgârı gelişi güzel hapsediyor... Bugün babam kardeşlerimi getirecek. Çok özledim onları. Karşılamak için bahçelerin arasında ki dar yoldan ilerliyorum. Karabaş arada bacaklarıma dolandıkça "hoşt " diyorum. Babannem gibi kaşlarımı çatıp gözlerimi kısarak karartıyorum. Eğilip elime taş alıyormuş gibi yapıyorum.Korkup geri çekiliyor. Yola devam ediyorum.
Ağaç kadar olmuş ısırganlardan kendimi korumaya çalışsam da elim yanıyor. Hemen yerdeki efeleği alıp yer yer kabaran elime sürüp"ısırgan git, felek gel "diyorum. Böyle söyleyince "ısırganın yangısı "hemen geçermiş. Halam söylemişti. Isırganın sinek ısırığı gibi şişirdiği elimin derisi neredeyse soyulacak efeleği sürtmekten...Derenin kenarına geldim. Soğuk suyla yıkadım elimi. Biraz yangısı geçer gibi oldu. Derenin karşısına çoraplarımı ıslatmadan geçmek için, kenardaki gelişi güzel konmuş büyük taşlara dikkatlice basıp karşıya geçtim. Biraz ıslandım ama olsun.
Ta dedemin dedesinin diktiği yol kenarındaki gövdesi geniş, büyük armut ağacına yaslandım. İki kolumu iç içe geçirdim. Babaannem bu halimi görse kızar. Hemen söylenmeye başlar. "Çıkar o kollarını birbirinin içinden, kısmetin kapanacak" Açıyorum kısmetimi. Kollarımı birbirinden ayırıp ,aynı anda ikisini de
öksüz bırakıyorum.
Ensem de kolum da bir şeyler geziyor.Her ne ise çok fena ısıtırıp canımı yaktı.Kolumu ani bir refleksle enseme götürüp elimle kontrol ediyorum. Parmaklarımın arasında bir karınca çırpınıyor.Dönüp ağaca bakıyorum.Karıncalar sırtlarına bir şeyler yüklenmiş tek sıra halinde hızlıca ağacın tepesine yürüyorlar.Yukarıya doğru bakmaya çalışıyor bir taraftanda karıncaların ısırdığı ensemi kaşıyorum. Karınca hala çırpınıyor parmaklarımın arasında.Yaklaştırıyorum kendime .Göz göze geliyoruz. Minicik simsiyah gözleriyle korkusuzca bakıyor."Sende kimsin çabuk beni bırak " der gibi. Bedenine göre kafası kocaman. İncecik kıl gibi bacaklarını kurtulmak için oradan oraya savuruyor.Diğer karıncaların yanına bırakıyorum.Bana dönüp bakıyor. Bir hışımla ağaçtan aşşağıya iniyor.Başka bir karıncanın yüküne yardım edip ağacın tepesine doğru yol alıyorlar...
Ayağımın altındaki taşı evirip çeviriyorum.Elime alıp bakıyorum."Sek sek için ne güzel taş" taşı armut ağacının arkasına koyuyorum.Benden başkası görüp almasın diye.
Nerede kaldı babamlar? Annem de gelecek mi acaba? Benim resim defterim ile boyalarımı getirir inşallah. Unutmasa bari....
Kulağımı derenin şırıltılı sesi dolduruyor. Ninni gibi geliyor. Annemin ince sesinden berrak bir türkü çağlayarak gelip kulağıma yerleşiyor...Başımı çevirip derenin yanına doğru yürüyorum.Anneme bakar gibi gülümsüyorum. Oysa annem yok yanım da. Ben boşluğa gülümsüyorum. Tam sarılacakken ellerim hava da kalıyor. Ellerim yine öksüz. Bu sefer yetim açlığıyla düşüyorlar boşluğa.
Eteğimi toplayıp ,çömeliyorum. Dere kurumuş küçük otları ve dalları sürükleyip götürüyor...Kenarda duran sopayı alıp derenin üzerindeki taşlara takılan otların yolunu açıyorum. Otları ve küçük ağaçlarıa belki farkına varmadan çok uzaklara gitmeleri için yardımcı oluyorum.
-Assiye ne yapıyon burda gıı ?
Bakıyorum sesin geldiği yere. Teyzemin kızı Meryem. Bahçeyi çevreleyen fıraktunun (çit) üzerine, tek zıplayışta çıkıp oturuyor.
-Hiç bir şey .
-Gelmedi mi gardaşların?
-Gelmedi, diyorum. Ama içime garip bir burukluk akıyor. Kendimi yapayalnız hissediyorum. Oysa benim annem babam kardeşlerim var. Benim onların yanında olmam gerekmezmiydi? Gözlerimden engel olamadığım yaşlar düşüyor, derenin içine. Sürüklenip gidiyorlar. Küçük kuru ağaç parçaları gibi. Meryem anlamasın ağladığımı diye ağzımı açıyor nefesimi öyle alıyorum. Yaşlar hem sıcak hem tuzlu. Giriveriyor ağzımdan içeri. Garip bir acı ağzımın içine yerleşiyor. Ben de tükürüyorum .Kardeş özlemi de böyle bişey işte.Sarılması sıcacık,özlemek tuz kadar acı ve yakıcı..
-Gelsene gı diyor .Gel burda oturalım.
Anladımı acaba ağladığımı? Elimi yüzümü yıkıyorum.Derenin suyundan bir avuç su içip kendimi toparlıyorum.
-Sakın derenin suyundan içme! Tükür çabuk!
-Neden ? Neden içmeyecekmişim, diyorum bir taraftan da yuttuğum suyu geri çıkarmaya çalışırken gözlerim kızarıyor.
-Parmağını sok ! Kus hepsini.
Parmağımı boğazıma sokarken öğürüyorum.Ama daha ileri gidemiyorum.Meryem yanıma gelip parmağını boğazıma sokup ne kadar çırpınsamda dinlemiyor.Ağzımdan acı sarı su gelene kadar uğraşıyor.Yüzüm gözlerim hatta boğazım kıpkırmızı oldu.
-Hah tamam şimdi oldu.Diyor.Ben yine bir şey anlamıyorum.Halbuki derenin suyu çok temiz ve tadı da çok güzeldi.
-Gel yanıma diyor.Sende çık fıraktuya.Çıkabilirsin değil mi? "Bilmem ki "deyip başımı sağ omuzuma düşürüp ,aynı anda omzumu kaldırıyorum.
Fıraktunun üzerine çıkmaya çalışıyorum .Ama zorlanıyorum.Bir daha ki denemem de oturuyorum. Meryemin yanına.İkimizin de eteği var.Onun eteğinin kumaşındaki renkler daha koyu ve de uzun .Ayaklarında çorap yok.Benimki ise beyaz üstünde pembe çiçekleri var.Beyaz çorabım yer yer çamur olmuş..
Acıyan boğazımı tutuyorum elimle. Acı sarımtırak suyun zehir gibi tadını tükürüğümle çoğaltıp tükürüyorum..Fındık bahçesindeki otların üzerine.
-Senin o hikayeden habarın yok galiba?
-Hangi hikayeden?
-Yıllar yıllar önceymiş. Bizden biraz büyük bir gız. Çok susamış derenin suyundan avuç avuç içmiş.
-Ee ne var bunda?
-Dinle bak anlatıyorum ya işte. Neyse aradan bir kaç ay geçiyor. Kızın karnı büyüyor. Anası babası namusumuza halel getirdi diye kızı götürüp dağda bırakıp eve geliyorlar. Çobanın biri kıza denk geliyor. Diyor "ne işin var gebe halinle dağ başında."Ben gebe değilim. Anam bubam beni getirip buraya bıraktılar". Çoban acıyor haline. Ama garipte geliyor kızın anlattıkları. Bir kaç gün sonra kızın sancıları başlıyor. Çoban ne yapacağını bilmez halde yardım etmeye çalışıyor. Bir de ne görsün?
-Ne ne görüyor. ?
-Kızın çocuk diye doğuracağı yılan değilmiymiş!
-Aaa
-Meğerse kız o gün dereden içtiği suyun için de yılan yumurtalarından birinide mideye indirmiş.Anladın mı şimdi .Sana niye kusturdum o suyu ?
Gözlerimi fal taşı gibi açıp ağzımda kalan suyu öğürerek çıkarmaya çalışıyorum.Elimle karnımı yokluyorum.
-Korkma senin midende hiç bir şey yok.Ama aklında bulunsun.Bir daha içme.
-Peki ya kız, ya çoban ne yapmış?
-Çoban yılanın çıktığını görünce yanında ki tüfeğiyle yılanı vurmuş.Sonra kızın köyüne gitmişler.Durumu anlatmışlar.Tüm köylü ve ana bubası yaptığından utanmış."Kızınızla evlenmek istiyorum "demiş .Ellerini öpüp kendi köyüne götürmüş kızı .Sonrasın da ise evlenmişler.
Rahatlamıştım.Derin bir nefes almıştım.En azından hikaye güzel bitmişti.
*
Meryem fıraktunun üzerinde oturduğu yerden ayaklarını sallıyor. Ben de ayaklarımı sallıyorum. İkimizin lastiği de aynı renk. Ama onun lastiğinin üzerin de boncuklar var.
-Bu boncukları niye koydun?
-Anam gaybolmasın diye dikti.
-Nasıl kaybolacak ki?
-Mektepte gayboldu .Sonra anam bazardan bunları aldı.Hem değişmez.Hem kaybolduğun da kimin aldığını anlarsın.
-Mektep neresi oluyor?
-Sen mektebi bilmiyon mu? Biz birazdan gidicez.Kardeşlerini al sende gel .Hep beraber gideriz.
-Babaanneme sormalıyım.İzin verirse geliriz.
-Tamam..Ben gidiyorum. Önce inekleri sağıcam .Sonra aluya (bahçeye) salıcam.Abdest almayı unutma.Bir de çember (yazma) al başını örtmek için.
Fıraktunun üzerinden destek aldığı elinin yardımıyla iki adım ileriye atladı. Fıraktu sallandı.Ben sallandım.Düşmemek için yanımda duran kazığa tutundum..Zayıf uzun boyluydu. Gözleri bal peteğinin koyu yanında kalmış gölge gibiydi. Benden iki yaş büyüktü. Teyzem hep hastaydı.Evin küçük annesiydi.Büyük ablası evlenip İstanbula gelin gitmiş.Tüm işler Meryeme kalmıştı.Tavuklar onun koşarken ,düşmemek için kaldırdığı siyahlı eteğinin sağa sola savrulmasıyla kaçışmaya başlamışlardı.
Bir araba geliyor.Yoksa babamlar mı? Beni almaya geliyor olsunlar ne olur?Burada kalmak istemiyorum? Evimi özledim.
Köy yolunu toza toprağa katıp arkasın da kocaman toz bulutları kaldıran taksi biraz ileri de durdu.Ben de arkasından koştum.Arabanın yanına gelip ,camından baktım.Kardeşlerim gelmiş.Hemen kapıyı açıp kardeşlerimi kucaklayıp ağlaşıyoruz.Öpüp kokluyorum.Hepsi annem kokuyor.Ön koltuğa bakıyorum.Annem yok!
Babam yanıma gelmek için arabadan iniyor.Ben de ona doğru koşup kucağına atlıyorum. Sarılmak babaya. Kokusunu almak. Güç almak . Kuvvet almak. Benim babam işte. Bakın geldi . Görün işte. Bu benim babam. Beni bırakır mı hiç buralarda?
Köydekiler ahşap evlerin camlarından kalın perdeleri aralayıp meraklı gözlerle bakıyorlar.Ben arabanın kapısını açıp ön koltuğa oturmaya çalışırken. Babam bagajı açıyor .Valizleri, alışveriş paketlerini indiriyor. Dikiz aynasından görüyorum. Anlıyorum. Burda kalacağız. Bu sefer kardeşlerim de olacak. Ama o zaman da annem yalnız kalacak. Korkacak. Belki de bizi özleyecek. Annemi çok özlüyorum. Arabanın için de ellerimi yüzümün arasına alıp ağlıyorum. Ağlayışlarıma, hıçkırıklarım bir de kardeşlerim eşlik ediyor. Hep beraber anne diye diye ağlıyoruz bir süre. Babam arabanın arkasın da sigarasını yakmış derin derin dumanını içine çekip üflüyor. Biliyorum bana büyük görev düşüyor. Peçeteyle gözlerimdeki yaşları silip, diğer kapıları açıp kardeşlerimi dışarıya çıkarıyorum.
Arabanın kapısını kapatıyorum. Hiç bir şey demiyorum. Valizi ve büyük paketleri babam alıyor. Ben küçük kardeşimi kucağıma alıp sağ belime oturttum. En küçük kızkardeşime "gel miniğim ver elini" dedim. Eli sıcacıktı. Kardeşti. Canımın bir parçasıydı...Kucağıma aldığım kardeşim ise çok tombikti. Ama hiç ağır gelmiyordu. Kardeş ağır gelir mi insana hiç? Diğer kardeşlerim de ellerine aldıkları poşetlerle arkamızdan geliyorlar.
Dereyi babam geçiriyor kardeşlerime. Ben de geçerim ama babamın geçirmesine hiç bir şey demiyorum. Güneşten yanmış babamın yüzü. Yeşil gözleri daha bir belirginleşmiş sanki. Ama hüzün de hafif yerleşmiş. Belli etmemeye çalışıyor ama. Ben anlıyorum . Ben de babama belli etmemeye çalışıyorum. Yine kardeşlerimi sıkıca tutup dar yoldan geçiriyorum. Isırganlara yaktırmıyorum. Eve yaklaştık. Asma ağacının altına sedirin üzerinde oturan dedemin kucağına bırakıyorum erkek kardeşimi.Birbuçuk yaşında .En küçüğümüz.Dedemin beyaz sakalları batıyor.Gıdıklıyor dedem.Gülücükler atıyor.Bizim de yüzümüze acıyla karışık bir tebessüm yayılıyor.
Hep beraber harman yerine hazırlanan sofraya oturuyoruz.
Şeker kattığım sıcak sütüm yüzümü ısıtıp alnıma doğru nefesini üflüyor.
Bardağın elini yakması sonucu "uflayan " küçük kardeşime sütünü üfleyerek içiriyorum.O içtikçe ben doyuyorum..Erkek kardeşlerim de kahvaltılarını yapıp salona geçip bilyeleriyle oynamaya başladılar.Sofrayı toplamaya halam yardım ediyorum.Kız kardeşim Münireye de sofra bezini verip "silkele miniğim bunu"diyorum."Tamam ablacığım" diyor.Sofra bezinden düşen ekmek kırıntılarına tavuklar ve kuşlar koşarak geliyor nasiplerini yiyorlar.
Babam asma ağacının altında ki sedire gidip oturuyor...Gömleğinin üst cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal sigara alıp yakmak için çakmak arıyor ceplerinde...Ceketin de unutmuş. Ceket ise arabada. Hemen ocağın üstündeki çakmağı alıp koşuyorum yanına. Yaklaşıp yakıyorum sigarasını. Sonra yanına oturup başımı göğsüne yaslıyorum. Sarılıyor babam sıkıca. Çok şey söylemek istiyor babam. Ama ben o söylemeden anlıyorum. Yeşil gözleri ağlıyor babamın. Benimkiler de ağlıyor. Anlaşıyoruz babamla. Ama hiç birbirimize göstermiyoruz. Ben annem gelene kadar kardeşlerimin küçük annesi olacağım.
YORUMLAR
HakkınSesi
kendi üslubu içinde duygu yoğunluğu ve akıcılığı ile çok güzeldi
tebriklerimi bıraktım...saygımla
Ülviye Yaldızlıı
küçük yaşların büyük olgunluğu.....çocukluğu yaşamadan ana olmak....bu millete mahsus bir durum....okurken çok içlendim....teşekkürler sultan
Ülviye Yaldızlıı
Selam/hürmet ile..
Yine güzel bir yazı...
yine farklı dünyalara yelken açtı ruhumuz...
yazan yüreğe ve emeğe selam olsun...
Tebriklerimle
Ülviye Yaldızlıı
Ülviye Yaldızlıı
sevgilerimle.
Duru, kendinden emin, bizden bir yaşamın resmedildiği net bir akış...
Bana elbette kutlamak düşüyor...
Ülviye Yaldızlıı
Sende bir sıçrama var Sultan. Artık daha ciddiye alarak yazdığın çok belli. Üzerine düşüyorsun, seviyorsun yazdıklarını. Kişinin megalomanlığa kaçmadan kendini ve ürettiklerini sevmesi daima olumlu yönde yansır çalışmalarına. Ben buna inanıyorum. Eğer yazdığımı severek okumuşsam ve bir kaç kez daha okuma ihtiyacı duymuşsam bu çalışma insan içine çıkartılacak kıvama gelmiştir diye düşünürüm hep.
Bir çocuğun gözünden olayları seyretmek her zaman heyecan vericidir bana göre. Ama bu anlatımı yaparken dikkat etmemiz gereken bazı şeyler var. Çocuğun o anki yaşıyla paralel olmalıdır algı gücü ve söylemleri. Aksi taktirde öykü gerçeklikten uzaklaşır. İnandırıcı olmaz.
Bu öyküde çocuğumuz kaç yaşında? Davranışları onun en az 10- 11 yaşlarında olduğunu gösteriyor. Daha küçükse, büyükler arasında geçen bazı şeyleri anlayıp, gözlerine keder bakışı takamaz. Evet annesizliğin acısını 2 yaşındaki bir çocuk bile bariz bir şekilde yaşar, ama kardeşlerine sahip çıkma, başkaları üzülmesin diye, içindeki fırtınayı bastırma küçük çocuklara has bir duygu değil. Yani diyeceğim, çocuk anlatıcılar yaşlarına göre davranmalı ve konuşmalı...Sen yaş belirtmediğin için rahatsın:)
Sen böyle özenerek ve severek yazdıkça, çıtanı yükselttikçe eleştirilerim artacak biliyorsun değil mi? Kardeş mardeş demeyeceğim:)
Yaz sen hep...Kutluyorum.
Sevgiler.
Ülviye Yaldızlıı
Ama son anda yayınlamaktan vazgeçit..
Bu kadar üzgün değildi o kız..
Her zaman ne istersen söyleyebilirsin..Eleştiri yapılmasına izin vermesek ne işimiz var burada..
Sevgimle gülüm..
Ülviye Yaldızlıı
Az biraz ben olabilirim belki bu kız:)
Aynur Engindeniz
Ülviye Yaldızlıı
Aynur Engindeniz
Ülviye Yaldızlıı
Gecen güzel olsun..Öptüm seni çok ama çok...En çokta yüreğinden...