KOKMUŞ HARFLER
KOKMUŞ HARFLER
Kimi ‘Yoruldum’ diye başlıyordu, kimi ‘Eğlence bitti mi?’ diye. Kimi yoruluyordu içinde dayak yemişçesine, kimi sevinç kahkahaları atıyordu sayısal loto tutturmuşçasına… Kimi hayallerinin; hatta hayal bile edemediklerinin gözlerinin önünden kayışını izliyordu, kimi kayan hayatlardan bazılarını yakalayıp çıkar sağlamayı bekliyordu. Hayat ormanında kimileri sadece kesilmek için yetiştiriliyordu dal gibi, kimileriyse sadece kesmek için yetiştiriliyordu balta gibi…Dallar isteyerek mi seçmişlerdi bu rolleri yoksa puanları yetmeyince tercihte yükseltmeden buraya mı düşmüşlerdi? Düşmüşlerdi; çünkü kimse ezilmek istemez. Kimse boşuna yaşamak istemez. Boşuna yaşamak “boşa” yaşamak mıydı sahiden? Ya da insan boşuna yaşayabilecek kadar şanslı mıydı? Boşa yaşanmazdı; insanın görevi mücadele etmekti. E peki o zaman hayata yorularak başlayanlar ne yapacaktı? Hayat gerçekten de karmaşıktı. Sıra dışıydı. Şaşırtıcıydı hem de korkutucu. Güzeldi de. Dedim ya karmaşıktı.
Boş kontenjandan dal olanlar da birinci yerleştirmeden balta olanlar da acıyla karşılaşıyordu. Çünkü hayattaki en gerçek duygu acıydı.”Gerçek” adının geçtiğini duyunca birden lafımı kesse de söylediği şey güzeldi: “Ben herkes için aynı değilim.” Doğruydu; gerçek tek bir kavram olamazdı. Gerçek sert görünüşünün, dogmatikliğinin altında yumuşak bir kalp taşıyordu. Eski şirketi olan “İnsan Ltd. Şti.”den yeni ayrılmıştı. Bu şirkette çok tecrübe kazanmıştı. Öğrendikleri sayesinde insanlara nasıl davranması gerektiğini biliyordu. Hani şu idealistler var ya, hep doğruyu söyleyelim, gerçekçi olalım diyenler, gerçekleri savunup duruyorlar ya, gerçeklerle dolu bir hayatın daha yaşanılır olduğunu savunuyorlar ya! Yalan… Çünkü onlar savundukları gerçekleri bile kaldıramazlar çoğu zaman…Gerçekler hafiftir aslında; ama gerçeklerin buharlaşarak oluşturdukları “düşünce bulutları” ağırdır. Gerçek de bunu bildiğinden insanlara gerçek yüzünü göstermez.
Peki ya insanlar gerçek yüzlerini gösterir mi? İnsanın tanımı sözlüklerde hala “Sözle anlaşan, düşünce yeteneği olan en gelişmiş canlı” olarak tanımlansa da bu kelimeler işlevini yitireli, bu harfler ses çıkartmaktan istifa edeli ve bu cümleler gerçekleri yansıtmadığından kırılalı çok olmuştu. Kalemler başka şeyler yazıyordu artık. İnsan değişmişti. İnsan olabilmek değişmişti. Değerler değişmişti. İnsan kalbinde, beyninden çok cebini dinlemeye başlamıştı. Masumiyet de kalkmıştı artık.
İnsanların kendilerince “insan” dedikleri şey on parmağının en az üçünü masumiyeti boğmak için kullanırken, “vicdan” onları uzaktan sessiz sessiz izlerken, artık kafeslenmiş; kafeslenmek zorunda kalmış olan “kalp” ne düşünüyordu ya da düşünebiliyor muydu? Kalp niye bekliyordu ki! Neyi bekliyordu? Düşünmek kalbin işi değildi. Bıraksın onu etrafını elektrikli tellerle çevirmiş olan beyin düşündün. Düşünmeyi düşünmesin kalp. Hemen ortaya atılsın, doğru olanı yapsın; masumiyeti kurtarsın. Yoksa kalp de artık gerçek gibi mi düşünüyordu? İnsanların doğruları kaldırma sporuna başlamak için yaşlı olduğunu mu düşünüyordu? İnsanların gerçek yemeğini ağzına yüzüne bulaştırarak yemesinden şikayetçi miydi? Kalp hiçbir şey yapmadı. Mücadele etmedi, savaşmadı masumiyeti kurtarmak için. Belki kalp de kendi duygularının intiharını gördüğü için masumiyete inanmıyordu ve onu kurtarmadı. İnsan öldürdü onu sonunda. Zaten son zamanlarda masumiyet iyice hastalanmıştı. O kadar ikaza rağmen yüksek dozda insan enjekte ediyordu kendine. E haliyle ciğerleri mahvolmuştu. Masumiyetin mezar taşına “idealleri için isteyerek öldü” yazıldı. Vicdan, onun ölümünü sessiz sessiz izledi. Öldükten sonra bile ağzından tek laf çıkmadı. Çok yakın arkadaşı olduğundan çok etkilendi ölümünden. Ölüm başka bir şeydi…Ölüm hayatın bitmesi değil; insanın hem ölenin hem geride kalanların kendini sorgulamasıydı…Ölüm başka bir şeydi…Kalmaksa bambaşka…Vicdan bu acıya dayanamadı ve bavuluna koyduğu birkaç silgiyle ayrıldı oradan…Yanına sadece silgi aldı…Masumiyete yaptığı hataları silemezdi; ama o silgilere bakarak bir daha hata yapmazdı…İşte… Kalemler artık başka şeyler yazıyor…
Vicdan “nefret”le karşılaştı. İntikam sırası harflere gelmişti, cümleler sıkılmış yalnızlıktan, kelimeler isyanda…Kalemler çekilmiş köşelerine içli içli ağlıyor yazdıklarından ve yazacaklarından ötürü, gözlerinden dökülen yaşlar ıslatmış kağıtları, kağıtlar küsmüş mürekkeplere…Mürekkepler…Onların derdi bambaşka. Onlar da yorulmuş suratsız harflere ev sahipliği yapmaktan, her gün onların ağız kokusunu çekmekten yorulmuşlar. Harfler kokmuş; kokuşmuş. Çünkü “hep” aynı şeyi söylüyorlar. Çünkü gerçeği “hiç” söylemiyorlar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.