- 1028 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Benim Güzel Şiirlerim ve Şiirde Eytişim// Yazınsal Yaratı Üstüne Fikir Uçuşmaları (Iıı)
Duyguyu üfleyen, ozandır. En kadim şamanlardan, kamlardan, büyücülerden el almıştır. Şiire, şiir denmediği, şairin doğmadığı zamanlardan gelir.
İlk ergenlik çağıma kadar, ben de şiir yazmıştım. Arkadaşlarım bir yerlerden yürüttüğümü düşünür, benim yazdığıma inanmazlardı. Şiir sipariş ederler, “Yaz bakalım, gerçekten yazabiliyor musun?” diye sınava çekmeye kalkarlardı. Ben de, kendimi kanıtlamak için canhıraş siparişleri hazırlardım. Çocukluk işte...
Lise çağına geldiğimde, bir daha hiç denemedim. Şiirden anlamaya(!) başlamış olmalıyım.
Her nazım, şiir değildir, deriz.
“Şiir ve Şair’den
Duyguyu aramam, farklıyım;/Elimde sözlük,/Ve kırık dökük birkaç kelime;/Yazarım alt alta,/Olursam anlaşılmaz,ustayım derim/Önemli mi şiirin rengi,sesi sedası?/Dizilsin de kelimeler...”
bonheur/Edebiyatdefteri.com
Günümüz şiirinin genel görünümünü bu dizelerle dillendirmiş genç şair. Şiirin tümü, günümüz şiirine güzel bir taşlama, bir özeleştiri.
Şiir; öncelikle duygudur. Ama olgun, iyi şiir, duyguyla düşüncenin harmanlandığı değil, yoğrulduğu, tümleştiği şiirdir.
Şiir; sesdir, müziktir. Onlarca sözcük, ayrı bir sazdır. Sözcükler, tahta ve bakır üflemeli, vurmalı, yaylı/telli çalgılardır.
Anlam, bu çalgıların oluşturduğu, duyguyu en iyi yansıtan orkestra aracılığıyla iner yüreğe ve vurur.
Duyguyu üfleyen, ozandır. En kadim şamanlardan, kamlardan, büyücülerden el almıştır. Şiire, şiir denmediği, şairin doğmadığı zamanlardan gelir.
Şair, çağı imgeler. O, maestrodur, kuyumcudur.
Şiir; resimdir, fotoğraf değil. Oranları, perspektifi, geometrisi vardır. Saz olmuş sözcükler, renklere, biçimlere bürünür.
Şiir; en arınmaz kiri bile dillendirse, kirlenmeyi anlarız, kokuyu hissederiz ama şiirin kendisi pis kokmaz, kirli değildir.
Şiir; en iğrenç sahneleri anlatsa, midemizin bulandığını hissettirse de kendisi iğrenç olamaz. Bu durum, şiirin, duyumsayan, tiksinen ozandan çıkan soluğun, şairin emeğiyle, ustalığıyla, güzelduyuya (Estetik) kavuşmuş biçimidir.
İşte benim güzel şiirlerim böyledir, sevgili okur.
Ozan, yüreğinin inebildiği derinliklerinden soluğunu üfler. Şair, BİLGİSİNİ, YETENEĞİNİ ve EMEĞİNİ devreye sokar. Alır o soluğu, bir kuyum işçiliğine durur, çalgıların uymunu sağlayan maestro olur. Ozan/şair, şiirini tamamlar.
Okur; bilgi birikimi, deneyimi kadar müziği, resmi, anlamı algılar, içine çeker soluğu, kendi derinliklerine savurur.
Soluklar nerelerde kesişir, örtüşür, bilinmez. Bu gizemdir. Evren gibi. Bir aşktır başlar, zamane aşklarına asla benzemez, ölümsüzdür. İhanet yoktur, sadakat sonsuzdur.
Hayır, yanlış oldu sevgili okur. Eytişime(Diyalektik ) uymadı. İhanet vardır, aşk da biter.
Şiir, evrene doğru yol alırken bir önceki şiire ihanet eder. Yeni bir şiir aşkıdır o aşkı bitiren. Çünkü onu aşan karşıtı doğacaktır.
Gerçek ozan/şairin yaradılışındaki bu sınırsızlık dürtüsü, onu çoğunlukla bedensel, tinsel ve değişken aşklara koşturur. Ne var ki, içsel yaratının sınırsızlık dürtüsü, bu aşklarla yetinemez; onun için şair, süregen bir doyumsuzluğa mahkum olur, kısır döngüye düşer çoğu kez, kendini yinelemeye durur. Çağlar boyu yaşayabilen ozan/şairler, bu döngüden sıyrılmayı başaranlar, bu zinciri kırabilenler, yapamadığında şiiri bırakanlardır.
Duygu ve düşüncelerin özgürce dillendirildiği dönemlerde yaratı, evrenselliğe daha rahat yönelir. Ozan/şairin taşkın ve aşkın duyguları, yurdunun, gezegeninin, evrenin dört bir yanını daha özgürce gezer, şiirini yaratır. Temalar çeşitlenir, çoğalır, zenginleşir, renklenir, iç dünyayla evren arasında daha bir yakınlaşma oluşur. Ama bunda da bir görecelik vardır. Çünkü şiir, sınır tanımaz, özgürlük, hep görecedir onda.
Toplumsal baskı dönemlerinde, ozanın magmasından fışkırmak isteyen aşkın ve taşkın lavlar, can korkusuyla içeri tıkıştırılır. Ozan/şairin doğasında var olan arayış itimli bunalımı iyice derinleşir. “Sophie’nin Seçim”i gibi bir seçimdir dayatılan. Ya da kırk katırla kırk satır.
Ya biat edecek, saray şairi olacak, padişaha methiyeler düzecek, caize almasa bile kelleyi kurtaracak, ya kalemi bırakacak ya iyice sözcüklerin anlaşılmazlığında yitip kendini kandırmanın sancılı ağırlığıyla yaşayacak, o ağırlığı anlaşılmaz sözcük oyunlarıyla atmaya çalışacak, belki intihar edecek ya da sınırlarını açmak, aşmak için savaşıma girecektir. Edebiyat tarihi, her seçenekten sayısız örneklerle doludur.
Çünkü, çiçek, böcek, göğün mavisi, derenin şırıltısı, yaprakların hışırtısı, erguvanlar, bitip tükenmez yarım aşklar, deniz ve dalgalar, kır çiçekleri, içki şişeleri, şişelerin dibi, dibinin dibi/camın içi, martılar...Hayır, tüm bunlar, ozanın özündeki sınırsızlığı doyuramayacaktır.
Sınır, ozanın doğasına aykırıdır.
Burada, şairin doyumsuzluğu ve sınırsızlığına ilginç bir örnek vermek isterim.
XIX. yüzyıl Avrupa’sı, Fransa. Kilisenin yüzyıllar boyunca aklın önüne ördüğü duvarlar hızla yıkılmakta. Aydınlanma doludizgin yaşanıyor. Ama büyük ozan/şair Baudelaire sembolizme sığınmış, haykırıyor Albatros’ta.
Neden? Yüzyıllarca zincire vurulmuş olan akıl, şimdi kurtulmuş zincirlerinden, doludizgin ortalıkta koşturuyor, meydan onun artık. Karanlık çağ, akıl-sezgi/duygu dengesini iyice bozmuş, her ikisini de zincire vurmuş. İkisi bir olup isyan ettiyse de o tarihsel dönemde, en sıkıştırılmış olan akıl, kurtulduğunda, gemi azıya iyice almış.
Akıl, öyle bir koşturmada ki, duyguyu, sezgiyi yok sayıyor, ezip geçiyor. Her nen, salt aklın terazisinde tartılmakta artık. Deney en gözde yöntem. Ama evren, salt, insanın pek azını kullanabildiği aklıyla mı sınırlı?
İnsan aklının ürettiği deneylerle evrenin gizemini çözmek olası mı?
Büyük Baudelaire bunu seziyor işte ve isyanda.Baudelaire kilisenin bağnazlığını mı özlüyor?.. Aklı mı yok sayıyor?.. İsyanı, akla karşı değil, aklın duyguyu ezmesine. Çünkü, ozan yüreği akıldan daha yakın evrene. Dışlanma, acı çekme pahasına isyandadır Baudelaire.
Ozan, geminin güvertesine düşen, göklerin egemeni, özgürlüğün simgesi, koca kanatlı Albatros’tur artık.
Yüreğindeki kızgın magmanın ateşiyle kavrulan ozan, bu kez de aklın zincirine vurulmaktadır. Kim durdurabilir bu isyanı?..
Baudelaire’yi bugün de severek okuyoruz.
“Albatros’tan
İşte,o yüce bulutlar prensine benzer Ozän,/Fırtınayla sarmaş dolaş, okçuyu umursamayan,/Yeryüzüne sürgün, bağrış ve çağrışlar arasında,/Engeller adım atmasını o devden kanatları.”
Kötülük Çiçekleri, Charles Baudelaire // Çev: Hulki Can Duru- İzedebiyat.com
Bir başka örnek de bugünden:
"Bütün Sanatçıları Susturun’dan
“Bütün sanatçıları susturun,/Hatta öldürün,/Bedenlerini yakın,/Ve küllerini betondan,/Devasa yalanlarımızın temellerine,/Gömün!”
Umut Salih Tiryakioğlu// İzedebiyat.com
Böyle haykırıyor, ülkemizden bir ozan. Elbette başkaları da var haykıran.
Okura gelince...O da seçimiyle başbaşa sevgili okur.
Ya bugünde kalacak ya da çağları aşacak olan ozanının ve şiirinin ardından koşacaktır.
Ayrımında olalım olmayalım, yaşamımızın her anı bir seçimi dayatır bize. Seçeriz, sürekli seçim halindeyiz. Ayrımında olsak da olmasak da...
Şiire, ozan/şairlere, okura sevgiyle...
15.06.2011
Vildan Sevil
YORUMLAR
vildansevil
Saygıyla...
Yine çok beğenerek öğrenerek okudum yazınızı sevgili Vildan öğretmenim.
Şiirin zor oluşu düz yazı gibi çok fazla kurallarının ve tanımının olmayışı bence.
Düz yazıda ilham şiirdeki kadar elzem değil gibi.
Yazılarınızı heyecanla bekliyor olacağım .
Saygılar, sevgiler
NuniLe tarafından 6/17/2011 5:58:42 PM zamanında düzenlenmiştir.
vildansevil
Sevgiler...
Küçücük bir cümle ile kocaman bir yazı yazmışsınız sevgili vildan hanım, " duyguyu üfleyen ozandır ".
Ben de izniniz olursa bu güzel yazıya bir, iki satır eklemek isterim.
Şiir ve yazılar yazar, okuruz.sonra yorumlarız.
Bu şiirlerin ve yazıların ne kadarını tam anlamıyla okur da ne kadarını yorumlarız.
.
Edebiyatta metin çözümleme işlemleri vardır, acaba bunu kaçımız bilir, kaçımız hayatta bir metni tam olarak inceleyip yazdık, yorumladık ?
Bu metin çözümlemeleri nedir bilir miyiz ?
Bunların içinde küçük sırlar vardır, olmazsa okuyucuyu kendisine bağlamaz...haberimiz var mıdır ?
Nedir bu sırlar ?
Edebiyat konuşmaz ama konuşturur :)
SEVGİLERİMLE.
vildansevil
Alçakgönüllü eleştirilerinizle gurur duydum, sevindim.
Kültür yaşamının derin ve zengin olduğu ülkelerde, eleştiri, olmazsa olmazdır.Ne yazık ki ülkemizde bu dal da çok gerilerde. Kısa internet yaşamımda, iki büyük şiir sitesini hızla izlemeye çalışıyorum. İzlenimlerim (Henüz yargı değil) şunlar: Ozan soluğunu hissettiğm çok şiir var. Ama bir o kadar da bilgiden kaçış var. O zaman soluk hep aynı soluk oluyor ve tıkanıyor ozan. Çünkü rekora yürüyüş, bilgi, emek ve süregen egzersizle olur, bu yapılmazsa ciğerler fazlasına izin vermez. Bu yazılar, Elsa incelemeleri(Yorumlarda Aragon, bankta çekirdek çıtlarken Elsa'nın gözlerinde eriyordu sanki) bu duyumsamaların ürünü oldu. Bilgiye çağrı adeta. Dedim ya, çam sakızı, anladığım, bildiğim kadarıyla...Kabul eden olursa...Belki vicdan rahatlatma.
Yorumlar ise tekdüze ve beğeni dolu. O zaman genç ozan nasıl gelişir? Bir de hınç dolu yorumlara rastladım bu sitelerde. Tam da toplumsal duruşumuz işte. Sorgulama, içtenlik ve nesnellikten uzaklık.
Bunlardan sonra, sorularını içeren incelemeler planlıyorum, becerebilirsem.
Neredeyse bir yazı yazdırdın bana ozan. Öğretmenlik böyledir işte, emekliliğe izin vermeyen bir meslek:(
Sevgiler...
vildansevil
Oysa önce bu yorumu işaretlemiştim.Ama diğeri de çok güzeldi.
Site yönetiminden ve okurlardan bu yorumun da etkili yorum olarak kabulünü mahcubiyetle dilerim.
Sevgili Vildan Hanım gerçek şiiri öyle güzel işlemişsiniz ki. Yine her zamanki gibi hayran oldum. Günümün yazısı. Tebrik ederim. Sevgilerimle.
vildansevil
Teşekkürler, sevgiler...
Sınır, ozanın doğasına aykırıdır.
..
Bu nasıl güzel ve doğru bir laftır hocam,kalemi yaşadığınız çağa ve yere göre kısıtlamak kişiyi ne derece geliştirebilir ki,insan yazıp yazıp çöpe atıyor Acaba ne düşünecekler mantığı ile davranıldığı zamanlar.Oysa okur şiire bakarken bir yerde hata yapıyor ve şiir ile şairi özdeşleştiriyor şiirden çıkıp şairi yargılamaya başlıyor .Böyle bakmak ne derece doğrudur .Şairler yaşadıklarından veya yaşananlardan veya hayal dünyasından beslenirler kaleme alır ve dökülürler ,döküldüklerinin de arkasında dururlar ve kalemi her defasında oynatırlar.
Şiirlere bakış açılarımız nasıl olmalıdır diye düşünüyorum her şiir okuyuşumda ,diyorum ki şair bu cümle içindeki bu kelimeyi neden kullanmış ,sözlük anlamına bakıyorum ne alaka diyorum,ama bir de şiirsel gözlüğü takınca yani bir şiir dilindeki anlamına bakınca ,yerli yerinde kullanılmış bir kelime diyebiliyorum.Bunu neden diyorum ,çünki şiirlere düz mantıkla bakmayı red ediyorum ben.
Yazılarını okuyunca daha bir derinlemesine bakıyorum kendime ve şiirler asla kirlenmez diyorum ..
sevgiler.
vildansevil
Derdimi anlayan birini görmek hoş bir duygu...
Yalnız, yazdığını kendin beğeniyorsan asla çöpe atma. Ko, kenarda dursun yayınlamazsan bile.
Sevgiler...