- 1213 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAYMAKÇILI HÜSEYİN
İzmir’in Ödemiş ilçesine bağlı Kaymakçı Köyü’nde yine o sabah gün ağarırken, nisan ayının ılık havası, güneş yüzünü göstermeden de hissedilir olmuştu. Köyün dışına doğru, Ali Efe’nin kırk dönümlük zeytin bahçesinin içindeki büyük köy evinde bugün bir kargaşa, sabah sabah mutlu bir bekleyiş vardı. Bahçedeki papatyalar, leylaklar yeni yeni açmaya hazırlanıyor, minik serçeler sabah olduğunu haber verircesine ötüşerek birbirleriyle sanki konuşuyorlardı. Ali Efe kapının önünde bir ileri bir geri gidip geliyor, eve gelecek yeni misafirin kızı Meral’in ardından, ikinci çocuğunun doğum müjdesini heyecanla bekliyordu. Her ne kadar Allah ne verirse hayırlısını versin diye devriş ane laflar ediyordu ama, gönlü bu ikinci çocuğunun erkek olmasını istiyordu.
Köyde iyi delikanlılar olduğu kadar asi gençler olduğunu biliyor duyuyordu. İçinden yiğit bir erkek babası olmak istesede, yinede hayırlısı diye mırıldanıyordu. Yiğit yörük Ali Efe, mert adamdı doğrusu.. Tarlasının bahçesinin öşürünü verir, ağzına içki koymaz, onca hak yiyene karşı asla kimsenin hakkını yemez, babası Yörük Ömer Efe’nin şanlı lakabını şerefle sürdürürdü. Babası kurtuluş savaşında düşmanla dağlarda silahlı çatışmalara girmiş, Ödemiş’in dağlarını düşmana dar etmiş yiğitlerden biriydi. Ömer Efe’nin bu geniş omuzlu çatma kaşlı yiğit oğlu da, ister istemez babasının soyunu sürdürecek hayırlı bir oğul istiyordu işte.
Vakit öğleye yaklaşmış, Ali Efe’nin sabrı iyice tükenmişti. Nihayet içeriden gelen sesler iyice çoğaldı. Kapıya köyün yaşlı emektar ebesi Gülizar Nine fırladı. Buruşuk elleri havada bağırarak, Ali Efe’ye doğru geliyordu. Adamcağızın sevinçten aklı gideyazdı. Doğru muydu Gülizar Nine’nin söyledikleri? Gerçekten tosun gibi bir oğlu mu olmuştu? İhtiyar ebenin peşi sıra içeriye daldı. Küçük kızı daha beş yaşlarında ya var yada yoktu. Ayak altında dolanıyor, sevinç çığlıkları atıyordu. Ali Efe odaya girdiğinde, yarı baygın karısını ve, kenarda tahta beşikte yatan, topacık oğlunu gördü. Fakir fukaraya sadakalar verildi, konu ,komşuya yemekler sunuldu, babası oğlunun adını Hüseyin koydu...
Çocuk şöyle dört beş yaşına geldiğinde beliydi genlerindeki asalet. Sessiz terbiyeli bir çocuktu. Çocukların oyunlarına katılmaz, evlerinide içine alan bu dev zeytin bahçesinde, ağaçların altında sessiz uslu oynardı. Bu koca bahçeden başka ötelerde tarlaları yemiş bahçeleri, ve bayırın eteklerinde ahırları vardı. Dedesi onlara epey mal bırakmıştı. Bazen babasının elini tutar, karşılara ineklerin olduğu yere giderler, babası hayvan bakıcılarıyla konuşurken, o ineklere seslenir onları severdi.
Yıllar birbirini kovaladı.. Hüseyin ve ablası büyüdü serpildiler. Ali efe oğlunun ve kızının okumasını istiyordu ya, kızı okumam diye tutturdu. Fakat Hüseyin gerçekten babasının yüzünü ağartmış, Ödemiş lisesini birincilikle bitirmişti. Babasına kalsa oğlunun liseyi bitirmesi yeterdi, kendisi artık biraz dinlenmek istiyordu. Zaten olgun yaşta evlenmiş ve artık orta yaşlara gelmişti. Fakat Hüseyin Nuh diyor, peygamber demiyordu.. İllede okumak büyük şehirlere gitmek istiyordu.
Nihayet beklenen oldu. Hüseyin iyi bir puanla İzmir’de Tıp Fakültesini okumaya hak kazandı. Babası istemeye istemeye onu götürüp eliyle okula kayıt ettirdi.. Ayrıca okuluna yakın bir semtte oğlunun ev tutmasına eşlik etti. Ali Efe’nin aslında oğlunun uzaklaşması, bu kalabalık şehirde yok olup gitme korkusu, içini kemiriyor, Kaymakçı köyünün o tertemiz saf delikanlısının oralarda kirleneceği düşüncesi üzerine bir karabasan gibi çöküyordu. Gerçi Hüseyin’in ev arkadaşları, temiz gençlere benziyordu ama adamcağızın yinede içi rahat değildi. Acaba onun oğluda ısrarla örf ve adetlerine tutkun bazı kız ve erkek çocukları gibi, İzmir’de dimdik gezebilecek miydi ? Yoksa gittikçe zıvanadan çıkacak yiyecek, içecek, uçacak, özünü yitirecek miydi.? Ali Efe’nin sorularına cevap verecek tek şey zamandı.. Kimini daha iyi adam, kiminide daha kötü eden zaman...
Ama Hüseyin bozulmadı.. Terbiyesini edebini inatla korudu. Otobüste yaşlılara yer verdi, kimsenin suratına hakaret eder gibi bakmadı. Hiç sokaklara tükürmedi. Hiç bir barda, diskoda boy göstermedi. Garip abesle iştigal eden ve anlamını kimsenin anlayamadan söyleyip durduğu, yabancılardan alıntı isimleri söylemedi. O bu vatanın Şerefli Ali Efe’sinin lakabını onuruyla sürdürdü. Kim olduğunu nereden geldiğini hiç unutmadan İzmir’deki o masum pırıl pırıl gençlerin fazla olmayan miktarına oda eklendi inatla. Fakat teşekkürle, tebrikle Tıp Fakültesini bitirmesine az bir zaman kala oda sevdi. Kaymakçı köyünün temiz yürekli Hüseyin’i birilerinide kendisi gibi doğru yürekli sanarak.. Sıkıldıkça sevgili değiştirmek mizacında olan Gizem’i sevdi.
Babasının kendisine gönderdiği paraları sevgi adına Gizem’e yedirdi.. Lakin havalı ve saçı sarı boyalı hiperaktif Gizem hiç doymadı. Anlamadı, takdir etmedi. Bin bir cilvesi, pozu ona keza Hüseyin oda beni seviyor sanarak elinden geleni ardına koymadı. Yetmedi boğazından kesti verdi Gizem’e. Okul bitince evleneceğiz sanarak aradan bir yıl daha geçti, kara kaşlı Hüseyin çakı gibi bir doktor oldu çıktı. Fakat tayinini beklerken Gizem onu aldattı. Hüseyin hastalandı, insanlara olan güvenini kaybetti. Gizem’in yaptığı, bardağı taşıran son damla oldu. Hüseyin aylarca kendine gelemedi. O sene doktorluk görevine de gidemedi. Babası onu alıp Kaymakçı köyüne götürdü. Orada doğduğu yerlerde tertemiz köyünün havasını içine çekerek günlerce dalgın, bitkin gezdi. İşte yine bahar gelmiş tıpkı doğduğu gün gibi nisan ayının tüm güzellikleri kendini göstermişti. Nergisler başlarını çıkarmış, evlerinin kıyısındaki yaseminler, papatyalar tomurcuklanmış, köy yerinin temiz dingin havasıyla her yan cıvıl cıvıldı. Hüseyin bahçede örtüsü basma çiçekli divanın üzerinde otururken, sabah sabah mutfaktan sıcak tereyağı kokuları geliyor, annesinin ve ablasının gülüşmeleri duyuluyordu.
Hüseyin artık iyice düzelmişti, dönüp baktı yanı başında babacığını gördü, ayağında çizmeler, her halde yine ahırlardan geliyordur diye düşündü. Adamcağızın gözlerinde sevgi şevkat ışıltıları kaynaşıyordu. Oğlunun omuzuna elini koyarken sesinde derin bir sıcaklık vardı.. ’ Eee oğlum tayin edildiğin yer belli oldu. Artık İç anadolunun bir kasabasında, doktorluk yapacaksın... hem kendinide iyice toparladın..’ Hüseyin başını önüne eğdi, titrek bir sesle: ’’Bir musibet, bin nasihattan yeğdir baba yaşadım ve bitti’’..
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir.
RABİA BELGİN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.