- 537 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 97
97] Etkilerinin çoğu, kısa erimli, olumlu olmalarının dışında; birkaç tane kendilerinden sonraya da uzun erimli olacak olarak, diğerlerini sarsıp gölgede kılacak denli olan ve bir toplumdaki devamlılık esasına göre çok hayati olan değerliliklerini gösterebildiler mi? Söz gelimi, ikili anlaşmalar felaketi gibi ve devrimlerin sürdürülür olması gereken misyon taşıyıcılığı gibi. Güncelin gidişatıyla, toplumun yararına olan tutumlarınızla, bu devamlı olması gereken seyredişi sürdürebildiler mi?
Okumak ve bilgi edinmek evrensel bir tavırdır. Öğrenme, bilgi edinme ve kitap okunmasına dek karşı olunuşlar normalde düşünülemezdi bile. Hele hele, değerli olduğu lanse edilen kişilerin, bu türden kitaplara karşı olmaları ve kitapların okunmasına karşı olacak tavırları, kimlikleriyle bağdaşmazdı da. Hatta en hayati ve en basit bilmenin kendisi olan, aklın kan damarı yolu olan okuma edimini, bu değerlerin de teşvik edecekleri, beklenir olan bir tavırdır. Bu değerlerin, kitaba karşı ve okumaya karşı aksi bir hassaslık edeceklerine, istifam eder olmamız, düşünülemezdi!
Ya da okumaya karşı olabilir kişiler listesini sıralayın dendiğinde, olası kuşkularımızı, bu karizmalarla! Yan yana getirir olmak, bu değerli oluşların şanını yerle yeksan ederdir. Aslında sizin böylesi bir yerle yeksan ediş garabetinize de pek, gerek yoktur. Onlardan kimi kişiler, karizma olmanın ağırlığı ile bu türden zıt davranışların kotarışlarını, çok iyi başaracaklardır!
Köy enstitülerin kurulmasındaki; en somut amaç; en gerçekçi amaç; en makul aks edebilir amaç ve enstitülerde beklenmesi gerekir bir yüzü olacak olan amaç; AYDINLANMACILIKTIR. Aydınlanmacılığın ışıklı yüzünden ötürü; enstitülerin aydınlanmacı meşalesinden dolayı; bu kişilerden bir tanesi öylesine korkmuştu ki, söylemi yenir yutulur gibi değildi!
Türk toplumu devrimlerinin aydınlanmacı dönemleri içinde oluşla, devrimlerin bir sürdürücü ve devrimlere dek ışığı, toplum tabanına yaymacı bir girişme idi, köy enstitüleri. Bu projeler gereği Batı klasiklerinden yapılan çevirilerin etkisi, şimdiden devrimleri hazmedemez olan bu zihinlerde depremler yaratmıştı! O günlere özgü çeviri şaheserlerin, okurlarda uyandıracağı zihinsel ve düşünsel gelişmeyi yapabilir kitapların aydınlatıcılığından korkulmuştu!
Çünkü genelin şiarı ve düsturu olan, geleneksel boyun bükücü (tevekküllü) olan halksak öğreti, toplumun da öğretisi, yapılmıştı. Bu nedenle her aklı başında konuşma, eş deyişle düzendeki aksayan sorunlara değin konulara akıl erdirir olmak ve sorunlara akıl erdirilse bile, “elbet bir hikmeti var” denişle, o günün eğitim terbiyesi içinde, erke karşı duruşunu sergileme yapar olmak, ümmetçi yapıdan, umulup beklenen bir tavır değildi!
Kendileri, bu çeviri kitapların içeriklerini bilir olmamalarına rağmen,kimi Atatürk olurdular çeviri olan kitapların düşmanıydılar! Çünkü feodal olgunun gelişme temeli içinde pek dünyaya gözünüzü açar olmanın kitap okuması yoktur. Ve düzene, töreye, eleştiri, akıl koyuş yoktur. Aydınlanışla, çıkarları rahatsız edilen, günün güç odakları durumlara kötülük kaynağı sebebi olaraktan, bu kitapları ve bu kitapların okunur olduğu, aydınlanma irfan ocağı olan köy enstitülerini, ’fitne kaynağı’ olaraktan gösteriyordular!
Korku köhne olanın korkusuydu. Feodalizmin ve könemiş din adamlığı otoritelerinin, siyasi politik çevrelerin korkularıydı aslında. Ama her nasılsa, halk korkuyordu! Çünkü halkın aldığı geleneksel eğitim misyonu eski olanı, yani köhneyi korumağa programlanmıştı. Bu korku odaklarının sözcüsü gibi olan ’Atatürk gibi olurdular’dan bir bilmez! Sayın kişimiz; Ankara yakınlarındaki bir köy enstitüsünü ziyareti sırasında; o kendi muhteşem geleneksel olan öznel öğrenme tıynetine yakışır olan tavrını hemencecik gösterecekti. Kitaplıktaki kitapları eli ile işaret edecekten: ziyaret esnası konuşma içeriğini güçlendirecek olan canlı kanıt kitapları, suçlu göstererek, büyük olmanın belagatini ortaya koyacaktı!
Bu kötü etkili görsel ve aktarımsa örnekleşimle geçişen salgın bilmezlik hastalığı, gelecek tarihin; 12 Eylül gerici tutumlarının da benimsediği bir mirası olacaktı! Hortlaklar (feodaller ve bunların şeyh, şıh, tarikat birlikleri işbirliği olanlar) karanlığı çok severdiler. Bu kişinin tavrı, aydınlığın sonucunda, gelişen olayları, anlayamamaktan kaynaklıdır (ki lider olsa zaten anlardı!). Ya da bu öznel kişiler işbirlikçi bir tutumla, düzenin hortlaklarıyla, adeta düzen sözcülüğü yapar gibi oluşlarıyla, sanki bu kabilden olan önderliği göstermiştiler! Eğitime dek atılımlarının en keskin muhalifi olmuş gibidir, bu saygın kişi. Oysa lider kendisini de aşmış, menfaatleri ayağının altına almış, toplum yararı öndelikle; geleceğe uzayan ide pratikliklerdir.
Bu saygın kişi ya da kişiler, batıdan, klasik eser çevrilerinin uyandırdığı ya da uyandıracağı bilinçten ürkmenin telaşıyla, güncel akışa, çağa; ülkeler arası sınırı tanımayan bilgi akışına karşı duruyorlardı! Köy enstitülerinde; klasiklerin okunur olmasına bunların topluma yayılır denli aydınlatıcı olmasına tahammül gösteremeyecektiler. Bu denli kitaplara yasak koyduran ve: ’Atatürk olmasaydı, Atatürk olurdu’ denen muhteremler, matbuata dek araçların gelişir olmasına karşı olan ve beyin damar akış yollarını tıkayan böylesine kıymetli bir şahsiyettirler! Osmanlıdaki matbuatın Osmanlıya geç gelmesindeki ’keramet’, bu günde de, böyle sürüyordu.
Boş sözlü insanlar için, Atatürk de çok kolaydı; Atatürk olmak da, çok kolaydı! Şimdi bir de aynı tip oluşla benzer saygın kişilerin, devrimlerin sürdürülüşündeki pay katkılarına bakalım. Kendileri, icraatın içinde etkin olaraktan yansımalarının izleri bulunması bağlamında, genelce ilişkilenmelerine bir bakalım.
29 Mart 1945’te Rusya, 1925’ten beri yürürlükte olan tarafsızlık anlaşmasını, tanımadığını ilan etti. Bu bir tehditti. 7 Ağustos 1946’da Rusya, boğazların bizle birlikte denetimi için üs isteği talebi ile Kars, Ardahan ve Artvin’i isteyen Sovyetler hükümeti, notasını verdi. Tehdit hayli ileri boyutlara varmıştı. Bu tehdit, bir savunma yapmamızı ve güçlü bir savunmayla siyasetin reele dek plâncı argüman ve girişmeleri içinde olmamızı, bize düşündürtecekti.
Oysa Birinci Dünya Savaşı yıllarından sonraki durum içinde biz böylesi bir sözel tekil tehdit karşısında değildik! Bilfiil işgal altında ve çoklu uygulamanın cenderesi içindeydik. 1919 yılı ile beraber 3-4 emperyalist ülkenin tehdit ve işgali ve meydan okuyuşların somut olan fiili boy göstermesi vardı. 3-4 tane emperyalist ağababa ülkelerle ve onların çömezlerinin fiili işgalinin korkunçluğu ile bizim kimi dem çok yalnız oluşumuzun da, çaresizlikleri içinde idik.
Mondros silah bırakışması antlaşmasının dehşetengiz olumsuzluklarııyla birlikte, yanmış yıkılmış oluşun fiili işgal içinde olmamız yanında, 1945-1946 tehdidi bize; olanaklar ve konjonktürsel açıdan, devede kulak kalırdı. Üstelik 1919’ların Anadolu işgali, bizzat aktif emperyalistçe, işgalcilerin fiili idi. Bu şimdilik sadece tarafları belirmemiş kuru sıkı tehditti.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.