- 1375 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Tecrîd-i Aşk Şiiri Çalışmaları
Tecrîd-i Aşk Şiiri Çalışmaları
Yararlandığım Sözcükler ve Tarihten Anekdotlar
Tecrîd: Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah’a (C.C.) yönelmek
Aşere-i Mübeşşere: Cennet ile müjdelenen 10 sahabe
yârân: dostlar, sadık arkadaşlar
Doğduğum gece: Doğum tarihimin Peygamberimiz(as) mîlâdi doğum tarihiyle aynı olmasına atıf
Yâr-ı Gar: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın en sâdık sahabesi
Hazret-i Ebubekir Radıyallahü Anh’ın ünvanı.
Yâveriekrem: en kerim yaver, Peygamberimiz.
’Ölümün belirtisi doğmaktır.’ Hz. Ali(ra)
Çağımızın en büyük hastalığı: gıybet
eslah: en salih, en iyi
Ehl-i insâf: merhametli,adil
beyt: ev,bina, şiirde iki mısra
Elvân: Renkli
Aşknüma: Aşkını bildiren. Aşkını gösteren.
mel’anet: Lânete sebeb olan. Lânete müstehak iş.
Beyzâ: beyaz,parlak
Haydar: Arslan, yiğit, cesur. Hz.Ali(ra) yakıştırılan sıfatlardan
bâb: bölüm
âb: su, yağmur, güzellik
zî’n-nûr: Nurlu, ışıklı. Parlak.Bahtiyar.
Burc: Muayyen bir şekil ve sûrete benzeyen sâbit yıldız kümesi.
Tek hisar kule, kale çıkıntısı.
Dünyaya göre güneşin döndüğü yerin onikide bir kadarı.
Hüsn Ü Aşk : Güzellik ve muhabbet, şeyh Galib’in manzum hikâyesi.
cânân: Sevgili, can, ruh
Mübeşşer: Tebşir olunmuş. Kendisine müjde verilmiş. İyi haberle sevindirilmiş
Aşere: On sayısı
Semâ: Gök yüzü. Asuman. Mevlevilerin zikir esnasındaki dönüşleri.
Âli: Büyük, yüksek, şerif, celil, aziz olan.
berceste: seçme, iyi mısra.
nâzır: Nazar eden, bakan.
Bir idarenin veya dairenin umur ve işlerine bakan en büyük memur.
Bir işin idaresine memur reis.
Hüsn-i dilârâ: Gönül alıcı güzellik.
bûd: uzaklık
zevk-âlûd: zevkli
hulûd: Ölmezlik, süreklilik
visâl: Sevdiğine ulaşma. Kavuşma
Emr-i Hak: Hakk’ın emri, Allah’ın emri. Ölüm.
***GIYBET***
Gıybet; bir kimsenin bir ortamda hazır bulunmadığı zaman arkasından hoşlanmayacağı bir şeyi söylemesidir.
Gıybet öyle kötü bir günahtır ki, büyük günahlardan bile daha kötüdür.
İnsan günah işlediği zaman günahından tevbe eder, Allah ta tevbesini kabul eder ve af olunur.
Gıybette ise; gıybet eden kişi, gıybeti edilen kişi ile helalleşmedikçe Allah (cc) tarafından affedilmez.
Bu konuda Resulullah (sav) şöyle buyuruyor
"Gıybetten kaçınınız. Muhakkak ki gıybet zinadan daha kötüdür. Çünkü kişi bazen zina eder, tevbe eder Allah tevbesini kabul eder.
Gıybet yapan bir kimse ise, gıybetini yaptığı kişi kendisini affetmedikçe Allah onu affetmez"
Allah (cc), Kur an ı Kerim de, gıybet yapanı ölünün etini yiyen bir kimseye benzeterek şöyle buyurmuştur.
"Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek istermi? Bundan tiksindiniz değil mi?" (Hucurat/12)
Başkasının hakkında konuşup gıybetini yaptığımız durumlarda,
konuşulan kusurun o insanda olması gıybettir,
birde o kusur onda yok ise hem gıybet ve hem iftiradır. İftira cürümlerin en çirkinidir.
Eğer hakkında konuştuğumuz konuyu birebir kendimiz görmemişsek,
başkasından veya bir ortamdan duymuşsak muhtemelen değişime uğramıştır ve tam olarak doğru değildir.
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyuruyor.
"Bir kimse kardeşini bir kusuru ile ayıplarsa, o kişi ölmeden o kusuru işler"
***Hz. Ömer İnsaf Ve Adâlet***
Hazret-i Ömer (RadiyAllahu Anh) arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki :
“Ey Halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.”
Bu söz üzerine Hazret-i Ömer suçlanan gence dönerek :
Söyledikleri doğru mu diye sorar , suçlanan genç der ki :
-Evet doğru.
Bu söz üzerine Hazret-i Ömer;
-Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar:
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, der ki :
-”Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Afedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen
bir defa daha bakıyor, hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyva koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı , atıma bir taş, attı atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret” dedi.
Bu söz üzerine Hazret-i Ömer:
-”Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam.Madem suçunu da kabul ettin” dedi.
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak
-”Efendim bir özrüm var” diyerek konuşmaya başladı
- “Ben memleketinde zengin bir insanım, babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Simdi siz bu cezayi infaz ederseniz yetimin hakkını zayi
ettiğiniz için ALLAH(Celle Celaluhu) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum” der.
Hazret-i Ömer dayanamaz der ki :
-”Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?!”
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- “Bu zat benim yerime kalır.” O zat Hazret-i Peygamber Efendimizin (SallAllahu Teala Aleyhi ve Sellem) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As’ dan başkası değildir. Hazret-i Ömer Amr’a dönerek,
- “Ey Amr, delikanlıyı duydun” der.
O yüce sahabi
-”Evet, ben kefilim” der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hazret-i Ömer’e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As’a verilecek idam yerine maktülün
diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve “babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz” derler.
Hazret-i Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki :
“Bu kefil babam olsa farketmez cezayı infaz ederim.”
Hazret-i Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki :
-”Biz de sözümün arkasındayız.”
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek der ki ’ Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardi neden geldin?” Genç vakurla başını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan) “AHDE VEFASIZLIK ETTİ” demeyesiniz diye geldim der.
Hazret-i Ömer başını bu defa çevirir ve Amr Ibn As’a der ki :
-”Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu onun yerine
kefil oldun“.
Amr Ibn As(RadiyAllahu Anh, ALLAH kendisinden ebediyyen razi olsun), vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir, “Bu kadar insanin içerisinden beni seçti. “İNSANLIK ÖLDÜ “dedirtmemek için kabul ettim” der.
Sıra gençlere gelir, derler ki :
-”Biz bu davadan vazgeçiyoruz.”
Bu sözün üzerine Hazret-i Ömer :
-”Ne oldu, biraz evvel “babamızın kanı yerde kalmasın” diyordunuz ne oldu da vaz geçiyorsunuz?” der.
Gençlerin cevabı da dehşetlidir :
-”MERHAMETLİ İNSAN KALMADI” DEMEYESİNİZ DİYE …
***Meleklerin Hayâ Ettiği Hz. Osman***
Hz. Osman müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin kızı Rukayye ile evlendi.
Peygamberimizin kızları Rukayye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb’in oğulları
Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları Müslüman olmaya
da’vete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları da düşmanlık edip,
Resûlullahın kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece Resûlullahı sıkıntıya düşürmek istediler.
Rukayye Hz. Osman’a nikâh edildi. Rukayye, Bedir savaşından sonra vefât edince,
Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hz. Osman’a nikâh edildi.
Bu bakımdan ona, Peygamberimizin iki kızıyla evlenme ni’metine kavuşmuş olduğu için,
iki nûr sahibi ma’nâsına “Zinnûreyn” denilmiştir.
Hz. Âişe anlatır:
Resûlullah efendimiz, bir gün istirahat ediyordu. Bu sırada Hz. Ebû Bekir içeri girmek için izin istedi.
İzin verilip içeri girdi. Resûlullah hiç hâlini değiştirmedi. Sonra, Hz. Ömer izin alıp içeri girdi. Yine hâlini değiştirmedi. Uzanmış vaziyette iken onlarla sohbet ettiler.
Daha sonra, Hz. Osman kapıya gelip içeri girmek için izin istedi. Peygamber efendimiz oturdular. Hz. Osman’ı bu şekilde kabûl ettiler.
Hepsi gittikten sonra sordum:
- Babam Ebû Bekir ve Hz. Ömer içeri girdiklerinde hiç hâlinizi bozmadınız. Fakat Hz. Osman içeri girince, oturdunuz. Bunun sebebi nedir?
- Meleklerin hayâ ettikleri bir kimseden ben nasıl hayâ etmem.
*******************
Tecrîd-i Aşk
_Aşere-i Mübeşşere yârân _
Doğduğum geceye ve yevm’e yemin ederim
Varoluştaki aşktı var olanın eslahı
Nârın zî’n-nûr burcundan aşk dermeye giderim
Ahmed aşkıyla mümkün nefsimizin ıslahı
Şems’e doyduğum gece ebter harflerim bile
Ehl-i insâf sözcükler söyletti nankör dile
Çölde elvân çiçekler güzelliğin âlâsı
Damarlarını sarsan zikirlerini dinler
Çiçeğin rızkı yağmur, yağmurda aşk belâsı
Belânın mübtelâsı, ’Belâ ver!’ diye inler
Pürneşe yapraklarla güneşe akışıyla
Yerden göğe yükselir aşknüma bakışıyla
Yusûf’un kozasına ben’i tecrîd edişim
Çağın hastalığında mel’aneti görmekti
Beyzâ zikirden beyte gelişim ve gidişim
Yârân meclislerinde muhabbeti görmekti
İşte Yâveriekrem, sohbetinde Yâr-ı Gar
’Ölümün belirtisi, doğmaktır’ dedi Haydar
Hüsn-i dilârâ Osman, cennette ikâmette
İnsafı âli Ömer, adâletin âbında
Nur-u Muhammed Ali, hâne-i saâdette
Semâyı titrettiler, aşkın bütün bâbında
Mübeşşer on sevgili, yaraya hazır yârân
Yârân, iki cihânda yanmaya nâzır cânân
Kıblesi dert olan aşk; kâinat bercestesi
Bu makamda ölenin kefenindedir hulûd
Kıyamete kalan aşk; hüsn-ü aşkın bestesi
Vücûdumda gamlı bûd, aşk; âşıka zevk-âlûd
Emr-i Hak müjdesiyle ruhuma gülen visâl
Al Azrail canımı, berzahta aşk için al!
2011
Müjgân Akyüz/MAJ
YORUMLAR
çok zengin bir maneviyat sergilemiş kalem
lakin, o)nu görecek göz bizde ne gezer...
Müjgan Akyüz
hayırlı ramazanlar dilerim, selamlarla
Müjgan Akyüz
Her şey gönlünüzce olsun, selamlarla