Anneannemin Evi
Günlük olayları sıkıcı bulmağa başladığımda çocukluk günlerime dönüp oyalanmayı yeğlerim, bu gün de anneannemlerin, şimdi Lala Hüseyin Paşa Mahallesi adını alan, Yeni Mahalledeki evlerine birlikte gidip 1940 lı yıllara dönelim, isterseniz.
Adı her ne kadar Yeni Mahalle olsa da bu mahalle kanaatimce belki de Kütahya’nın en eski mahallelerinden biridir, zira evlerin hemen hemen hepsi en çok 3 katlı olup ,duvarları direk atkılar arasına kerpiç denilen pişmemiş tuğlalarla örülmüş,taban ,tavan ve çatısı ahşaptır,bitişik nizamda yapılan binalar, hisarlardaki kaleler gibi düzgün olmayan çember tarzında sıralanmış olup evlerin arka cephelerindeki bahçeleri çevreler,eski mahallelere hisardan bakıldığında aynı durumu görmek mümkündür, bu inşa tarzının savunma amaçlı olduğunu düşünüyorum.
Anneannemlerin evi cepheden tek katlı görünmesine karşın arsanın meyilli olması sebebiyle arka cephede iki katlı idi. Sokak tarafındaki bölme samanlık olarak kullanıldığı için ön cephede sadece büyük, çift kanatlı bir kapı vardı, hiç pencere yoktu, bu durumun Yunan işgali sırasında korunma yönünden fayda sağlamış olabileceğini düşünüyorum, işgalcilerin, zaman zaman gözüne kestirdikleri evlerden yiyecek içecek bir şeyler istediklerinden bahsetmişlerdi.
Arka cephede bir iç, bir de dış bahçe vardı, iç bahçede kafes tellerle korunmuş bir kısımda mevsim çiçekleri yetiştirilirdi, evde manda beslendiği için bir ahır vardı, mutfak ve WC bu bahçede idi,bahçenin bir kenarında köyde yarıcı usulü ile ekilen tarlalarımızdan gelen arpa ve buğdayı depoladığımız iki katlı bir zahire ambarı vardı,buğdayın bir kısmı su ile müteharrik değirmenlerde öğütülüp evde ekmek vs. yapmak için kullanılır,bir kısmı ihtiyaç zuhurunda satılır,bir kısmı da tohumluk olarak saklanırdı,arpalar bahçede serbest dolaşan,tavuk,hindi, kaz vs kümes hayvanlarının beslenmesi içindi.
Hindiler kesilmeden önce daha lezzetli ve kilolu olmaları için bir süre kobak denilen meşe palamutlariyle beslenirdi,kazlar da dar bir kümeste bol gıda ile beslendikten sonra kesilir, eti pişirilerek,yağları kızarmış ekmeğe sürülerek tereyağ gibi yenirdi.Kasaptan et almak pek yaygın değildi o senelerde,kışa girerken bir büyük baş hayvan kesilir,kavurma,sucuk,pastırma yapılırdı,buz dolabı olmadığı için mahdut sayıda olan kasaplar birkaç hayvan keser,ekseriya yerli olmayan memur vs. kişilere satarlardı.
Bir sabah bahçeden gelen alışılmadık seslerle uyandık, kümes hayvanları acaip sesler çıkararak sağa sola kaçışıyorlardı, bahçeye indik, o güne kadar hiç görmediğimiz irilikte,kanatları 1 metreden fazla bir kuş hayvanlara saldırıyor,onlar kaçarak canlarını kurtarıyorlardı,teyzem çok cesurdu ,üzerine yürüyünce kuş ona da saldırıp pençe attı,bunun üzerine mahallemizde oturan okulumuzun hademesini çağırmayı uygun bulduk,gelince iyi ki bir şey yapmamış,çok yırtıcıdır,dedi , uzun bir sopa ile bastırıp çuvallarla sardı ,meğer bu bir kartal imiş,bahçeye indiğinde direnen baba hindiler kanadını kırdığı için uçamamış ama epey zayiat verdirmiş,hademe okula götürünce, öğretmenimiz tahnit ederek okul laboratuarına koyduğu için cür’etini hayatı ile ödemiş oldu.
Bir de dış bahçemiz var demiştim, takriben bir buçuk dönüm civarında olan bu bahçede , Kütahya’da yetişen her türlü sebze yetiştirilir,bu sebzelerle ağaçlardan toplanan meyvelerden ihtiyaç fazlası komşulara dağıtılırdı,meyveler taze tüketildiği gibi kak,pestil,marmelât,reçel, turşu vs. yapılıp kışa saklanırdı.
Kümes hayvanları ile oyalanmak, ağaçlara tırmanmak, meyve toplamak, arıları kızdırmak, kelebekleri kovalamak cazip gelmekle beraber fırsat bulunca anneannemlere gitmemin en büyük sebebi, defalarca dinlememe rağmen dedemin askerlik hatıraları idi.
Dedem, Birinci Cihan Savaşında askere alındığı zaman, evin en büyük çocuğu olan annem 1 yaşında imiş, seneler sonra dönünce annem yadırgamış ve çöl yanığı yüzüne bakarak:
-bu arap adam bizim evde ne arıyor? gitsin! diye basmış yaygarayı, bu olay hatırlanınca gülme vesilesi olurdu.
Dedem evde olduğu halde tavuk, hindi vs. kesileceği zaman komşu erkeklere başvurulunca dedeme sordum:
-Tavuk kesmekten çekiniyorsun, savaşta ne yaptın? deyince hiç kızmadan :
- oğlum ikisi arasında çok fark var, harpte sen düşmanı öldürmezsen o seni öldüreceği için göz kırpmadan tetiğe basarsın, ama elinle beslediğin masum bir hayvanı yemek için boğazlamak bana ters geliyor diye cevapladı.
Savaşta yurttan çok uzaklarda oldukları için erzak sıkıntısı çektiklerini, aç kaldıklarını anlatırken yegane nakil vasıtaları olan at, katır vs.nin arpasının aksatılmadan verildiğini, çok aç kaldıklarında bunların pisliklerini karıştırıp sindirilmeyen arpaları kaynatarak yediklerini anlatınca tüylerim diken diken olurdu.
Esir düştüklerinde İngilizler, ordumuzun aç kaldığını bildikleri için, propoganda amaciyle kampta çuvallarla erzak verip Türk kasap ve aşçılar tahsis etmişler, bizimkiler yediklerinden artanı, zarar vermek amacı ile, kampın içinden geçen dereye dökerlermiş, Türkün asil karakterini bilmeyen kamp yetkilileri arasıra bir iki esirin kaçmasına olanak sağlarlarmış ki gidip bu durumu arkadaşlarına anlatarak teslim olmalarını sağlasınlar, bilmiyorlar ki hiçbir Türk aç, susuz kalsa,hatta bu yüzden ölecek de olsa hürriyetinden ödün vermez
.
Bu arada, geçen ilginç bir olayı da naklederdi, yiyeceklerine kattıkları bir ilacın tesiriyle esirler Tavuk Karası denilen hastalığa duçar oldukları için gece görme duygularını kaybederler ve tuvalete bir rehber yardımı ile biribirlerine tutunarak gitmek zorunda kalırlarmış, bu durum aylarca devam etmiş, tamamen tesadüf ve Allahın yardımı ile bu illetten kurtulmuşlar,dereye attıklarından arta kalan kuru baklaları kampın bir köşesine ekmişler,yeşil bakla yapraklarından yiyen kişiler Tavuk Karası hastalığından kurtulunca hepsi yiyerek iyileşmişler, ama yine eskisi gibi tuvalete trencilik oynayarak gitmeğe devam etmişler ki İngilizler kaçmalarını önlemek için başka çare aramasınlar.
Böylece uygun zamanı kollayarak beklemişler, göremedikleri düşüncesi ile kamp görevlilerinin azaltıldığı bir gece, onları bertaraf ederek, kaçmağa muvaffak olmuşlar, savaş da sonuçlanmış olduğu için, oldukça sıkıntılı bir yolculuktan sonra ana vatana ve sevdiklerine kavuşmuşlar.
Bir hikaye gibi dinlediğimiz savaşların, nice yiğitleri Trablus, Bingazi vs. de kaybetmemize, onların geride kalan yakınlarının öz vatanlarında eza cefa görmelerine, sıkıntı çekmelerine yol açtığı düşünülürse 1919 yılında Paris Versay sarayında temeli oluşturulup 10.Ocak.1920 de resmen kurulan Cemiyet-i Akvam ve 24 Ekim.1945 de 51 ülkenin katılımı ile kurulup bu gün üye sayısı 192 ye varan Birleşmiş Milletler gibi oluşumların kuruluş amacı daha iyi anlaşılıyor, ama emperyalist devletler olduğu sürece bunların da bir işe yarayacağını sanmıyorum.
İnşaallah daha etken bir kuruluş bu gözü dönmüş petrol ve sömürge avcılarının menfur emellerine set çeker. Sağlıcakla kalın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.