- 452 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Piano Piano
Yıllardır yalnız başına yaşadığı bu hayatta tek dostu eskimiş radyosuydu. Müzikle iç içe geçmişti hayatı. Şimdi artık o alandan elini eteğini çekmiş, bir, bir kaybolup giden, arayıp sormayan çevresinden, dostlarından uzaklaşıp yalnızlaşınca da, kendisini işe yaramaz biri gibi görmeye başlamıştı.
Her zaman soğuk olan salondaki, derisi bir hayli yıpranmış koltuğuna oturur, saatlerce radyo dinlerdi. Klasik müzik, senfoni müziği yayınlayan o kadar az radyo kanalı vardı ki, bu yüzden yabancı radyoları dinler, ama onları da net, pürüzsüz bir sesle dinleyemezdi. Eli, her zaman radyonun düğmesine yapışık dururdu. Hem böylece kendisini eski günlerindeki gibi yine müziği, orkestrayı yönetiyormuş gibi hissederdi, hem de, sesli olması gereken yerde sesini açar, sessiz olması gereken yerde düğmeyi çevirerek sesi azaltırdı.
Beğenmediği bir eser çalındığında da, radyoyu kapatmadan sesini tümden kısardı sadece.
Bir gün, uyanıp kahvaltısını yaptıktan sonra, yeniden salona gelip derisi yıpranmış koltuğuna oturup radyoyu dinlemek istediğinde, yılların emektar radyosundan ses gelmediğini fark etti.
Telaşa kapıldı. Yıllardır kendisinin yalnızlığını paylaşan radyosunun ömrünü doldurmuş olabileceğinden korktu. Ağır hantal radyosunu yerinden kaldırmak yerine, kendisi yerinden kalktı ve bir daha, bir daha denedi açmayı. Hangi düğmesine dokunduysa, neresini kontrol ettiyse sonuç alamadı.
Üşenmeden yıllardır aynı köşede, aynı dolabın üzerinde duran radyoyu yerinden kaldırdı, mutfağa götürüp oradaki elektrik prizine takıp denedi. Hayır, radyodan bir tek ses duymak mümkün değildi. Sağını solunu kurcaladı, kıyamadığı bir çocuğa dokunur gibi, elinin içiyle dokundu, sarstı ama değişen bir şey yoktu.
Korktuğu, düşündüğü şey gerçekleşmişti. Radyosu ömrünü doldurmuş, bir işe yaramaz olmuştu artık. Teknikten bir hayli uzak duran adam, ne yapacağını bilmez halde, deli gibi dolanıp durdu sessiz evin içerisinde. Uzun süre salondaki koltuğuna oturamadı. Radyonun eksikliğini hissediyordu yüreğinde.
Dışarı çıkmaya karar verdi. Kalabalık kaldırımda yürürken etraftaki korkunç gürültüden rahatsız oldu ve ne olursa olsun evine dönmeye karar verdi yeniden.
Üç tane gazete satın aldı büfeden. Radyosuzlukta bolca gazete okuyup, bulmaca doldurmayı düşündü. Başka türlü vaktin geçebileceğini düşünemiyordu.
Eve dönünce, çaresiz gidip salondaki koltuğuna oturdu yeniden. Gazetelerden birini eline aldı, eklerini bir yana koyarken, magazin ekinin baş sayfasında yaşadığı şehirde o gün gerçekleşecek olan bir klasik müzik konseri haberini gördü.
Detaylarını hızlıca okuduktan sonra, ne olursa olsun bu konsere mutlaka gitmeyi ve dinlemeyi kafasına koydu.
Bu kadar ünlü bir piyanistin yine o kadar ünlü bir Senfoni Orkestrası eşliğinde vereceği konser için biletlerin bu zamana kadar kalmamış olabileceğini tahmin ediyordu elbette. Ama eski günlerinin hatırına onu kırmayıp kendisi için mutlaka bir yer ayarlayabileceğini düşündüğü hatırlı dostları vardı. İstediği utanılacak bir şey değildi ki!
Konser salonunun telefon numarasını buldu bir yerlerden. Rakamları tuşlayıp beklemeye başladı. Karşıdan konuşan bayana, Güneş Hanımla konuşmak istediğini söyleyince hemen bağladılar kendisini. Kurum müdiresi Güneş Hanım, yıllar sonra arayan adamın sesini hemen tanıdı.
Meramını anlattı adam.
-Ne demek efendim! Lütfen benim özel misafirim olun. Yeriniz hazır, dedi, Güneş hanım.
O gece, locada kendisi için ayrılan özel yerine oturduğunda çok mutluydu. Oturduğu koltuk, kendi evinin salonundaki derisi yıpranmış koltuğu kadar rahat olmasa da, birazdan dinleyeceği müzik, en azından, artık bozulmuş ve dinlenemeyecek olan radyosunu, bir süre için unutturacaktı kendisine.
Zaten rahat koltuğunu ve bozulmuş radyosunu düşünmesine fırsat kalmadan, konser başlamıştı bile.
Ezbere bildiği, yıllarca ve kerelerce yönettiği bir eser çalınıyordu. Genç piyanist kendisini tamamen dokunduğu tuşlardan çıkan seslere kaptırmıştı. Hiç de fena değildi, ama her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardı işte. Kimileri bu eseri daha yumuşak tonlarla çalarken, genç piyanistin sert bir üslubu vardı sanki. Eski alışkanlığı ile piyaniste müdahale etmek istercesine, oturduğu yerde kıvranıp durdu. Önündeki balkonun pirinç sütunlarına sıkıca sarılıp öne doğru eğildi, sanki piyaniste daha yumuşak tonda çalmasını söylemek ister gibiydi. Locanın altındaki salonda oturan yüzlerce kişinin üzerinden uzanıp sahneye yetişmek ister gibi kıvranıyordu.
Kısa solo parçasını bitiren piyanist, yeni bölüme geçmeden önce orkestra şefiyle göz göze geldi.
Kendini bilmez birkaç dinleyicinin gereksiz yerde alkışa başlamasıyla diğerleri de katıldı bu alkış tufanına. Orkestra şefi de, genç piyanist de aldırmadılar bu acemice yaklaşıma. Dünyanın her yerinde olabiliyordu böyle şeyler.
İkinci bölümde, orkestra da eşlik ediyordu piyaniste.
Locasında oturan adam, yine rahatsız olmaya başladı. Orkestra şefinin yönetme tarzı da kendisinin müzik anlayışının çok uzağındaydı.
O anda yeniden hem eski günlerini anımsadı hem de evdeki emektar radyosunu. Radyo düğmesiyle oynayarak istediği gibi yönlendirebiliyordu sesleri.
Büyük bir heyecanla dinlemek için geldiği bu konser, tarzıyla rahatsız etmeye başlamıştı adamı. Her şey çok hızlıydı, çok agresifdi, çok karmaşıktı. Ne kendi eski zamanlarındakine ne de salonundaki radyodan dinlediklerine benziyordu.
Çok eskilerden yaşanmış ve destanlaşmış bir aşkın, huzurlu bir yaşamın konusu olan bu eser, böyle seslendirilmemeliydi.
Büyük bir hayal kırıklığı ile, oturduğu koltukta yan dönerek öyle dinlemeye başladı.. Bulunduğu yere kadar ulaşan en küçük detay, en sessiz ton bile, kulağına yerleşip rahatsızlık veriyordu kendisine.
Arada sırada, salonun bir yerlerinden duyulan anlamsız tek alkış sesi de hem piyanisti hem de orkestra şefini rahatsız etmiş olacak ki, farkına varmadan daha da sert çalmaya başlamışlardı bu piano çalınması gereken eseri.
Adam, artık daha fazlasına dayanamadı. Oysa ilk başlarda çok kötü değillerdi. En azından şimdikinden daha yumuşak, daha anlamlı, daha hoştu.
Parmaklarıyla oturduğu koltuğun maun topuzu sıkıp çevirmeye çalıştığının farkına varan adam, kendi kendine gülümsedi. Evindeki şimdi artık bozuk olan emektar radyosunun düğmelerine takılmıştı aklı. Ne kolay ve ne kadar güzeldi. O düğmelerle istediği gibi yönlendiriyordu dinlediği müziği.
Sahnede olmak istedi adam. Şefin çubuğunu elinden alıp yönetmek istedi kendi isteğince, eski günlerindeki gibi.
Birden, dev dalgalar arasında kaybolan ama beklenmeyen bir anda su yüzeyine çıkan bir yelkenli gibi yerinden kalktı ve sahneye doğru uzatarak bedenini:
-Piano! Piano! Diye bağırdı.
Mutluydu adam. Orkestranın şefliğini yeniden ele almıştı.
YORUMLAR
Eskiden pazar konserleri vardı rahmetli Hikmet ŞİMŞEK sunardı. Bir an o konserlerin birinde hissettim kendimi. Bir çok çocuğun aksine ilgiyle izlerdim konserleri. Hele şeflerin çılgın yüz mimiklerine bayılırdım.
Yaşattı an'ı öykünüz. Anlatımınız kurgunuzla...
Tebrik ediyorum.
Saygılar.