- 1102 Okunma
- 20 Yorum
- 0 Beğeni
HÜSRAN
Annemin gözlerindeki öfkeyi gördüm. Babam görmedi ama. İşine öyle geldi. Koluna girdiği Rıza Amca’yı çeke çeke salona götürdü. Salondakiler Rıza Amca’yı görünce üşene üşene ayağa kalkıp sıraya girdiler. El öpenler, sarılıp öpenler, tokalaşanlar. Ayağa kalkmamak için belini tutup rol kesenler de vardı elbet. Onlar oturdukları yerden selamladılar Rıza Amcayı. O da bıyığının altından gülümseyerek “Yemedim ama neyse” der gibi aldı selamlarını.
Annem eli belinde arkalarından baka kaldı. Bir ara sağ gözünün seri bir şekilde seyirdiğini gördüm. Bu hayra alamet değildi. Kendi de biliyordu bunu. Gözkapağını eliyle sabitlemeye çalışarak mutfağa geçti.
***
“Alo, Perişan, çağır konu komşunu bize gelin bu akşam. Muhtar efendi buyurdu, mühim bir toplantı olacakmış. Aman ne bileyim, bitmiyor ki bunun mühim işleri. Tamam. Hadi çok yazdı kapat.”
Perişan Teyze gelirse kimi var kimi yok çağırırdı zaten.
Perişan YILMAZ…Annemin kadim dostu, sırdaşı, bazen de en büyük rakibi… Adına neden Perişan koydular bilmem ama, o çok matrak bir kadındı. En çok da duyduklarını gözlerini gere gere ve mantıklı bir mübalağayla anlatmasını severdi konu komşu. Gittiği yerin neşesi olduğu için, ekseri hasta ziyaretlerinin daimi üyesiydi. Mahallelinin ölürken gördüğü son yüz genellikle onun yüzü olurdu desem abartmış olmam.
Başında son duaları okunan, uzak memleketlerden gelen evlatlarının çoktan mezar yerini eştirmeye başladığı, gözleri yarı perdeli, dudakları iyice ağzının içine göçmüş hastaları dahi, “Turp gibisin maşallah, iyi gördüm seni” yalanıyla, o son dakikalarında güldürmeyi başaran belki de yegane insandı.
***
Büyük babam can çekişiyor. Başucunda kızları, oğulları, bir de imam var. Ben ve kardeşim aralık kapıdan onlara bakıyoruz. Açık pencereden giren rüzgar, büyükbabamın yüzüne gözüne dökülen gül suyu kokusunu bütün eve yaymış. Duvardaki yirmi yıllık ahşap guguklu saatte garip bir tıkırtı var. Zaman hüzünlü. Sanki eşyalar daha bir kocamış. İmam okumayı bırakmış, iki elini açmış sessiz bir şeyler mırıldanıyor. Arada durup parmak uçlarındaki dikenleri sıkıyor. Salonda “çın” diye öten bir sessizlik var. Büyükannemin merdaneli çamaşır makinesinin üzerindeki çilli begonyada ince bir tırtıl geziniyor. Tırtıl bile şaşkın bu her dem hareketli evdeki sessizliğe. Ağzına attığı bir parça yaprağı çiğnerken, sırtını çiçeğin birine yaslamış olan biteni izliyor. Herkes ağlamaklı. Derken Perişan Teyze geliyor. Üzerinde şöyle alı al, moru mor ipekli bir gömlek, içini gösteren tiril tiril şifon bir etek…Salına salına giriyor matem odasına. Keskin bir parfüm kokusu ekşitiyor gül suyu kokusunu.
Büyükbabamın başındaki kalabalığı bir kenara itiyor.
“Açılın ula! Öldürdünüz herifi. Rasim emica, beni duyuyor musun?” diyor gülümseyerek.
Büyükbabam öteden beri Perişan Teyzenin hayranı. Aslında pek çok gizli hayranı var onun. Ama büyükbabam kendini aşikar edenlerden. Önce bir gözünü açıyor. Kadınlar hayretle ağızlarını kapatıyor elleriyle. Çeşitli tonlarda tövbe istiğfarlar geziyor dudakları. “Günah günah” diyor bir komşu nene yazmasıyla ağzını kapatarak. “Murt gidecek mevta.” Çıkan fısırtı odanın münasip yerlerinde tüneyen sinekleri ürkütüyor. Tırtılı da. Büküle büküle çiçeğin sapına gizliyor bedenini. Çilli begonya sallanıyor.
Büyükbabam Perişan Teyzeyi görünce güç bela diğer gözünü de açıyor.
“Ne yattın kaldın Rasim emica. Bağı bahçeyi ot diken götürüyor. İyi gördüm seni. İki güne kalmaz kalkarsın.” Sonra eğiliyor büyükbabamın kulağına bir şeyler fısıldıyor. Saçları öne doğru dökülüyor Perişan Teyzenin. Ense kısmındaki düğmesi yere düşüyor bluzunun. Ahali bir düğmeye, bir de Perişan Teyzenin ak gerdanına bakıyor. Kendi etrafında daireler çize çize dönüyor, pembeli beyazlı düğme, sonra döşemenin aralık tahtalarından içeri düşüyor.
Büyükbabam hüzünlü bir şekilde gülümsüyor. Perişan Teyze de gülüyor ama, ha ağladı ha ağlayacak…Ne konuştuklarını kimse duymuyor. Sonra son kez kapatıyor gözlerini büyükbabam. Perişan Teyze ondan sonra ağlıyor.
***
Annem kanser örnekli dantel örtüyü telefonun üzerine kapatırken, duvardaki guguklu saat yine vakitsizce kendini dışarı attı.
Saatin sesi içerideki kalabalığın abartılı kahkahaları arasında eriyip giderken, annem söylendi. “ Allah canımı alsa da kurtulsam.”
Erkeklerin yanında oturmam yasaktı. Annemin celalinden bir terlikle nasiplenmekten de korkuyordum. Bir süre oturduğum yer iskemlesinden annemi seyrettim. Hayatını evine ve mutfağına adamış bu ufak tefek kadın her şeye söyleniyordu, tombul göbeğinin altında kalan mutfak tezgahından, nemlenmiş tuzluğa kadar…Arada perdeyi aralayıp gelen giden var mı diye bakıyor, dışarıyı göremeyince elindeki el peşkiriyle, kaynayan üç koca demliğin camlara teslim ettiği ruhlarını siliyordu.
Annemin dirseklerine baktım. Tombul beyaz kollarının arkasında sevimli birer çukur gibi duran dirsekleri nedense içimi ısıttı. Gülümsedim. Ben gülümseyince lamba kararır gibi oldu. Bir hamam böceği başının yarısını ve antenlerinden bir tanesini çıkarttı pötikareli tezgah perdesinin altından. Annemin patiklerinin ponponu antenine değince kaçtı.
“Ne gülüyorsun deli gibi” dedi annem. Gel şuraya da bir işe yara. Gül desenli penyesinin bolarmış yakasından içeri elini soktu. Birkaç buruşuk lira ve mendile sarılmış bir şey çıktı gül kokulu koynundan. Paralardan ikisini aldı, geri kalanını tekrar aldığı gibi yerine soktu.
“Al şu parayı. Git Nurcan’a söyle, annemin kalabalık misafiri var, çereziydi, lokumuydu püsküğütüydü derleyip hazırlasın versin sana. Yalnız söyle pahalılarından olmasın. Paranı da gösterme ona. Haydi koş!”
Hava soğuktu. Sokağın iki ucuna baktım. Kimseler yok. Karla kaplı yolda aksi yöne giden birkaç ayak izi. Diğer evlerin avluları bembeyaz. Bir bizimki kapkara duruyor.
Ufukta kalabalık bir karartı gördüm. “Geliyorlar” diye seslendim anneme. Kafama sert ökçeli bir terlik fırlattı.
“ Sen hala orada mı dikiliyorsun!”
***
“Annen ne yapacak bakayım bunca nevaleyi?”
“Oturma var evde.”
Nurcan Abla ağzını buruşturdu. Dudaklarının bu asimetrik duruşunda, közüne tutunamayan Maltepe sigarasının külü, sinek pislikleriyle desenlenmiş yazar kasanın üzerine düştü. İki sinek uçup gitti tarihi geçeli iki ay olmuş reçel kavanozlarının bulunduğu rafa doğru.
***
Artık herkes tamamdı. Kadınlar girişteki oturma odasında sobanın karşısında daire şeklinde oturdu. Kapıdan içeri girip kocalarını karşılarında görünce pek şaşıran kadınlar içeri girmeden önce biraz duraksadılar. Daha önce hiç böyle bir toplantıya katılmamışlardı. Bu işte illaki bir iş var diye düşündü yaşlılar. Sonra geçip oturdular yerlerine erkek tarafına selam vermeden. Adamlardan bazıları gideceği yer konusunda eve yalan atmış olacak ki, kadınların bazıları adamlardan tarafa öfkeyle baktı. Kimisi de daha kapıdan girmeden kocasının sesini duyar duymaz gerisingeri eve döndü ve yüzündeki boyayı silip, üzerine uzunca bir etek giyip tekrar geri geldi.
Hoşbeşten ve “Ay eteğin yeni mi, patiklerinin örneğini versene, kaynanan nasıl” faslından sonra, iki yana aksaya aksaya mutfağa geçen annem, rahat on beş dakika çay servisi yaptı. Boşları toplayıp mutfağa geçince sessiz sessiz söylendi, huzura çıktığı vakit dünyanın en mutlu kadınıymışçasına gülücükler dağıttı.
Sobanın ve kalabalığın yaydığı hararetten olacak, sonunda bakır tepsisini kucağına alıp kan ter içinde, bir iskemleciğe çöküverdi.
Babam gülümseyerek kadınların oturduğu salona geldi. Herkese selam verdi. En son anneme bakar gibi oldu. Yüzünden kara kuyruklu bir bulut geçti o dakika. Kısacık bir an bıyığının bir tarafı düştü babamın.
Ben de anneme baktım. Korktum. Babam kadar değil ama…
***
“Az sonra şanlı tarihimizde bir ilk daha gerçekleşecek sayın mahalle halkı. Ben muhtarınız olarak bu mutlu ve kutlu anı hep beraber yaşamamız gerektiğini düşündüm ve sizi buraya çağırdım.”
Anneme baktım tekrar.Tepsiyle ağzını kapatmaya çalışarak kısık bir sesle söylendi: “Allah belanı versin muhtar kere. Sana rey verdiğim elim kırılsın.” Babam duymadı onu ama okudu dudaklarını. Duramazdı bu kısımda, çabuk adımlarla erkekler tarafına geçti.
Kadınlar birbirlerine baktı. Ne anladıklarını bilmiyorum ama heyecanla el çırpmaya başladılar. “Yaşa, var ol” sesleri yükseldi bizim evden. Ay Dedem "Ne oluyor" diye eğilip pencereden baktı. Gördüm ben. Bir tek ben ama. Belki bir de çilli begonyadaki tırtıl.
“Efendim sözü daha fazla uzatmaya gerek yok. Zira vakit yaklaştı. Az sonra bu küçük şanslı topluluk Türk tarihinin en büyük olaylarından birine şahit olacak.”
Öğretmen emeklisi Hakkı Hoca, gözlüklerini gözünden çıkartıp, sapıyla başını kaşıdıktan sonra cebinden çıkarttığı, itina ile katlanmış mendille gözlüklerinin camlarını sildi. Mutlu görünüyordu. Karısı öldüğünden beri güldüğünü görmemiştim. Demek gülmek için böyle bir iftihar anını bekliyordu. Gözlüklerini gözüne takıp, cebinden saatini çıkarttı. Önce uzaktan baktı, sonra biraz daha yakınlaştırdı saati gözlerine. Bir yandan da ısrarla, memesi uzamış kulağına konan sineği kovmaya çalışıyordu.
Molla Hafız en geniş koltukta oturuyordu. Okul hademesi Ali Amca ve kardeşi aynı koltuğa sığıyordu oysa. Elindeki doksan dokuzluğu şakırdatırken “Çok şükür” dedi tok bir sesle. “Çok şükür bu günlerimize.”
***
“Sayın seyirciler şimdi Kourou’daki muhabirimize bağlanıyoruz.”
Herkes televizyona baktı. Kadınlar televizyonu net göremeyince annem, dudakları kıpırdaya kıpırdaya salonla oturma odasını ayıran, lale desenli kanatlı kapıları, gıcırtılar içinde ardına kadar açtı. Açılmayalı yıl geçen kapıların menteşelerinden iri örümcek kozaları ve toz birikintileri dökülünce annemin yüzü kızarır gibi oldu. Aceleyle halıyı gırgırladıktan sonra yerine oturdu. Acı bir izmarit kokusu dağıldı kadınların üzerine. Püf, dedi yaşlı bir hanım teyze. O püf deyince çilli begonyanın yaprakları sallandı. Tırtıl ölmüş meğer. Pıt diye düşüverdi merdanelinin üzerindeki bakır tepsinin içine. Allah çocuk da nasip etmemiş ona. Begonya terk edilmiş bir konak göründü gözüme.
Televizyondaki sunucu bize bakıyordu. Arada kulağına tutuyor, başını çevirmeden sağa sola göz atıyordu. Saniyeler geçtikçe yüzü kırmızı ceketiyle eş bir renk aldı
“Nereye bağlanıyormuş?”
“Kore’ye Kore’ye.”
“Ne Kore’si? Ama Özal dediydi ki Avrupa’dan”
“Süleyman’ın dediği oldu demek ki…”
Öğretmen emeklisi Hakkı Hoca ilk kez konuştu geldi geleli:
“Kara, beyler, Kara. Fransa’nın bir şehri.”
Az önce tartışan iki ihtiyar Hakkı Hocaya şüpheyle bakıyor. İkisi de Kore’yi duymuştu ama, Kara diye bir yer hiç duymamıştı ikisi de…İkisinin de duymadığı bir şeye şüpheyle bakmak gerekirdi.
Sunucu kadın hala bize bakıyordu. Babam ‘anten takıldı’ dedi. Çağırdı beni.
“Kızım git şu anten borusunu itele bakalım.”
Dışarı çıkmaya korktum o saatte. Evin önü kurbağa doludur şimdi. Paçalarıma tırmanıverirler, bir daha prenses olamayabilirim diye düşündüm.
Tam kapıdan çıkacağım sırada “Tamam” diye bağırdı babam. “Hatun kıpırdadı, antende bir şey yok.”
“Sayın seyirciler, teknik arıza giderildi. Şimdi yeniden Kourau’ya bağlanıyoruz.”
Bir adam sırtına bayrağı dolamış kocaman açılmış ağzıyla belirdi ekranda. O da arada kulağına tutuyor ve başını çevirmeden sağa sola bakıyordu. Hepimiz pür dikkat. Çaylar büyük bir gizlilikle yudumlandı. Kimse bardağının altını çay tabağına silmedi ağzına götürürken. Hal böyle olunca, bardakların altından akan çay damlacıkları, halıya kanepelere minderlere damladıkça, annem acı acı yutkundu. O kadar kalabalığın içinde gözleri yere düşen hiçbir damlayı kaçırmadı. Gözleriyle onları tutabilecekmiş gibi.
Bayraklı adam hala gülüyordu.
"Hay sizin bağlantınıza" dedi Perişan Teyze. Sonra önündeki minderde oturan komşusuna vurdu tombul ayağıyla.
“Hatice getirdin mi o dediğimi?”
“Neydi?”
“Hatırlamıyorsun güya, şuna desene örnek yayılsın istemiyorum diye.”
“Bir susun be” diye bağırdı yaşlı bir adam. “Bağlanacak, duymayacağız şimdi.”
Bayraklı adam, ne alemdeyiz der gibi baktı yanında birine. Biz o kişiyi görmedik ama. Artık ne cevap aldıysa yeniden gülümseyerek bizden yana döndü.
“Evet sevgili seyirciler işte büyük an. Birazdan arkamda gördüğünüz platformdan…”
Hakkı hoca kalbinin üzerini sıvazladı. Kadınlardan biri onun bu halini görünce telaşlanır gibi oldu.
“Hoca kalbini tutuyor. Bu mübarek anın heyecanına dayanamayacak maazallah.” Perişan Teyze bileğine kadar sıyrılmış naylon çoraplarını yukarı çekerken:
“Ne heyecanı, cebini yokluyor cebini.”dedi. “Kalabalık ya burası. Hani olurda biri araklar diye.” Bozuldu Hakkı Hocanın kız kardeşi ama belli etmedi. Güldü herkes gibi.
“Şimdi siz de ekranlarınız başında ondan geri saymaya başlayın sevgili seyirciler. Haydi, Türkiye için, on, dokuz…”
Ahalinin tok sesi bizim aciz döşemelerimizi titretirken, çatıdan sarkan birkaç buz kütlesi, saydam birer hayalet gibi camın önünden geçti. Kadınlar hem sayıyor hem el çırparak tempo tutuyordu. Bir tek Hacı Ayşe Teyze el çırpmadı. Hatta el çırpmadığı ahali tarafından da iyice görülsün diye ellerini yeleğinin ceplerine soktu. O da en az diğer kadınlar kadar memleketini seviyordu ama, galiba bunca alkıştan sonra çıplak omuzlu bir artist sahneye çıkacak diye korkuyordu.
“Beş, dört, üç…”
Molla Hafız elindeki tespihi ahalinin dudaklarından dökülen sesle uyumlu bir şekilde çekiyordu. Söylenen her rakamda başparmağıyla tanenin birini ayırıyor, bir sonrakini çekmek için ahalinin ağzından öbür rakamın çıkmasını bekliyordu.
Babamın yüzünde kocaman bir mutluluk ifadesi gödüm. Ne güzeldi, onu böyle seyretmek. Sonra anneme baktım. Artık o da kendini durumun heyecanına bırakmış gibi görünüyordu. Bir yandan el çırpıyor, geri sayanlara iştirak ediyor, bir yandan da çayı bitenlere “döküyüm, iç bi daha kız, allasen” diye ricada bulunuyordu.
“İki ve bir! Nefeslerinizi tutun sevgili seyirciler. İşte o an…” Herkes sustu. Hatta nefes aldıklarını bile sanmıyorum. Avuçlar birbirine kenetlendi. Molla Hafızın sınırsız mesaiyle çalışan doksan dokuzluk tespihi bile imameye üç tanecik kala sessizliğe gömüldü.
Ama bir şey oldu. Bayraklı sunucunun arkasındaki platformda telaşlı bir hareketlilik başladı. Sunucu kulağına dokundu tekrar. Başını salladı, dudaklarını yaladı endişeli bir edayla. Ama tam o sırada, müthiş bir gürültü koptu. Arkadaki platformdan öyle bir ışık saçıldı ki, ahali ışığın şavkından iki kere gözlerini kırptı. Aniden gelen ışık ve gürültünün ilk şokunu atlatan sunucu çığlık attıkça, mahalleli daha çok gaza geldi. Sarılıp birbirini öpenler, ağzıyla gırnata taklidi yapıp göbek atan teyzeler, her şey şen bir yılbaşı partisini andırıyordu. Ama kadınların hiç biri erkeklerin ise büyük çoğunluğu, “Türkiye Türkiye” diye bağırıp göbek atarken, o parlak ışığın ve gürültünün memleket için ne gibi bir önem taşıdığını bilmiyordu.
Babamın öyle bir çalımı vardı ki, sanki bu kutlu olayı düzenleyen bizzat kendisiymiş gibi tebrikleri kabul ediyor, arada bir de ‘hükümetimiz daima halkımızın hizmetindedir’ kabilinden laflar ediyordu.
Bu sevinç tam otuz saniye sürdü. Üşenmedim saydım. Zaten kadınlar sahte gırnatayla göbek atmaya başladıkları zaman, gayri ihtiyarı nazarlarla gugukluya bakıyordum.
***
Adamlar çerezleri ağızlarına avuçla atıyor, yaşlılar takma dişlerine aldırmadan gizli gizli güllü lokumları götürüyordu ki, sunucu bitkin bir yüzle yeniden ekranda göründü.
“Sayın seyirciler. Ne yazık ki, Ariane 3 ‘ün orta katında çıkan bir arızadan dolayı, füze havalandıktan on iki saniye sonra havada parçalanmış ve böylece ilk uydu denememiz başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ne yazık ki uydumuz şu an okyanusun derinlerinde…”
Herkes sustu. Kadınlar televizyona olan uzaklıklarından dolayı birkaç saniye daha geç sustu. Sessizliği Molla Hafız’ın aralık kalıveren ağzından dökülen leblebilerin, tahta döşeme üzerine düşmesiyle çıkan tıpırtılar bozdu.
*** ENGİNDENİZ ***
YORUMLAR
Aynur Engindeniz
Sevgiler canım benim.
Aynur Engindeniz
Yazmayı o kadar seviyorum ki, doğru olmadığını bile bile yazar diye hitap edilmesi bile sarhoş edici. Edebiyat geleceği hakkında hiç bir beklentim ve çabam olmadığı halde.
Çok teşekkür ediyorum ışık olan sözleriniz için.
Saygılar.
Ay-Nur
Bilmem tanımam ama, ay ve nur eksik olmasın yüzünüzden gönlünüzden.
Engin-Deniz
Engin Denizler gibi sözcüklerle dolu yüreğiniz, aklınız, kaleminiz de var olsun çokça.
Her defasında okuduğum yazılarınızın sonunda "vay be!" diye bir Nida çıkıyorsa ağzımdan, hayranlığımı belirtir en doğru sözcüğü bulamamanın yoksulluğundandır.
Kutluyorum, kutluyorum, kutluyorum!
Aynur Engindeniz
Saygılar.
Söyleyecek söz bulamıyorum eserleriniz karşısında.
Ya da tek şey söyleyeyim o kadar canlı bir anlatımınız var ki, sanki sanki bütün olay kahramanları doluşuverecekler odama, begonyadaki tırtıl dahil:) Bi de duruş pozisyonu bile en ince ayrıntısına kadar anlatılmış hamamböceği.
Bu kadar mı güzel yazılır her şey?
Kutlarım.
Selam ve Sevgimle.
Aynur Engindeniz
Sözleriniz her zaman motive edici. Hatalarımı da söyleyebileceğinize inancım tam.
Teşekkür ederim. Saygılar.
Hem esere, hem de içinde geçen olay karşısında ben de susuyorum...
Hürmetle...
Aynur Engindeniz
Cümlelerinle olayları yaşıyorum. Aynur'cuğum tebrik ederim. Çok çok güzeldi. Sevgilerimle.
Aysel AKSÜMER tarafından 6/8/2011 9:01:03 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
sen sadece yaz uzun kısa deme.....her yazın okuyana büyük keyif veriyor....perişan teyzede herkesi perişan ediyor ....kutluyorum usta saygılar
Aynur Engindeniz
İsteyen dörde bölüm bir haftada okuyabilir ama...
Çok teşekkür ederim daima yüreklendirdiğiniz için.
Saygılar.
BEN DE NEFES NEFESE OKUYANLARDANIM BİLMİŞ OL; BİR UYDUMUZ OLACAK DİYE ÇOK BEKLEDİM AMA O DA HER ŞEY GİBİ OKYANUSUN DERİNLİKLERİNDE BANYO YAPIYOR. KALEMİNİ SEVİYORUM, SENİ OKUMAK ÇOK ZEVKLİ.
TEBRİK EDERİM......SEVGİMLE
Aynur Engindeniz
Teşekkürler sevgiler.
Aynur Engindeniz
Sevgiler hürmetler canım benim.
Teşekkür ederim.
Sonunda ne çıkacak bakalım diye, pür merak okudum.Harika bir gözlem, en ince detayına kadar işlenmiş, beğenerek okuduğum bir öykü.
Çok güzeldi canım benim, Perişan hanımdan tut da, gözlerle konuşan anneye kadar, süper olmuş.
Son paragrafa kadar konuyu açıklamadan anlatabilmek de, usta kalemin marifeti.
Tebrikler, selam ve sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Keyif veriyor sizin yazılarınızı okumak, ama tuhaf bir keyif...hani nasıl desem, şimdi sen al da yazının içine Perişan Teyzeyi sok, bu teyzelerden şimdiki zamanlarda diyorum kaç tane kaldı ki...
yok...bakıyorum çevreme, yanmış bitmiş kül olmuş.
o yüzden başka bir keyif sizi okumak, sanki okuyunca Perişan Teyzelerden birkaçı geri gelirmiş gibi geliyor insana...BELKİ.
KUTLARIM KALEMİNİ Sevgili ENGİNDENİZ.
Aynur Engindeniz
Şimdiki zamanı anlatan öykülerin içine sokamayız bu karakterleri ama. Kanları uymaz.
Çok teşekkür ederim ilgine. Kırkyama öyküsüydü bu da. Ama değiştirdim başlığı son anda. Kırkyama ıv ortak olacak:)
Davidoff
Aynur Engindeniz
Okuyucularımı ve dostlarımı çok iyi analiz ederim. Söyleyemediklerini de ben söylerim kendime.
Ama sen içinden geçtiği gibi söyle her şeyi. Olmadı mı olmadı de. Şurası eksik de, bu mantığa aykırı de. Konseptin dışına çıktın de. Hırpala öyküyü...Bunu istiyorum ben.
Sevgiler çok ama çokça..
Bu kadar olur..
Pess..:)
Ama çok şey katıyor seni okumak bana ,gerisi ben de kalsın:)
Sevgilerimle..
Aynur Engindeniz
Biraz daha olur Sultan, biraz daha olur:))
Sevgiler.
Ülviye Yaldızlıı
Aynur Engindeniz
Sen benim hayatımın öykücüsü, nesircisi, insanı, kadını, artısı, sevgisi, yankısı, diğer yarısı, güneşi ve annesisin...
Okuduğum her yazı da bir kat daha artıyor iyi ki yazıyor dostum diye...
Sen yazacaksın hep yazacaksın...
Sevgimle...
Aynur Engindeniz
Hayata inat öyküler, öykülere inat hayat...
Coşkulu kelimelerin kalbimin gıcırtılı kapısını çaldı....
Sevgiler çok çok...
Mehtap ALTAN
sus ve dinle bizi işleyen kaneviçe düşlü gerçeklerimizi...
sevgimle...
İmdiiiiii tam salondaki toplantının içine dalmışken birden filim koptu eyvah dedim sevgili Aynur ne yaptı konuyu dağıttı galiba ,bir kopukluk mu oldu derken bir de baktım ki ,bir duavara yapışmış üçüncü göz kamerasıyla milleti ve olayları dikizliyor.Oh dedim tam benlik bir seyirlik ,hayde bakalım Aysu kız sen de bir sinek ol salonun ortasında milletin yakasına yapış ve karekterlerini gözlemle. Hoşuna gitmiyorsa yüzlerine karşı vızıldayabilirsin ,o kalabıkta senden hoşlanmayan birisi seni ezmeden bütün içtenliğinle gülümseyebilirsin bayan ev sahibinin yüzüne bakıp,şunu diyebilirsin 'merak etme sayın bayan senin yerine muhtar adayının çayına limon sıkabilirim '..
Evin hanımı neden bu kadar öfkeli diye düşünürken ,elbet dedim muhtar adayını en iyi kim tanımlayabilir .Aahahhh zuhaa zuha dedim daha hanımın gönlünde taht kuramayan mahallede nasıl taht kuracak ki .Bu yüzden bir fenalık durumları var evin içinde .Bir de televizyon anteni bana şunu hatırlattı ,ara sunuşlar kişinin konuşacak fazla şeyleri olmayınca odanın içindeki başka nesneler konuşuyor 'kanser örnekli danteller' ve antenler...
Emica emicaaa sevdim emicayı ben ,huylu yuhundan asla vazgeçmez ölürken bile bir çapkınlık gösterir,neyseki güzel ölmüş kerata :))) Daha çok yazarım da sineği öldürler diye çıkıyorum odanın içinden ,sen kal bir duvarın üstünde seyre dal ,devam et gezinmelere ,ruh dünyalarına ,hatta camdan patt diye düşen kar topalığını bile gör.Sahi seninle birlikte kaç kişi gördü camdan düşen kar topalağını püfff dedim odanın ortasındaki çiçeğe..
sevgiler çok beğendim .
Aynur Engindeniz
Bazen çocuklar kimsenin göremediği teferruatları görür bilirsin. Pencereden düşen buz kütlesini, ya da kar topağını anlatıcı gördü sadece. Ay dedenin camdan eğilip baktığını yalnız onun gördüğü gibi.
Sen üç gözlü bir devsin:) Çekmişsin yine detayların fotoğraflarını.
Teşekkür ediyorum. Sevgiler Aysu.
O qué
Sonunu düşünen kahraman olamaz lacivert , unutma (H)
:D
Aynur Engindeniz
O qué
Tamam ciddi olcam :p
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Ama bu aralar tembelsin farkında mısın? Ya da yoğunsun. Yoğunsan bir şey demiyorum, ama yok değilsen...
Öykülerini bekliyorum küçüğüm. Büyümüş de küçülmüşüm...
O qué
Tembellik galiba. Çünkü sınavlar bile bitti ama :)
Ben de bir rehavet mevcut niye ise, ama söz en kısa zamanda !
Sevgimlesin
Tırtılına varana dek bir olay bu kadar güzel anlatılır mı? anlatmış değerli kalem...çok hoştu ya...Tebrik,selam ve hürmetlerimle
Aynur Engindeniz
Saygılar.
:)
çok hoştu..
ne kadar güzel bir anlatım..
keyifle okudum ablam..
yüreğin var olsun..