yasaklı yürekler 2/2
Sabah kahvaltılarını beraber yapmak için Özlem’le sözleşmişlerdi halbuki.
“Ne yapabilirdim ki” diye söylendi kendi kendine. Babasını da kıramazdı ya. Beraber belirledikleri Cafe’nin kapısına geldiğinde yüreğindeki gelgitler son raddeye varmıştı. İçeri girer girmez Özlem’i gördü. Kahvaltısına başlamış, bir taraftan da lakayt hareketlerle elindeki dergiyi inceliyordu. Yanına yaklaşıp bir öpücük kondurdu yanağına;
“Günaydın sevgilim, çok beklettim mi?”
Özlem, hafif bir sitemle başını kaldırıp Oğuz’a baktı. Gözlerindeki sitemi saklamak ister gibi tebessümle karşılık verdi;
“Sayılmaz. Henüz kahvaltımı bitirmedim” göz göze geldiklerinde Oğuz’un bakışlarındaki mahcubiyeti fark etti.
“Gecikmenin bir sebebi olduğundan eminim Oğuz”
“Evet Özlem. Özür dilerim ama babam kahvaltıyı birlikte yapmak için ısrar edince karşı koyamadım”
Gözleriyle Özlem’i inceliyor, en ufak bir hareketini gözden kaçırmadan neler düşündüğünü anlamaya çalışıyordu.
“Biliyorum, kahvaltılarımızı beraber yapacağız diye sana söz vermiştim, ama yetmişini geçti. Ne yapabilirim, ‘hayır baba, kahvaltıyı seninle yapmayacağım’ nasıl diyebilirdim. Özlem anlayış göster biraz, anla beni!”
Oğuz’un kendini haklı çıkarmak için peşpeşe sıraladığı kelimeler, Özlem’i güldürdü.
“Tamam Oğuz tamam, bu kadar çırpınma” Özlem’in gözlerine baktı Oğuz. Yüzünde neşeli bir ifade, çocukça bir keyif vardı.
“Kızmadın değil mi sevgilim?”
“Çocuk olma Oğuz. Nihayetinde baban. Üstelik anneni kaybedeli şurada ne kadar oldu ki. Elbette babanı kırmanı ben de istemem” biraz duraklayıp devam etti.
“Ama beni de ihmal etme olmaz mı?”
Özlem’in bu tavırları hoşuna gidiyordu. Bazen kaprisli tavırları olsa da, ikna edilebilen yapısı, aralarındaki problemlerin büyümeden çözülmesine imkan veriyordu.
Artık Oğuz’un da keyfi yerine gelmiş, Özlem’in gönlünü almak için fazla çaba sarf etmesine gerek kalmamıştı. Büroda da kaçamak bakışlarla Özlem’i taltif etmiş, bakışlarının karşılaştığı her an onu gözleriyle okşamıştı.
Akşam olduğunda Özlem’i evine bırakıp, kendisi de babasının yanına geldi. Gülerek açtı kapıyı babası. Beklediği gibi sorunlar karşısına çıkmadığından, Oğuz da mutluydu. Salona geçtiklerinde babasının hazırladığı akşam yemeği sofrasını gördü. Babası bu aralar hep Oğuz’la beraber olacağı ortamlar oluşturmaya çalışıyordu. Babasını üzmek istemiyordu. Ama bu davranışlardan da rahatsız oluyordu.
“Bu kadar yorma baba, kendini” dedi, yemek sonrası, sofrayı toplarken. Düzeni severdi, ama artık yavaş yavaş bu düzen kendisine bir mecburiyet haline geliyordu. Babasının sesiyle irkildi.
“Hadi Oğuz, bir kahve yap da içelim” . Eşikteydi babası. Arkasından mutfağa kadar gelmiş, kapının önünde kendini izliyordu.
“Tamam, ama dokunmasın sonra?”
Cezveyi ocağa koyarken içinde tanımlayamadığı bir şüphe filizlenmeye başladı.
“Dur bakalım, altından ne çıkacak” diye geçti aklından. Haksız da değildi. En koyu sohbetlerde bile, hatta ısrar bile edilse kahve ikramlarını reddederken, şimdi bu kahve isteği neyin habercisiydi bakalım. Ama uzun sürmedi içinde bağırıp duran fesat çanları;
“ Yok canım, bütün gün yalnızlıktan canı sıkılıyor, belki de istediği sadece biraz sohbet” içi burkuldu. Sık olmazdı ama arada bir annesiyle babası kafa kafaya verip, hasbihal ederlerdi. Sonra da kararlarını çocuklarına bildirir, ya da ikisi iki yandan “taarruza” geçip, ortak düşüncelerini fiiliyata geçirmek isterlerdi. “Acaba bu kararların ne kadarı anneme, ne kadarı babama aitti” diye düşününce kendi kendine gülümsedi.
Kahveleri pişirip, babasının karşısına oturdu. Biraz günün yorgunluğu, biraz zihinde dolaşanlar arasında sessizce bir iki yudum içmişti ki babasının
“Yalnızlık ne zor, be oğlum” cümlesi ile şimdiye döndü. İçinde bir buruklukla başını kaldırdı.
“Yalnız değilsin baba, ben varım” hafif bir tebessümle ekledi, “annemin yerini tutamam ama…”, bir an gözleri karşılaşınca cümlesinin tamamlayamadı. Babasının bakışlarını okuyamamış, zihnine saplanan sorular ile başını yeniden eğmişti. Bu cümle babasının da düşüncelerini söylemesine engel olmuş, sessizce içilen kahvelerden sonra, sessizce odalarına çekilmişlerdi.
YORUMLAR
Hani nerede diyordum ki gördüm seni. O kadar gözle görülür bir değişim var ki anlatımında hayretler içinde getirdim yazının sonunu. Bir kere şekil olarak daha okunaklı, anlatım olarak daha düzgün ve içsel konuşmalara da daha çok yer verilmiş.
Yalnız "babası, babasına, babasından" kelimelerini ard arda çok sık kullanmışsın bazı yerlerde. Kelime tekrarlarının ardarda oluşu yazının ahengini olumsuz yönde etkiler Reyyacığım. Buna dikkat etmeliyiz. Bazen mecburen de olsa düşüyoruz bu hataya. Ama ille de aynı kelimeleri kullanmamız icap ediyorsa, anlamdaş bir kelime kullanabiliriz yerine. Bu yüzden çok sözlük okumak faydalı derim. kelime hazinemizi güçlü tutarsak hangi çılgın bize zincir vurabilir ki:)
Bir küçük hatırlatma daha, anlatım bozukluğu yapmamaya azami özen göstermeliyiz. Örneğin "kahveleri" pişirmemeliyiz. Bir cezveden fazlasını arzu etmiyorsak tabi. Cümlen içinde "Kahveleri getirip, babasının karşısına oturdu." desek daha doğru olurdu değil mi? Bence tabi...
Başta da dediğim gibi, ilk başladığın yerin çok ötesindesin. Ben dikkatli bir okur olarak bunu görebiliyorum. Yazmayı ne çok sevdiğini de biliyorum. O halde "Durmak yok, yazmaya devam."
Sevgiler çokça...
reyya
Ama anlatımımı beğenmen öyle mutlu etti ki beni :)))))))))
Aynur Engindeniz
Seni de kalemini de seviyorum. Selamlar.