- 697 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Ve Okumak...!
-’...Domuzlar (kutsal) kitaplardan beslenmez.’ Kime yazıyorsun şu denemeyi?-
Bilmiyordum. Bilmediğim o kadar çok şey varken, çoğu zaman herkesin birleştiği bir konu vardı ve bende bu çerçevede ilerleyip, hayatımı düzen içinde tutmaya çalışıyordum. O bilmediğim, ama öğrenme ihtiyacı duyduğum güzelliğin üstünde defalarca durabilmem gerekiyordu .Bilmiyordum, canım haddi hesabı olmayan daralmalar içerisinde kalıyordu. Yalnızlığı seviyordum. O bilmediğim ve öğrenmem gereken kutsiliği yalnızlıklarda bulabileceğimi öğrenmiştim ilkin. En güzel insan gibi, mağaralara çekilircesine her gün, odamda loş bir ışık etrafında benim öğrenmemi gerektiren altınlara el sürmem lazımdı.
İnsanoğlu, yitirilmeye aitti. Bu dünyada her şeyini yitirecekti. Tekrar etmedikçe ve aynada her gün kendisini dahi görmedikçe, bir gün gelip her şeyini unutabilirdi. Ama Rab insana aklı ile beraber irade vermişti. İnsanoğluda bu mucizevi imkanlar ile beraber, Ramazan ayında ki iftar vakitlerinin eğlencesi gibi yazıyı bulup, onunla haşir neşir olmaya başladı. Yazının bulunuşu ile beraber, yeni bir çağın sesi duyuldu. Bu çağın en belirgin özelliği, insanların artık ölümsüz oluşuydu. Tarih, bu ölümsüzlüğü bulanların Sümer olduğunu mucizevi iltifatıyla yazmıştı. Yazı ortaya çıktıktan sonra, yazılan onlarca taş sayfaların anlaşılması gerekiyordu. Taş sayfalarda tarihe geçen kitabeler mevcuttu ve bunların insanlar tarafından ölümsüzleştirildiğine dair kanıtlar sunulmalıydı. Bir zaman sonra bilmediğimi bildiğim o kutsi vazife tarihe geçti ve okumak başladı.
Okumak fiili fonetik olarak kimsenin umrunda olmadı. Önemi, insanlığı harekete geçiren yanıydı. İnsanlar okuyarak ölümsüzleşmeye başladı. Yüzyıllar öncesindeki hayatlardan kalanlar, dilleri rengarenk bir coğrafyada kitaplarda toplanarak, okuma fiili için ortam sunuldu. Okumaya ait ilk belirtiler, dilimize ait ilk kalıntılar ve bunların tarihimizi yansıtan yanı, uzak coğrafyalarda mevcuttu ilkin ve diğer mevcut dillerin tarihi de altımızdaki toprak içinde gizleniyordu. Bunların hiçbiri sizin umrunuzda olmadığı kadar, benim de umrumda değildi. Okumak ile ne amaçlıyorduk, ne içindi okumak ya da sormaya gerek yoktu; okumak için bir sebep aranırsa, okumanın kutsiliğini sorgulamak gibi abese iştigal varsayımlarının noktalı virgüllerinde kaybolup giderdik. Bu yüzden okumanın derinliğinde saklı gizemlerini hatırlamak lazımdı ilkin ve sonra diğeler cereyan etmeye başlayacaktı, bilfiil.
Anlatılması güç bir mevzuydu okumak. Aslında onu tanımlamak, yine onun fiili ile gerçekleşmekteydi. Bu yüzden okumak, bir nevi yaşamaktı. Bu dünyada duyduğumuz ve gördüğümüz her olay ve nesne okunmaya liyakatı olan bir şiir gibi, çalınmaya ihtiyacı olan kadife sesli ustaların söyleyeceği bir besteydi. Okumak rüzgar gibiydi aslında. Rüzgarların polenleri toprağın bağrına düşürtmesi gibi, kelimelerde zihin denilen toprak üzerine seriliyor ve bize, bizim gibi insanların Yaradanın esinlenttirmesi sonucu filizlerini açtırttığı eserleri okuma şansı verdittiriyordu. Okunan her eser için kitap ayıraçları gibi, zaman aralıkları lazımdı. Bu da okumaya ait bir gereklilikti. Okuduğumuz her nesnede en temel vazifedar daima gözümüz olduğu için, okumak ile meşgul olunan saatler içerisinde bir başka işin tahayyülü dahi okumak fiiliyatı dahilinde gerçekleşmiyorsa, bu okumanın, insanlığı münevver eyleme çizgisine dair bir alametti. Okumak bu yüzden kutsi olma yolunda; farklı bir izahi boyutta ele alınır ve çağa göre yorumu yapılırsa, entelektüel; aydın, münevver olma yolunda düşünmenin ilk basamaği olan şüphe kadar gerekli ve acil bir ilaçtı. Bu ilacı kullanmakla beraber daha iyi bir yaşam süreceğimiz hakkında olumlu düşüncelere gelişmeye başladı ve bu düşüncelere ait pek çok örneğede okuyarak tanık olduk.
Okumak hür bir gençti. Tüm dinleri ve tutkuları barındarabilen bu genç, aslında mütevazi ve de münzevi bir hayatı yaşıyordu. Bu bakımdan ünlü Hint felsefesinin tohumu olarak nitelendirebileceğimiz münzevilik, okuma gayretinin temel hissedarlarından biri olmalıydı ilk başta. İnsan olarak, cevaplarımızın sorular ile sınırlaştırıldığı küresel hegemonyalarımızın tahrik ve tahripleri içerisinde okumak eylemi de bu manada farz kılınırdı tinsel tahtının en üst basamağının zafer çığlıkları olan gözyaşları ile beraber kılınmıştıda. Münzevi olma durumuna bir mukaddime, okumaya aşılanacak ilkokul gayretleri olmalıydı. Timsali biraz garip karşılanabilirdi; mesela ilkokulda aşı yapıldıktan sonra millet olarak omuzlarımıza yakın yerde, bu aşının izlerini taşırdık bir ömür boyunca. Ancak bu aşıyı yapmamız, insanlığımızı salgın hastalıklardan tamamen kurtulmasına yardımcı olmaz, olamazdı. Bu yüzden hastalıklar karşısında yeni aşı ve tedavi yöntemleri denenirdi. Bu yüzden yaşam sürdüğü müddetçe, salgın hastalığımız olacak manevi marazilerimiz için okumak bir çıkış yolu, ferahlık olacaktı.
Okumanın fazileti, okuyacak bir şey olmayınca daha iyi anlaşılacaktı. İnsanların yalnız kaldığı anda ferdi ihtiyaçlarını ifa eyledikten sonra hasbihal eylemek isteyecekleri, konuşmak isteyecekleri ahbabları olmalıydı. Günümüzde daha bir acayipleşen yaşam tarzı vasıtasıyla evlerine kapanan insanlık için okumak son derece elzem olacaktı. Çünkü kendini anlatacak, kendi ile konuşacak kelimelere, cümlelere ve hatta kitap kitap ciltlere gidecek ve onlara sığınılacak tek yol okumaktan geçiyordu. Okunulacak nesne olan kitap, hislerimizin bir nevi tercümanı olmaktaydı. Bakışlarımızı iç dünyalarımıza çevirdiğimiz anda, şuur altlarımızda karşılaşmaktan çekindiğimiz nice yaşanmışlıkları, okumak eylemi gerçekleştirecekti. Bir tür kendimizle yüzleşme şansını bize tanıyacaktı.
Ünlü Fransız Edebiyatçısı Victor Hugo’nun dediği gibi ’Okumaya ihtiyacı barut gibidir, bir kere tutuşunca artık sönmez’ mantığı ile okumak, gerçektende bit tutku olarak hayatımızda yer alıyordu. Ancak bu tutkununda baza zararlı yanları olabiliyordu. Özellikle okuma kavramında akla ilk gelen nesne olan kitapları, fetiş seviyesinde hayatına yerleştirenlerin ’Okuma Yolu’ üzerindeki çığlıklarını hiçe saymak gerekiyordu. Yayınevinden çıktığı gibi bir kitabı okumak ve bitirmek, sonrada başka yayınevinden çıkan yeni kitabı alıp onu da hemen bitirip okumak ve bunu her zaman denemek, bu deneyişleri -çevredeki insanlara ’kitap okuyor’ havasına büründürmek amacını taşıyıp taşımaması olasılıkları içerisinde- bir nevi kitap delisi olmak, okumanın amacı olmayan bir gayretti. Çünkü okumak, ’ikra’ denilerek farz kılınmıştı en güzel insana ve o bahşedilişten sonra da okumak; düşünmeyi gerçekleştiren bir titreşim mekanizması olmalıydı. Okumak ile beraber Yaradanın kullarına bağışladığı iradelerini geliştirme imkanları vardı. Ama bu imkanların menfur gayretlerdeki üretimlerinin salık eylenmesi durumunda okumak, izafi bir maharet olan delilik payesini insana kazandırıverdittiriyordu. Bunun için okuma eylemi sürecinde, bir başka okuma daha vardı ki, bu da insanların kendilerini okumasıydı.
Okumaya birkaç paragrafda yazmış olsam yine de okumak ile alakalı düşüncelerimi tam ifade edememiştim. Dünyanın bilinesi çok şeyi olmasına rağmen, okumanın bile tam olarak faydalarını bilmiyordum. Karşıma Montesquieu’yu çıkartan her ne hikmet ise artık, söylediği sözler şuurumun anahtarını açan bir kılavuz oldu. ’Az bilmek için çok okumak gereklidir’ sözünün muhteşemliği içerisinde kendimi kaybetmiştim ki; ortada, yazdıklarımın arasında bir başkası tarafından okunulası hiçbir şeyin olmadığını görünce üzülmüştüm. Oysa daha neler vardı neler! Yazılası o kadar çok şey vardı ki, aklıma bir söz daha gelmişti. ’Yazmak için olgun bir insan olmak lazım. Olgun insanlarda gece mum ışığı altında kırmızı çarşafların altında beden irkilmelerini yaşayan insanlar değil, zihin tahteravallileri arasında hayatlarına ait denge muhafazaları konusunda fikir sancıları çeken insanlardır’ sözü ile itibar ettiğim bir geleneğe ait iş yapmak istedim tekrar. Onunda adına da düşünmek diyorlarmış ki, okumaya dair tereddütleri olan tüm insanlık için acil bir çağrı olduğunu belirtmeyi düşündüm ve okumak sihrini düşünmek iksiri ile karıştırıp, ruhun en temek ihtiyacına yardımcı olmasını diledim. Meğer ki tüm yanlışların sebebi, yanlış olduğuna inanmama hastalığıymış. Aynen ’Ben düşünüyorum ya, ben hayatı yaşıyorum, insan okuyorum ve benim bu gayretlerim açısından kitap okumamın ne amacı var?’ ideolojisinin şemsiyesi altında uyuşukluk olan ve tembelizm tarafgirliği olan hissiz ruhların değişmekten iğrençlik ve nefret duymaları gibi.
-Yazı tadilat aşamasında-
YORUMLAR
Bugün beni çok şaşırttığınızı itiraf ediyorum. Oysa çok güzel ve hızlı bir gelişim gösterdiğinizi düşünüyordum. Başınızı ağrıtmadan tek bir yorum yapayım ; "Edebiyat yapmak adına dili bu kadar yormaya gerek var mı? ve Edebiyat hakikaten anlaşılmaz hale gelmek mi gerçekten." Böyle bir gayretiniz yoktu ilk okumaya başladığım zamanlarda.
ama öğrenmem lazım gereken / bu cümle ya (öğrenmem gereken...) ya da (öğrenmem lazım gelen)-ki bu ikinciyi sevmedim- şeklinde olduğunda anlamdan hiç bir şey kaybetmediği halde okuru yormadan kolayca anlaşılır olacaktı.
İnsanoğlunu yitirilmeye aitti / Yitirmek insan oğlunun kaçınılmaz kaderiydi veya benzeri bir başka cümle. Ne ifade etmeye çalıştığınız ilerleyen cümlelerde de açıklık kazanmamış.
onlarca taş sayfaları okumak gerekti / onlarca kitabeyi okumak gerekti. Taş sayfa kelimesi konunun bütünündeki o edebi kaygıda belki yazıyı güçlendirir beklentisi taşırken aksine güçten düşürmüş.
Mutlaka yeniden elden geçirmelisiniz bu yazıyı. Bu üç örnek sanırım bir fikir verir.
Başta da söylediğim gibi sizden beklemiyordum, şaşırdım. Bu emekçinin beni şaşırtması ihtimali ise hepsinden öte hayretler içinde bıraktı beni.
HakkınSesi
Neden derseniz, sabaha doğru bu yazıyı yazmaya çalışırken, bilgisayar başında uyumuş kalmışım. Mazeretler hoş değildir doğal olarak. Uyandığım zaman yazıya baktım ve de aklımdakileri düşündüm. Son paragraf öncesi tamamen boşluktu.
*Söylemek istediğim, anlatmak istediğim gerçeğe dair bulgu çok azdı.
*Emek vermedim. Bir kez dahi okumadım.
*Biraz havadan yazdım da diyebilirim.
*Böyle bir yazıyı yazarken; sessiz bir ortam içinde düşünüp, belki de saatlerce cümlelerin en uygununu bulmam gerekecekti. Yapmadım.
Bunu görüp de uyardığınız için teşekkürümü ve özrümü de edebiyat adına kabul ediniz...
Düzelteceğim...!
TekinSağ.
İsminiz her eserinizde imzanız aynı zamanda. Ben sizin Edebiyat konusundaki ciddiyetinizi, özeninizi buluyordum her sayfanıza geldiğimde. Hatayı kabullenmek insanları küçültür zannederler. Gözümde bir kat daha kıymetiniz arttı ne yalan söyleyeyim. Güçlü eserler vereceğinize dair ümidimi kaybetmeyi göze alacak değilim. Yorgunsanız yazmayın müdavimleriniz sizi beklemeyi de öğrensinler ama bilsinler ki her gelişinizde imzanızla geleceksiniz. Yoruma cevabınızı çok beğendim, samimiyetimin karşılığı bir gönülle tanışmış oldum bu sayede, dostlukla kalın dilerim.
HakkınSesi
hÜrmetle...
yabancıların elinde hep kitap görüyorum ,uçakta,otobüste hatta güneşlenirken,biz türklerde durumlar felaket ,okumayan toplumuz
sevgiler.
HakkınSesi
hÜrmetle...
Okumak !
Sayfaları boş gözlerle çevirmek olmassa ne çok kazancımız olur?
Her yeni kitapta her yeni anlatımda her satır başında ne çok şey bilmediğimizi düşündürür kitaplar.
Raflarda kalmış,üstü başı toz olmuş ,onca emek verilmiş ,onca araştırılıp ,yazılmış kitaplar.
Okumuyorsak yada okuduğumuzu sanıyor da bir şey anlamıyorsak bizim ne farkımız kalır rafta duran,hayatta olupta hiç bir işe yaramayan kitaplardan..
Vesselam senin yazıların açık ve net.Kendini okutuyor be mert kardeşim.Ömrüne bereket..
HakkınSesi
Sizin de beni bu konuda çok iyi anlayacağınızı tahmin ederek söylüyorum ki...insan okursa...diğer dünyevi hadiseler boş gelmeye başlar...
Mesela Cemil Meriç okumak...NE kadar da güzel olur toplumumuz için..
Gönlünüz ferah bulsun inşallah...
Hürmetle...
Okudukça insan ne kadar az şey bildiğini kavrayabiliyor. Düşünce; bir maden ocağı gibi, sayfa sayfa derinlere indikçe öyle madenler elde ediyor ki insan. Yeterki bunları işleyelim, kendi fikirlerimizle daha da şekil verelim ve yazalım. Bilinçli yazalım ki eser olsun. Müthişti. Zevkle okudum ve kendi adıma ruhuma çok şey kattım. Teşekkürler Hakkın Sesi. Tebrik ederim. Selamlar.
HakkınSesi
Okumayı sevenler adına paylaşmak istedim denemeyi...
hürmetle...
okumak, çakıl taşlarından yalın ayak geçerken hayatı kanatmaktı..
çok güzeldi şair yüreğim:)
senin kalemini seviyorum..
eyvallah kocaman yüreğine..
HakkınSesi
okumak, çakıl taşlarından yalın ayak geçerken hayatı kanatmaktı..
bu ne güzel söz...
teşekkürler her daim..günün güzel olsun inşallah...
hürmetle..
hayatbuysa ben yokum
yazını okuyunca takıldı dilime, yazayım dedim:)
senin de günün güzelliklere açılsın
teşekkür ederim..
HakkınSesi
Zatınıza Rabbimden daim diliyorum...
Bu yaşınızda 'okuma' gayretini sizde görmek benim için onur oldu daima..
Hürmetle...
AYSE 09
evet okumayı daha çok yazmayı seviyorum
gözlerim gördüğü müddetçe okumak çabasındayım
Okumak, koskoca yeryüzünde kaybolmuş bir kızın kitapların sarı yayfalarında kendini bulmasıydı...
Okumak, herşey üzerine üzerine gelirken senin onun üzerinde huzuru bilgi birikiminde koklamandı...
Okumak, boşluğun boş kalesine bayraklarını dikenlerin beyinlerine bilgi ile erdem kazımaktı...
Okumak, cehaletin kanatlarını tek tek yolmaktı!...
Tebrikler HakkınSesi...
HakkınSesi
Katkıya çok teşekkür ablacım...
Hürmetle..
Mehtap ALTAN
Gerçekten dolu dolu okunası bir çalışmaydı...
yeniden yeniden kutladım ...