- 1606 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bülent Gündoğan’ın Kayıp Kelebekler Haritası
“Gül Yürek” dediğim değerli kardeşim Bülent GÜNDOĞAN’ın Sütun Yayınları arasında yeni çıkan “Kayıp Kelebekler Haritası” isimli kitabı elime ulaşınca kendi kitabım çıkmış gibi sevindiğimi itiraf etmeliyim.
Hocamızın ruhumuza gül kokuları sunan şiirlerini biliyor, zevkle okuyorduk. KAYSERİ’den bölgesel yayın yapan ART FM “artfm.net” te Cumartesi günleri 12.30 daki “BÜLENT GÜNDOĞANLA ŞİİR EVİ” radyo programını da severek takip ediyorduk.
Yakında kitabım çıkacak Ali abi dediğinde, kitabın şiir kitabı olacağını düşünüyordum. Bunun için kitapta kaç şiir var deyince; Abi kitap şiir kitabı değil. 13 hikayeden oluşan bir kitap deyince şaşırmıştım. Çünkü hocamın yazarlığından daha çok şairliği ön plandaydı.
Editör, kitabın arka kapağında kitabı tanıtırken; “Hikayeyi şiire yaklaştıran, incelikli bir dili var ama bu dil, vakayı da ihmal etmiyor” dediği gibi hikayeler zengin bir şiir diliyle kaleme alınmış. Okuyucuyu sıkmayan akıcı bir dil kullanılmış.
Âciz kalemimle kitabı tanıtmaya çalışacağım. Bu kitabı eleştirecek bir kalem erbabı olmadığımı peşinen söyleyeyim. Benim ki sadece duygu ve düşüncelerimi hayatının 40 yılını misk kokulu bin bir çeşit çiçek yetiştiren bir bahçıvan olarak eğitimciliğimin verdiği gözlemlere dayanarak yazma cesaretini buldum. Benim de bu güzellikte çorbada tuz misali bir tutam da olsa katkım olsun istedim.
Önce kitabın isminden bahsedelim. “Kayıp Kelebekler Haritası” İsim insanı okumaya teşvik ediyor. Erguvan renkli kapaktaki kelebek ve pusula insanı cezbeder nitelikte… Biraz sonra hikayelere bir göz atıp birer cümle ile de olsa düşüncelerimi ifadeceğim. Ama önce genel olarak kitap hakkındaki düşüncelerimi belirtmek istiyorum.
Birincisi; Hikayelerde ana tema olarak gurbet, hasret, hüzün, hastalık ve ölüm konularına yer verilmiş. Yazarın düşüncesine saygı duymakla beraber, arzu ettiğim; sevinç, mutluluk, huzur ve sevgi gibi konuları daha çok görmek isterdim. Tabii ki bu benim görüşüm. Yazar da kendince uygun gördüğü konuları işlemiş. Çok da güzel olmuş. Konular büyük bir ustalıkla satırlara nakış nakış işlenerek okuyucuya sunulmuş. Yazarın emeğine, yüreğine ve kalemine sağlık diyorum.
Zaman zaman istediğim konulara da olsa değinilmiş. Kitabın son hikayesinde “Sara ile Bedir” aşkı mükemmel bir şekilde finalle taçlandırılmış. Okuyucu ağız tadıyla kitabı bitirsin istenmiş. Benim de duygu ve düşüncelerime tercüman olmadı değil…
İkinci olarak; kişiler ve olaylar zengin bir dille imgelerle beslenerek duygular satırlara nakşedilmiş. Ruhumuza tatlı bir meltem olarak estirilmiş. Saba rüzgarı serinliğinde huzur vermiş, seher vakti oluşan şebnem damlaları gibi adeta yüreğimize düşürülmüş.
Yazar; hikayelerin şiir diliyle nasıl bu kadar güzel anlatılabileceğinin de çok güzel örneğini vermiş. Hikayelerde kişi ve olayların daha belirğin olarak öne çıkmasını şahsen arzu ederdim. Fakat yazar kendi güzel diliyle efsunlu bir iklimde okuyucuya bu şekilde vermeyi daha uygun görmüş. Hikayeler daha çok okuyucuyu içine alarak konunun belirginleştirilmesi, olayların birbirine daha sıkı ilişkilerle bağlanması tercih edilebilirdi. Hikayenin daha çok öne çıktığı, akıcı, sürükleyici, merak uyandırıcı olaylar zinciri daha çok ilgi çekebilir.
Zengin bir kelime dağarcığına sahip olan yazarın; tasvir, teşbih ve imgelerle dolu satırlarını takdir ederek alkışlamamak nankörlük olur. Hikayeler gerçekten mükemmel bir anlatım diliyle okuyucuya sunulmuş.
Kaleminin daim olmasını, gönül güzelliğinin ve yürek sesinin daha nice eserlere imza atmasını diliyorum. Dualarımız kardeşimizle. Bu “Gül Yürek” en kısa zamanda eserleriyle kültür, sanat ve edebiyat âleminde haklı yerini alacaktır. Buna yürekten inanıyorum. Allah yâr ve yardımcısı olsun. Ayrıca son yıllarda almış olduğu başarılar kitabın girişinde haklı olarak yerini almış. Biz de başarılarının devamını diliyoruz.
Bu genel görüşlerden sonra kitapta yer alan hikayelere birer cümle ile de olsa girmek istiyorum. “Kelebekler Segah Sever”de; Tehcirin verdiği duygularla hüzünleniyor, hicranın vuslata dönüşmesini arzuluyoruz. “Kayıp Kelebekler Haritası”da; Dede ile torunun sıcak ilişkisini, muhabbet kapısının sonuna kadar aralanmasını zevkle okuyoruz. “Düşte Kelebek Gömmek”te; Elif Nine’nin hayatından bir kesiti birlikte yaşıyor ve zihinlerimize altın harflerle yazılacak ibret dolu dersleri çıkarıyoruz.
“Kelebeğin Seyir Defteri”nde; Kanlı Eylül’ün insanlar üzerindeki etkilerini Şahin ile Eylem’in hazin öykülerini hayret ve ibret ile okuyoruz. “Mavi Tuvalde Turkuvaz Masal”da; Meryem Teyze ile komşuluk yapıyor, erguvanların açtığı mevsimde İstanbul’un büyülü silüetini içimize resmediyoruz. “Yalın Ayak Söylenir Hicaz Şarkılar”da; Şanlıurfalı kızla beraber Makam-ı İbrahim’i, Balıklı Göl’ü geziyor, küçük kızın özlemi ile mutlu oluyor, çaresizliğine üzülüyoruz.
“Çift Vav Çıkmazı”nda; Uzun sarı saçlı güzelin isteklerine kavuşmasına ortak oluyor, Meryem’ce yakarış ve dualarına Amin diyoruz. “Ayaklarından Vesikalı Adam”da; Yavuz KUL’un iç muhasebesine, Tefekkür-ü Mevt’ine şahitlik ediyoruz. “Ekmek Arası İstanbul Hatırası”nda; İstanbul sahilinde martı çığlıklarıyla düşlerde Kaf Dağında kaybedilen Simurg’u beraber arıyoruz. “Camda Bir Çift Göz”de; Anadolu’nun bağrında muhabbet kumaşıyla örülmüş mor salkımlı leylakların, iğde ağaçlarının yüreğimize işleyen kokularıyla tren yolculuğu yapıyoruz. “Kanayaduran Aşklar Ezgisi”nde; Dikimevinde çalışan siyah döpiyesinin içinde beyaz gömlekli güzele âşık küçük bir yüreğin sevdasına şahitlik ediyoruz. “Saman Yürek”te; Kocaman yüreği, boyalı elleri ile ayakkabıları boyayan küçük Abdullah’ın yürek aynasındaki resmini, hayat mücadelesini ibretle seyrediyoruz.
Ve “Sara ile Bedir”de; Aşk Fedakar Olmanın Zaferidir… Pervaneye Ateş Gerek, Mürüvvetim Kor Ateşte… Aşk Emektir, Aşk Vermektir, Aşk Sıcacık Bir Ekmektir… Satırlarıyla sevda ikliminde yolculuğa çıkıyor, sevmenin kutsallığını damarlarımızda hissediyoruz.
Sen ki serseri aşk atına binmiş hakikat ararsın. Ateş olmayan yerde hakikat aranmaz. İçinde söz geçiremediğin aşk delisine sor. Gül mü diyor, kül mü? Onun gül demesine sakın ola müsaade etme. Sen küle talip ol! Rahmet eteği mutlaka göz yaşını silecektir.
Âşık adamın yüreği gamlı olur. Niçin şaşarsın haline. Yandım diyen âşığın yüzü gülüyorsa asıl ona şaşmalı! Sen içini mamur et. O’nun için süsle kendini. Ferhat’ın Bisutun Dağı’ndaki kazma izleri aşık tayfasına ibret içindir. Aşk bîvefadır. Ateşten vefa beklemek için İbrahim olmak gerekir!
Âşık, Mecnun’un halinden ders alıp çölde çıplak kalır. Bir de bakmışsın Ferhat ile cem olup tozan dağların ardında hozan olur. Sevgilinin bakışları âşığı biçare kılan zehirli bir oktur. Ve sevgilinin elinde merhem olmazsa, âşığın yarasına hiçbir tabip derman olamaz.
Sara’nın eşsiz güzelliği Bedir’in gözyaşı ile yıkanmış, gözbebeklerinin içtenliğindendi. O gönüllüydü ve o biliyordu; Sevgili teveccüh eder de çevirirse yüzünü, gözyaşı ile yıkanmış gözlerinde her yağmur sonrası şems tüm harikuladeliği ile gelecekti.
Sevginin tadını aldığımız bu satırlardan sonra dilimizin döndüğünce, gücümüzün yettiğince bazen kendi satırlarımızla, bazen de söz sultanlarının sevgi satırlarıyla güzel yüreklerinize seslenmek istiyorum.
Sevgi Irmağı… Sevenler sevdiklerini gönüllerinden ve dillerinden düşürmezler. Bir olay karşısında aynı duyguları paylaşır, âdeta iki beden de bir yürek haline gelirler. Seven insan sevdiğine hayrandır, onu taklit etmeye başlar. Sevgiyle acılar tatlılaşır, sevgiyle dertler şifa bulur, sevgi zindanları gül bahçesine çevirir, sevgi karanlığı aydınlığa döndürür, nâr (ateş) nûr olur. Sevgi ile kederler sevinç, üzüntüler neşe ve sevinç olur. Aç bir kuş, susuz bir çiçek neyse, sevgisiz çocukta odur. Sevgi pırıltıları yüreklerde ışıldamalıdır. “Sevgi, evin sağ direği, saygı sol direği, güven ise evin çatısı gibidir.” İnsanın gönlü sevgilerle dolmalı. Sevgi Irmağı şiirimde duygularımı şöyle dile getirdim. Gönlüme doluyor sevgi ırmağı / İplikleri yavaş yavaş çözerim / Coşkunca çağlıyor sevgi ırmağı / Sevgileri yudum yudum içerim. Sevgisiz gönüller çorak bahçedir / Bu bahçede pembe güller yetişmez / İnsanın sevgisi umman içredir / Gönüllerde sevgisizlik gelişmez…
Sevgi, ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur. Sevgi ile her sorun çözülebilir. Değil insana, hayvana ve bitkiye bile sevgi ile yaklaşırsan onunla daha iyi bir iletişim kurabilirsin. Bugün kişilerin sorunlarının kaynağı sevgisizliktir. Bir çocuğa doğduğundan itibaren sevgi ile yaklaşıp ve her zaman karşısındakine sevgi göstermesini öğretirsek, büyüdüğü zaman çevresindekilere sevgi ile bakıp, sevgi ile davranacaktır. Sevginin öğrenildiği ilk yer aile ortamıdır. Bu daha sonra okul ve arkadaş ortamında yeşerir ve büyür. Sevgi ile büyüyen çocuklar ileride mutlu bir genç olur. Sevginin anlamını bilelim ve sevgiden uzak durmayalım.
Sevgi deryasına sandal aç. Sevgi fidanı dik. Sevgi yağmurunda ıslan. Sevgi yumağını ör. Sevmek; seni seviyorum demek değil, seni seviyorum derken titremektir. Gerçek sevgi; kötülük gördüğünde azalmayıp iyilik gördüğünde artmayandır. Gülü öylesine sevmelisin ki soranlara dikeni yok diyebilmelisin.
Ümidin çiçek açması, sabrın meyve vermesi, sevgi tılsımının gönüllere değmesi gerekir. Yüreklere girilmeden beyinlere girilemiyor. Başarının, sevginin, huzurun ve mutluluğun yolunun sevgiden geçtiğini unutmayalım.
Sevgi Bahçesinde Gül Yetiştirmek… Sevgi insanı olmak, sevgi medeniyetine ulaşmak, sevgiyle yaşamak… “Sevgi tüm varlığın yaratılış sebebidir. Kâinattaki her şeyi yaratan Allah (c.c) insanı sevgiyle yaratmış, sevmiş ve sevilmeyi istemiştir.”
İnsan ekmekle doyar, emekle büyür ve sevgiyle yaşar. Sevgi toplumu olmak istiyorsak aile binasının harcını sevgi ve inançla karmalıyız. Harcı sevgi ve inançla karılan aileler, her iki dünyada da çözülmezler. Evlerimizi Cennetten bir köşe yapan şey sevgidir. Sevgisizlik evlerimizi ve toplumu Cehenneme dönüştürür. Sevgiyle Cennetten bir köşeye dönüşen evlerde yetişen çocuk kendisiyle ve toplumla barışık olur. Kendine ve başkalarına güvenir. Kendisine güvenilir, sevecen, mutlu, umutlu ve hoşgörülü bir insan olarak hayata atılır.
Sonsuz Aşk… Sevgi, ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur. Sevgi ile her sorun çözülebilir. Değil insana, hayvana ve bitkiye bile sevgi ile yaklaşırsan onunla daha iyi bir iletişim kurabilirsin. Bugün kişilerin sorunlarının kaynağı sevgisizliktir. Bir çocuğa doğduğundan itibaren sevgi ile yaklaşıp ve her zaman karşısındakine sevgi göstermesini öğretirsek, büyüdüğü zaman çevresindekilere sevgi ile bakıp, sevgi ile davranacaktır.
Sevginin öğrenildiği ilk yer aile ortamıdır. Bu daha sonra okul ve arkadaş ortamında yeşerir ve büyür. Sevgi ile büyüyen çocuklar ileride mutlu bir genç olur. Sevginin anlamını bilelim ve sevgiden uzak durmayalım.
Sihirli Sözcük: Sevgi… Kalplerin anahtarı, ruhların gıdası sevgidir. Sevginin açamayacağı hiç bir kapı yoktur. İnsanın hayatı sevmesi için birçok neden vardır ki, bunları saymakla bitiremeyiz. İnsan ne kadar mutsuz, karamsar da olsa yine hayattan vazgeçmek istemez. Hayatı sadece madde olarak değil, manen ruhsal duygular ve hislerle de yaşamak olduğunu bilmeliyiz. Dünyadaki her şeyi sevebilmek için insanın önce kendini sevmesi gerekir. Kendini seven başkalarını da sever. Onlarla tanışır, görüşür, dertlerini ve sevinçlerini paylaşır.
Sevgi Bahçesinde Gezmek İster misiniz?... Sevgi her yazarın üzerinde kafa yorduğu bir meseledir. Sevgi anlatılmakla bitirilecek bir konuda da değildir. Üzerinde ne kadar konuşulursa konuşulsun tam anlamıyla ifade edilemez. Sizlere sevgi üzerine yazılmış yazılardan bir demet sunmak, sizi sevgi bahçelerinde gezdirmek istiyorum.
Yavuz BAHADIROĞLU: “Sevmek yaşama sanatını kavramaktır, aşk bitip tükenmeyen bir cevherdir, her zaman yaşayacaktır. Belki zaman zaman değişik şekillerde farklı boyutlarda olacak, ancak her zaman var olacaktır. Sevgi şartsız, saf, temiz ve ölçülü olmalıdır. Şartsız sevgilere aşk denir. Mevlana’yı cezbeden asıl güneşin Şems kılığına bürünmüş sevgi olduğunu, Yunus Emre’yi hak ateşiyle coşturup diyar diyar gezdirenin sevgi olduğunu, Bediüzzaman’a binlerce sayfalık eser yazdıran şeyin sevgi olduğunu Leyla’sını ararken Mevla’sını bulan Mecnun’un içindeki cevherin sevgi olduğunu, Şirin’ine kavuşmak için Ferhat’a dağları deldiren gücün sevgi olduğunu unutmayalım.
Sevgi bitip tükenmeyen gerçek bir hazinedir. Dün vardı, bugün var, yarında olacak, biz görmesek de o hayatın her noktasında her zaman en güzel bir şekilde yerini alacaktır. Herkes etrafında sevgiyi aramaktadır. Sevgi bulunduğunda ondan asla vazgeçilmez.
Aşklar ve âşıklar ölmez. Aşkın ölmediğinin en güzel delili aradan uzun yıllar geçmesine rağmen Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre’nin dilden dile dolaştığını, sanki bu aşkların bugün yaşanıyormuş gibi bilinmesi değil mi?” diyor.
Aşk Mevlana’yı gönülden titreten yüce bir duygudur. Bu duygularla bize şöyle sesleniyor. “Gel aramıza katıl. Biz hakka gönül vermiş insanlarız. Gel bize katıl da sevgi kapısından içeri giriver, evimizde bizimle beraber otur. Gel gönüllerimizle sarmaş dolaş olarak birbirimizle içten konuşalım. Kulaklardan, gözlerden gizli konuşalım. Güller gibi dudaksız ve sessiz gülüşelim. Düşünce gibi dudaksız-dilsiz görüşelim. Gel dilimizi tutarak titreyen gönüllerimizle konuşalım.”
Dünya var oldukça sevgi var olacak ve varlığını devam ettirecektir. Sevgiyi ancak sevenler fark edebiliyor. İnsanlar sevmeseydi yazı ve şiir yazabilir, resim yapabilir deyiş söyleyebilir miydi? Yüce Rabbimiz sevmeseydi insanı yaratmazdı. Arının sevgisi olmasaydı hiç çiçek çiçek dolaşır bal yapar mıydı? Arı çiçeğe âşık. Balın özünde sevgi var, muhabbet var, aşk var.
Çocuklarımıza her şeyden önce sevgiyi öğretmeliyiz. Sevgiyi öğrenirlerse gerisi kolay olur. Eğer çocuklarımızın yüreğine aşkı, sevdayı yerleştirirsek, onlar inanmayı, güvenmeyi, başarmayı, yardımı, hoşgörüyü, dostluğu, arkadaşlığı, saygıyı, huzur ve mutluluğu kendisi kolayca öğrenecektir. Ailevi problemlerde, insani ilişkilerde çözüm hep sevgidedir. Sevgi sihirli bir anahtardır. Başarılı olmak isteyen, mutluluğu doyasıya yaşamak istemenin yolu hep sevgiden geçmektedir. Sevgi ışıl ışıl yanan bir ışık, insanda bu ışığın etrafında dönen kelebeklerdir.
Seviyorum Demek Yeter Mi?... Sevgi ortamında yetişen insanlar kendisiyle barışık, kendine ve başkalarına güvenen, sevecen, mutlu, umutlu ve hoşgörülü olurlar. Sevgiyi doğuran ilgidir. İlgi sevginin hem anası hem de çocuğudur. İlgisiz sevgi iktidarsız sevgidir. Sadece “seni seviyorum” demek yetmez. Bu sevgiyi ilgiye, davranışa dönüştürmemiz gerekir. Bunu yapmayanlar sevginin bedelini ödemekten kaçıyorlar demektir. Bedeli ödenmemiş sevgi haksız kazanca benzer.
Aşk Odu Önce Ma’şuka, Andan Âşıka Düşer… Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç? Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini…
Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir… ‘Aşk odu önce ma’şuka, andan âşıka düşer.’ derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın… Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı “İlmel Yakîn” olarak tanıyan pervane, onu “Aynel Yakîn” bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor. Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet… Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün… İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.
Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor. Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap… Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar.
Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane “Hakkal Yakîn” biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum… Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar. Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek… (İskender PALA)
“Bir gün pervane böceği muma âşık olur... Biri pervaneye şu sözleri söyledi: Ey ufacık böcek, minicik kanatlı hayvan! Sen kendine lâyık bir dost tut. Öyle bir yola git, öyle bir yol tut ki, biraz olsun başarı umabilesin. Sen kim, mum kim? Sen neredesin, mum sevmek nerede? Semender değilsin. Ateşin etrafında dolaşma. İnsan önce kendini bilmeli, yiğitliğini denemeli, ondan sonra savaşa atılmalı.
Yarasaya baksana! Güneşten saklanıp gizlendiği için gündüzleri ortalarda görünmüyor, geceleri meydana çıkıyor. Demir pençeli kimse ile savaşmak, câhillik, kendini bilmezliktir.
Düşman olduğunu bildiğin birisini dost edinmek akıllıca bir hareket değildir. Ey pervane! Kimse sana mumun uğrunda nâhak yere ve boşu boşuna öldüğün için iyi ediyorsun demez. Bir dilenci padişahın kızını isterse, bu saçma bir fikir beslemek, mânasız bir harekette bulunmak demektir. Ensesine tokadı yer.
Bir mecliste mum yandığı vakit, padişahlar bile yüzlerini ona çevirirler. Hâl böyle iken mum hiç sana, senin gibi âşıka yüz verir mi? Karşısında o kadar padişahlar varken, büyükler dururken senin gibi bir müflise iltifat eder mi hiç ? Ben zannetmem. Mum herkese nezaket, yumuşaklık, fakat sana kızgınlık gösterir. Çünkü sen zavallısın, biçâresin.
Yüreği yanık pervane ona şu cevabı verdi: Ey tuhaf adam! Sen bu sözlerinle tuhaf oluyorsun ama iş tuhaf değil. Mum beni yakarmış, yanarmışım. Bunun ne önemi var. Yansam ne olur, kavrulsam ne çıkar. Gönlümde İbrahim’in ateşi var. Nemrud’un ateşi İbrahim’e nasıl bir gülizâr oldu ise, mumun ateşi de benim için bir gülistandır.
Gönül, canânın eteğine çekmez, canânın aşkı canın yakasına yapışır. Ben kendi isteğimle kendimi ateşe atmıyorum ki! Boynumdaki aşk zinciri beni ateşe sürüklüyor. Mumun ateşine kavuştuğum zaman yanmıyorum ki, o beni uzakta iken yakmıştı.
Yâr, güzellik ve sevilmek icabı istediğini yapar. Ona: Yapma, etme, günahtır denilmez ki! Ben, yârimi sevdiğim için onun ayakları altında can vermeye hazırım. Emelim budur, zevkim de bundan ibarettir. Can benim değil mi? Kim buna engel olabilir?
Dost var iken bana varlık yakışmaz. İşte bunun için can veriyorum. İstiyorum ki, yalnız o var olsun. Yârim güzeldir, beğenilmiştir. İstiyorum ki, ben yanarken çıkardığım alev ona sirayet ederek onun ışığına katılsın, onun ziyasını arttırsın.
Ey bana öğüt veren! Diyorsun ki: Git, kendine göre birisini bul, onu dost edin! Bu öğüdün bana hiçbir faydası yok. Bana kâr etmez, te’sir etmez. Bilir misin ki, aşığa nasihat etmek akrebin soktuğu kimseye sızlanma, inleme demeye benzer. Sindbad kitabında çok güzel bir nükte vardır. O da şudur:
Aşk ateştir, öğüt yeldir.Yel, ateşi alevlendirir. Bir kaplanı ne kadar dövsen, o nisbette hırçınlaşır, öfkesi şiddetlenir.
Ey nasihatçı! Sen bana fenalık yapıyorsun. İstiyorsun ki, yüzümü ateşli yerden ateşsiz, soğuk yere çevireyim. Şimdi sıra benim. Ben sana nasihat vereyim de dinle. Daima kendinden iyisini ara. Kendin gibilerle vakit geçirmek, vaktini zâyi etmektir. Kendi emsalinin peşinden ancak kendini beğenmişler gider. Tehlikeli yerlere ise ancak sarhoşlar gider.
Nitekim ben aşka düştüğüm zaman onun bütün belâlarını da düşündüm. Kelleyi koltuğa aldım da bu yola girdim. Sadık bir aşık isen elini canımdan çek. Canını vermeye kıymayanlar kendini beğenen korkaklardır ve sevgiliye değil de kendi şahıslarına âşıktırlar.
Bir gün gelecek, nasıl olsa ecel pusu kuracak beni alıp götürecek. Onun için nazlı sevgilim beni öldürsün daha iyi. Onun uğrunda, onun elinde güle oynaya can veririm. Madem ki, ölüm haktır ve alına yazılmıştır, cânan uğrunda, onun elinde ve yanında ölmek daha iyi değil mi?
Bir gün ister istemez öleceksin. Yârin ayağı dibinde can vermek daha iyi değil mi? Pervâne sâdık bir âşıktır. Tek bir ışık etrafında döner durur ve kendini yok eder. Onun yok oluşu, Vahdet yolundaki dervişin hâline benzer. Işık ilâhî aşk, pervâne ise bu aşk ile yanıp tutuşan ve hatta yokluğa erişen derviş demektir.”
“Sevmek Yürek İşidir Cesaret İster... Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet aşkın iki bileşenidir.
Sevgiliye duyduğun aşk ölçüsünde katlanabilirsin tüm acılara ve içindeki aşk kadar lezzet alırsın sevgili uğruna duyduğun tüm acılardan... Eğer sevgili uğruna acıyı göze alamıyorsan, yok kanadım yanar, yok ateş söner diyorsan pervane olup dolanmamalısın yanan ateşin etrafında...
İster pervane olsun ister ateş olsun farketmez; sevenlerde yürek olsun yeter... Sevginin özü yürekte olduğu için sevmek de yürek işidir... Gözü kara olmaktır, göze almaktır, karşı koymaktır, emek vermektir, fedakarlık yapmaktır...”
Değerli Gönül Dostlarım… Gül yürekli Bülent kardeşimin bu güzel kitabını âciz kalemimle sizlere tanıtmaya çalıştım. Değerli hocamın son cümleleriyle yazımı tamamlamak istiyor ve sizi şu anlamlı satırlarla baş başa bırakıyorum.
Gül mü, kül mü? Bedir’in aylardır solgun yüzü yeni açan pembe bir güldü ve ilk kez güldü…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.