- 720 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
MAZİMDEN YAPRAKLAR - 7
On yaşında İstanbul Beşiktaş’taki S.S adlı şehit eşi bir hanıma evlâtlık olarak verdiğimizden yaklaşık iki hafta kadar sonra ilk ziyaretimize gitmek üzere babamla birlikte hazırlandık.
Kurtköy’de, aynı zamanda evimiz olarak da kullandığımız kahvemizi, İsmail amcaya emanet ettik. Üstelik onun ceketini de giydi babam. İstanbul’a giderken biraz daha düzgün görünmek istemişti.
Önce beni yıkamıştı kahvemizin ortasında kurulu varilden bozma odun kütük sobasının yanında. Sonra da kendi yıkanıp öyle girmişti kahvenin bir köşesinde tahta oturağa dizili sandalyelerin üzerine kurulu yatağımıza.
Daha önce hiç gitmemiştim ; İstanbul nasıl bir yerdi ? Beşiktaş, İstanbul’un neresindeydi ? Herhalde babam biliyordur. Benim tek bildiğim ise ; İstanbul’da denizin olduğu ve ömrümde ilk defa vapura binecek olmamdı.
Çok erken uyandık o gün. İsmail amca da erkenden gelmişti.
’ Paran var mı Mustafa ? diye sordu babama. Ona ’İncirli ’ demeyen tek insan belki de oydu.
’ Sağol İsmail ağabey. Eksik olma. Var çok şükür.
’ Hadi bakalım ; güle güle. Kendinize dikkat edin. Çocuğun elini sakın bırakma. Mukaddes’e de selâm söyle. Öp benim için.
’ Söylerim selâmını, öperim de, merak etme sen.
’ Bak Mustafa ; bir kenara çekip konuş çocukla. Eğer memnun değilse, kalmak istemezse, hiç düşünmeden al gel. Zaten öyle konuşmadın mı ? ’
’ Tamam ağabey. Aynen öyle. Nasıl isterse öyle olacak. Zorla bırakmam.’
Önce minibüse bindik Pendik’e gitmek için.
K. Bey ile öyle anlaşmıştı babam. Gönderdikten on beş gün sonra gidip konuşulacaktı ablamla. Eğer memnun olmadığını söyleyip kalmak istemezse, tekrar alınıp anneme geri verilecekti. Yok eğer memnun olduğunu, orada kalmak istediğini söylerse, istediği zaman dönme hakkı saklı kalacak şekilde evlâtlık olacaktı. İyi bakılacak ve mutlaka da okutulacaktı.
Pendik’ten sonra bir minibüsle Kadıköy’e, oradan dolmuş taksilerle Üsküdar’a geldik. Böyle uzun bir yolculuğum hiç olmamıştı. Heyecanlı ve mutluydum. Bayram gezmesine giden çocuklar gibi hissediyordum kendimi.
Ablamı evlâtlık verilmesi için annemin yanından aldığım için duyduğum suçluluk duygusundan da arınmak üzere hissediyordum kendimi. Çünkü, eğer kalmak istemezse tekrar annemin yanına gönderileceğini biliyordum.
Son olarak vapura bindik Üsküdar’dan. Farklı mevkiler varmış vapurlarda. Babam en ucuz olanını seçtiği için bodrum katta yolculuk edecektik. Denizi seyretme hayalim başlamadan bitivermişti galiba. Ne kalktığını hissettim vapurun ne de Beşiktaş iskelesine yanaştığını.
Sadece insanların iskeleden uzatılan merdiveni bile beklemeden atlayışlarını izledim hayretle. Babam, beni korumayı düşünmüş olacak ; vapurun iyice yanaşmasını, merdivenin uzatılmasını sonuna kadar bekledik.
Barbaros Bulvarı’ymış indiğimiz yer. Biraz yürüdükten sonra, elindeki adresi hemen her gördüğüne sormaya başladı babam.
Sonunda Çelebioğlu sokaktaki o evi bulduk. Koca bir apartmandı. Ablamın öyle bir apartmanda oturması ayrı bir heyecan, mutluluk verdi bize.
Asansörün ne olduğunu sanırım ikimiz de bilmiyorduk. Babam zaten okuma yazma bilmiyordu. Benim her kattaki ’ Asansör ’ yazısı dikkatimi çekmişti. ’ Bu Hasan Sör her katta mı oturuyor ?’ diye düşünmüştüm.
Bizi kapıda karşılayan evin hizmetçisi Kevser hanım, kim olduğumuzu bile sormadan ;
’ Mukaddes ! Babanlar geldi !’ diye seslendi ablama. Belli ki herkesin haberi olmuş geleceğimizden. Ablam koşarak geldi,sarıldı bize. Hemen gözleri yaşardı babamın. Benim en çok sulu gözlülüğüm çekmiş galiba babama. (Aslına bakarsanız, boyum, göz rengim, saç sıklığım, sakalımın bıyığımın rengi bile aynıdır ya )
K. bey, ablası S.S hanım, onun ablası H. hanım, S.S hanımın kızı Ü. hanım ve ikinci eşi R. bey, onun ilk eşinden oğlu C. ve ayrı bir odada da Ü. hanımın ilk eşinden özürlü oğlu F.(Benim yaşlarımda), hepsi de evdeydiler o gün. Galiba Pazar günü olduğu için böyleydi.
Çok iyi karşıladılar bizi. Biz biraz utandık kıyafetlerimizden, oturmayı kalkmayı pek bilemediğimizden. Ama onlar mütevazi davrandılar, güzel sohbetler ettiler bizimle.
Ablam beni başka bir odada kalan F.nin yanına götürdü. Oyuncaklarıyla birlikte oynadık. Çok güzel oyuncakları vardı. Yürüyemiyor ve konuşamıyordu o. Benimle oynamak mutlu etmişti. Ben de çok sevdim onu.
Çok güzel bir öğle yemeği hazırlanmıştı. Onların sayesinde sıkılmadan, iştahla yedik yemekleri. Uzun süredir ( Belki de hiç bir zaman ) öyle güzel yemekler yememiştik. O günden sonra hep orada yediğim yemeklerin en güzel olduğunu iddia etmişimdir ben.
Yemekten sonra salona geçildi. S.S hanımın kızı Ü. hanımın kucağında oturuyordu ablam. Çok mutluydu. Çok güzel kıyafetler, takılar almışlardı ona. Hani derler ya ’ El bebek, gül bebek gibi ’ diye. İşte aynen öyleydi.
Yolda gelirken bir oyun düşünmüştük ablama, babamla birlikte. Şimdi o oyunu sahneye koyma zamanıydı. Fakat, galiba babam, diğerlerine haber vermişti bu oyundan.
’ Eee Mukaddes ! Gelelim şimdi işin zor tarafına.
’ Hayrola babacığım ?’
’ Kızım, biz seni bu insanlara vermek istedik, verdik te üstelik ; ama...
’ İyi yaptınız babacım. Çok iyi insanlar. Ben çok mutluyum burada. ’
’ İyi de kızım ; annen şikâyetçi olmuş, mahkemeye vermiş bizi. Şimdi biz seni tekrar alıp, annene götürmeye geldik. ’
Babam sözünü bitirdiğinde, ablam öyle bir ağlamaya başladı ki ; tıpkı, buraya evlâtlık verceğimizi söylediği zaman ki ağlaması gibi !
Sustur, susturabilirsen ! Pişman oldu babam bu oyunu yaptığına. Ne kadar yırtınsa da şaka olduğunu, ablamın susması çok uzun bir süre aldı.
Sonunda , şaka olduğuna inanıp çok sevindi.
Canım ablacığım ; öz annesinden neyin karşılığında bu kadar kolay vaz geçebilmişti ?
Babam, kendince görevini yapmış ve ablamın isteği ile onu bu insanlara evlâtlık olarak bırakmaya karar vermişti.
Notere gidildi. Ne zaman isterse bu evden ayrılabileceği, annesinin yanına dönebileceği ve mutlaka okutulacağı taahhüt edildi.
Fonda gördüğünüz resim de kırksekiz yıl önce, o gün, Beşiktaş’ta, ana cadde üzerinde bir fotoğrafçıda çekildi.
Ü. hanım ve eşi R. bey Merkez bankası’nda çalışıyorlardı. Güneş görmedik harçlıklar verdiler bana. Çok sevindim.
Denizi görerek yolculuk edebileceğimiz mevkiden bilet aldı babam dönüşte. Heyecanla, mutlulukla denizi, gemileri, martıları seyrederken, bu yolculuğun çok uzun sürmesini istedim.
Ablamı mutlu gördüğüm, kendi isteğiyle orada kalmak istediğini duyduğum için de, vicdan azabından kurtulmuş hissettim kendimi.
Annemin ne kadar üzüldüğünü, yıllarca yüreğinin kanayacağını ve o günahın ucuna bile bulaşmış olmanın vebalinden ölünceye kadar kurtulamayacağımı düşünebilecek yaşta değildim henüz.....
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Göz açıp kapayıncaya kadar geçmiyor ömür, arada yaşananlar ister acı ister tatlı olsun göz açıkken de kapalıyken de asla silinmiyor. Hayat, insanı tecrübe profesörü ediyor resmen. Teşekkürler paylaşımınız için. Saygı ve selamlarımı sunuyorum.
Aysel AKSÜMER
ben çok neşeli biriyimdir...gülmeyi güldürmeyi çok severim....bunu başardığımı tüm dostlarım söyler.....bir o kadarda çok sulu gözlüyümdür...beni ağlattın can...buna hakkın varmıydı...bilmiyorum...boş ver be dost ağlamakta gülmek kadar güzel....güne yakışacak değerde...müstesna bir yazı kutluyorum...saygılar ustam
Fikret TEZEL
Selamlar, saygılar.
Can dost...
Tacettin benim profilime "KESKİN BIÇAK OLMAK İÇİN ÇOK ÇEKİÇ YEMEK GEREKİR" diye yazmıştı.
Bu anınızı okuyunca o söz aklıma geldi.
Sende benim gibi çok çekmişsin bu yazılarından belli...
Hep düşünmüşümdür iyi yazı yazabilmek için bazı şeyleri çekmemiz gereklimiydi ?
Yoksa Allahın verdiği yeteneğe çektiklerimiz bir payandamıydı ?
Selam ve sevgilerimle dost....
Fikret TEZEL
Doluyum be dost, çok doluyum. nereye patlayacağım da belli olmuyor. Freni patlamış külüstür, nereye gireceği belli değil. Bir gecekonduya, garibanlar barınağına değil de zalimlerin inine çarpabilmeyi çok isterdim.
sustum dost, fazla oldu.
Selamlar, saygılar..