- 596 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MİMARLIK VE TÜKETİM
MİMARLIK VE TÜKETİM
Mimarlık şüphesiz son yüzyılın yine son çeyreğinde kendi özgün üretim vasıflarının yanında kapitalist sistemin ağlarında yaşamaya çalışan sistemin diğer elemanları ile en çok gerilimin yaşandığı bir pratiklik olarak karşımıza çıkar. Yani bu pratiklik; sermaye, siyasi irade ve mimar arasındaki üçgende kendisini ifade eder. Ancak bu ifade tarzının kendini sayıca ve ağırlıkça üretilen nesnenin aynı zamanda bir tüketim nesnesi olarak üretilmeye başlandığı gündelik hayatımızda, üçgendeki ağırlık merkezinin sermayeye doğru kayması ile sanki bütün dünyaya ihraç edilebilecek bir marka ve moda ikonları haline gelmesiyle tanımlanır oldu.
Ekonomik yapının geliştirdiği tüketim kültürünün sloganlarının başında tüketiciye ulaşabilmek için sesini yükseltmek zorundalığı olduğu mimarlık alanındaki çevrelerde de çok geniş yankı bulmuştur. İşte burada tüketim amaçlı mimarlığın popüler kültür öğelerinden olan marka göstergesi karşımıza çıkıp, üründen önce piyasaya onun ismi sunulup, daha sonra da pazarlanmaktadır. Üretici-mimar, tüketici-işveren arasındaki iletişimi güçlendirmek için marka kavramından yararlanılmaktadır. Ancak literatürde mimarlık alanında marka ve markalaşma ile ilgili çalışmaya rastlanmamıştır.
Mimarlık bugün dünyanın önde gelen sanayileşmiş toplumlarının ileri çıkan star mimarları ile ipoteklerinde bulunan bir tüketim nesnesine dönüştürülmüş projelerini, bilgisayarda oynanan bir oyunmuşçasına amorf şekillerin kompoze halde birbirlerine eklemlenen dünyasında görme tehlikeleri ile karşı karşıyadır. Günümüz tüketim çılgınlığı içerisinde alan razı (bilinçsiz müşteri) satan razı (tasarımcı) mantığı ile bu “heykelsi ikonik” eserler kişisel tatminsizliklerin yerine geçebilecek sonsuz bir haz ve doyumun görüngüsü olmakla yenilerine davetiye gönderiyor. Popüler kültürün yansıması öğeler olarak karşımızda bulduğumuz yapılar için “iktisadi mimarlığın” sürekli bir şeyler satmak için en güncel eğilimler olan moda, sanat, takı tasarımı gibi değişen, birer “tüketim nesnesi” gibi görülerek de dönüştürüldüğünü söyleyebiliriz. Üstelik bu görkemli nesnedeki değişimle birlikte gelen şaşa da göz açıp kapayıncaya kadar oluyor. Yani üretilen soyut-sentetik bir nesnenin bile bazen kendi piyasasındaki tüketim aktivitesi tam olarak gerçekleşmeden suni bir yaşanmışlığın yaşamına seyirci kalıyoruz.
Şu anda mimarlık çevrelerince cevap bekleyen bir soru olarak; günümüz zengin ama iyi işlemeyen gerçek kentsel yaşamdan yoksun, taşıt trafiğine teslim olmuş AVM’leri ile insan ölçeğinden yoksun kamusal yaşama kapalı görkemli müzelerine, dev boyutlu havaalanlarına, kamusal yaşamı oluşturacak işlevsel bütünlükten yoksun kent mekanlarına veya Asya ülkelerinde tasarlanan çarpık ve kendini klonlayan fallik gökdelenlerine somutlanma olarak nasıl bir gönderme yapılabilir.
Tüm bu tüketim kalıplarının içerisinde tüketimin nesnesi olarak mimarlık ve onunda nesnesi olan mekan eliyle basit bir tüketilene, modalarla eski veya yeni trendlere indirgenilmesinin yanında aşağıda öncelikle tüketimin bir araç ve işlediği bu ekonomik sistem içerisindeki mekanı bir “yer” e ve oradan da “yer-olmayan” kavramının yaratılması sürecine götürülüşü incelenecektir. Daha sonra bir “yer-olmayan” kavramına indirgenen, anlamını önce yok etmesinin yanında daha sonra çağdaş kapitalist sistem içerisinde bir akılcılaştırma ile örgütleyerek yeni anlamlar veren sistemin mimarlık üzerinden diyalektiği kurulmaya çalışılacaktır. Son bölümde ise bu büyülenme ile akılcılaştırmanın yaşandığı en büyük sahneler olan somut bazı alışveriş merkezleri üzerinden de örneklemlerde bulunulacaktır.
“TÜKETEN KÜLTÜR”, TÜKETİM KÜLTÜRÜ
Çağdaş Kapitalist toplumlardan tüm Kapitalist ötesi toplumlara tüketimin başlıca deyişi şu şekildedir. Doğal kaynakların sınırlılığına rağmen insan ihtiyaçları sınırsız bir dürtü ile yaratılmıştır. Yani tüketim bastırılamayan bir fenomendir denmektedir. Burada özne olan insanında içsel olan ihtiyaçlarına karşı, öngörü ile nesnelleşeceği sav edilmektedir.
Tüketim olgusunun ayrıntılı irdelenmesinde ve mimarlık alanında çıkarımlar yapmak üzere yöntem oluşturmakta, Baudrillard’ın ‘Tüketim Toplumu’ isimli çalışması başlıca eser olarak benimsenmektedir. Jean Baudrillard (2004) tüketimi şöyle tanımlamaktadır:
“Tüketimin (sadece nesnelerle değil, kollektivite ve dünyayla) etkin bir ilişki biçimi, üzerinde tüm kültürel sistemimizin kurulduğu bir sistemli etkinlik ve global bir yanıt biçimi olduğunu daha baştan açıkça ortaya koymak gerekir. Baudrillard, tüketimin sadece doğal ihtiyaçların tatmin edilmesi olarak nitelendirilemeyeceği üzerinde duruyor. Tüketim salt doğal ihtiyacın karşılanması değilse o halde nasıl tariflenebilir? Modern tüketim; doğallıktan ve kullanım değerinden uzaklaşarak, kazanılan, öğrenilen, insanların arzu duymaları için toplumsal olarak eğitildikleri bir olgu olarak kabul edilebilir sanırım” [Baudrillard, 2004].
Yetinen bireyin tüketim ekonomisine geçişini aşamalar olarak ele almak istersek; Birincisi olarak üretimin bilinen üretim mekanları olan kapalı ve fabrikavari yapıların temellerini oluşturan ev dışındaki üretim mekanlarının faaliyette bulunması olurdu. Böylece yaşam alanlarının diğer yönleri olan özel ve kamusal hayatın oluşması, eğlence ve oyunun daha rahat ve serbest hale gelişi, üretim ve tüketimin dönüşmesiyle dönüşmüştür.
İkinci olarak değişimin modern toplumsal yapıdaki bir kırılması olarak işin içine insan türünün dişi kimlikteki yansıması olarak “kadın” faktörünün girmesi ve bayanların şimdiye kadar hiç olmadık bir şekilde tüketime katılma eğilimleri olmuştur. Şüphesiz yine bu ağırlıklı olarak üretimin ve tüketimin birbirinden ayrılması olarak gözlemlenebilir.
Üçüncü olarak dünyanın gelişmiş ülkeleri ile gelişmekte olan ve özelliklede gelişmemiş üçüncü dünya ülkeleri arasındaki endüstri ağırlıklı sektörsel ve kolonileşme ağırlıklı zengin hammadde yataklarının keşfinin getirdiği bir merhabadır. Bu aynı zamanda sosyal ve iktisadi alışverişinde bir zenginleşme kapısı olmuştur.
Dördüncü olarak 3. dünya ülkeleri dâhil tüm dünyada 19. yüzyılda endüstri üretiminin çıktıları- ürünleri tüketimin keyfine sunulmuş ve pazar ekonomisi şimdiye kadar görmediği olağanüstü yeni bir biçim almaya başlamıştır.
Beşinci olarak üretim elemanları ve sistemlerinin yanında gelişmelerin iletişim teknolojisindeki gelişmelerle de senkronizasyonu bütünü-temelinde tüketime toplumsal yaşamda kültürel bir nitelik kazandırılmasında, tüketim kültürünün yaratılmasında önemli sonuçları doğurmuştur diyebiliriz teknoloji. Bunu en genel anlamda bilgisayar sistemleri ile dünya çapındaki kitle iletişim ve ulaşım ağlarının bir takibi ve yarışı izlemiştir. Bu durum on dokuzuncu yüzyılda, kentli nüfusun artmasına koşut olarak okuryazar oranı yükselmesi yazılı basının gelişmesine ve yaygın bir okur kitlesine ulaşmasına da neden olmuştur.
Üretimin günümüzdeki tek anlamı olan tüketim mantığı eğer bir sistematik içerisinde ise bu aynı zamanda da “tüketimin üretimi” süreçleri açısından da yorumu üçe ayrılabilecek bir oluşumdur.
Bunların başında; maddesel olarak tükettiğimiz malların yanında, bunları bize servise eden tüketim merkezleri ve alışveriş yerleri ile büyük miktarlarda kapitalist meta üretiminin birikimine yol çan sermaye sisteminin genişlemesine dayanır. Bu sistemin genişlemesi bazılarınca eşitlikçi ve özgürlükçü bulunduğu için, bazılarınca ise ideolojik olarak toplumun bazı kesimlerinin diğerleri üzerindeki manipulatif etkilerinin görüldüğü bir sisteme olanak tanıdığı için boş zaman ve tüketim faaliyetinin çağdaş Batı toplumlarlarında giderek ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır.
İkincisi kullanılan ürünlerin sosyolojik olarak toplumsal bağların ya katı olarak daha güçlendirilmesi veya ayrılıklar yaratabilmesi adına bir payda oluşturur. Yani bu bir nevi toplumsal ilişkilerde bir sınır çizgisi çekmek anlamına da gelmektedir. İnsanlar bununla kullanım değerinden elde edilen bir nicelikle tüketim değerinden elde edilen bir nitelik kazanmayı umar.
Üçüncü perspektifte ise insanların çeşitli şekillerde doğrudan bedeni tahrikler ve estetik duyumlarına hitabeden, duygusal ve farklı içsel hazlarını dürtükleyen farklı birtakım tüketim alanlarında sevinçle karşılanan tinsel hisleri, arzu ve rüyalar takıntısını ortaya koyar. Hayaller, imajlar ve hazların tüketilmesi kişi veya kurumların üzerinde yaratabileceği saygınlık, itibar gibi görece statülerinin yanında narsizmin egoist davranış biçimlerini de ortaya çıkartmaktan geri kalmaz. Bu sürecin en olumsuz yönlerinden biri de gündelik hayatımızda bu durumun insandan, onun mekanına ve de mekanın her aşamasına yansımış durumda bulunmasıdır şüphesiz. Bu durum Featherstone’un (2005: 52) aktardığına göre:
“Kentsel alışverişte gittikçe başat hale gelen, büyük mağazalar ve ulusal ve uluslararası yeni sergiler gibi, her ikisi de on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında gelişen kurumların (Chaney, 1983; R. H. Williams, 1982; Bennett, 1988) ve konulu parklar gibi diğer yirminci yüzyıl ortamlarının (Urry, 1998), ortaya koydukları teşhirlerde, hayallerde ve egzotik mahallelerin simülasyonları ve şatafatlı gösterilerinde karnavalesk geleneğin unsurlarını teşvik eden düzenli bir başıboşluğun hüküm sürdüğü savunulabilir.”
Bu süreçte toplum, birey ve mekan kavramı da değişen gündelik hayat bağlamında sorgulanmaya açık hale gelmiş, gündelik hayatın farklı yönleri ile bireyi üreten ve tüketen bir araç haline getirirken; gündelik hayatın içinde geçtiği mekanları – özelikle tüketim mekanlarını – üretilen ve tüketilen araçlar haline getirmiştir. Bu öngörüde ekonomik alanda değişen üretim ve tüketim örüntülerinin, mekanın oluşturulduğu üretim sürecinde ve kullanıldığı tüketim sürecindeki etkilerin tartışılması hedeflenilmiştir. Bu tartışmadaki hedef örnekler ise son bölümdeki kendi ülkemizden alışveriş merkezleri/tüketim peyzajları üzerinden anlamsal ve mekansal olarak okunabilecektir.
TÜKETİM KÜLTÜRÜ VE MİMARLIK
Mekan, kapitalist üretimin günümüzde en önemli yok edilmek istenen düşmanlarından biridir. Bu da yine en büyük koz olarak zamanın mekanla yıkılması fikriyle desteklenmektedir. Ancak bu insanların pratikteki tek bir mekan içerisindeki ilişkileri oldukça kısıtlıdır. Dolayısıyla ortaya çıkacak bu yeni mekansal farklılıklar, toplumsal yaşamın ortaya çıkan örüntülerini yapılandıracak ve yönlendirecektir. Bu sebeple mekanı daha nesnel hale getirerek alt yapıya indirgemek için, yani mekanın deyim yerindeyse üstesinden gelebilmek için mekansal örgütlenme gerekmektedir. Mimarlıkta bir mekan yaratma süreci baş aktörü ise, bu görevde sistem içerisinde onun nesnelliğine ihtiyaç duyuluyor demektir. Buck-Morss’un (1983: 213), bu konuda belirttiği gibi:
Kapitalist endüstrinin dinamiklerinin, “gerçeklik” ve “sanat”ın yer değiştirmesine neden olduğu söylenebilir. Gerçeklik yapaylaşır, yeni endüstriyel süreçlerin olanaklı kıldığı metaların bir fantazmagorisi ve mimari inşa haline gelir. Modern kent, yoğunluğu en az doğal manzara denli kuşatıcı olan binalardan ve tüketim parçalarından oluşan yapay bir manzara yaratan bu tip nesnelerin bollaşmasından başka bir şey değildi. Aslında böyle bir kent çevresinde doğan çocuklara (Benjamin gibi) bu yapay manzara bizzat doğa olarak görünüyordu. Benjamin’in metaları kavrayışı sadece eleştrel değildi. Benjamin “tıpkı XVI. yüzyılda kendilerini felsefeden özgürleştirmesi gibi yaratıcılığı sanattan özgürleştiren” (Pasajlar: 1236,1249) imajlara sahip metaları ütopyacı oldukları gerekçesiyle onaylıyordu. Endüstrinin ürettiği maddi nesneler, binalar, turistik broşürlerden makyaj malzemelerine dek her türlü meta Benjamin’e göre kitle kültürüydü ve Pasajlar’ın temel ilgi konusunu oluşturuyordu.
Bu konu hakkında bazı örnekler vermek gerekirse: Mimarideki geç kapitalist dönemde özellikle 1960’lardan sonraki sözde modernizme karşı ama modernist yaklaşımın ileri aşama bir sürekliliği olan postmodern “İzm” lerin ortaya koyduğu süslemeli-figüratif, biçimlerin bir eklektisizm içerisindeki pastişi ve metaların taklit edildikleri karnavalesk pop sanatın ATT Binası gibi ve Las Vegas’da dünyanın birçok yerinde olduğu gibi “Yolboyu Eklektizmi” denilen üsluptaki yapıları ile bize sonsuz bir bolluk hissiyle tüketime açar. Mimari, güncel olan popüler kitle kültüründen alıntılar yapar. Orada her şey ama her şey ‘hayattakinden daha gerçek’ görünmekte, gördüklerimizin gerçeğin sadece bir temsili göstergesi olduğu, somutlaştırılmaya çalışılan soyut görüngülerin ‘gerçek’ten daha gerçek olduğu bir ortamın aslında bir zaman sonra bizler yabancıları konumuna düşeriz. Kimliğimizi kaybeder, ‘kim olduğumuzu’ anlayabilmek için ‘kim olmadığımızı’, kimliklerimizi tahlil etmeye başlarız. Günümüz insanı gerçek ve tüketim kültürünün arasındaki bu kayboluşu gidip gelmelerle müze ve kitle kültürü arasındaki sınırı geçerek öncü sanatın oyunu sanat galerisi dışında oynamadığı sokağın modasına iğreti bir biçimde oynayarak aktaran ve daha sonrada bu modayı yaşayıp tüketen, tüketilen yeni bir modern insan (kendi kendini icad eden) modeli olarak metropoliten yüz, simadır.
Örneğin Disneyworld bir postmodern benzetime dayalı tecrübelerin ilk tüketim amaçlı yapılarındandır. Bu yapı formatı tüm ülkelerde tekrar edilmekle kalmayıp birçok farklı formata da sıçrayarak kendini kopyalayan bir yapı türü olarak karşımıza çıkar. Temelde işleyiş mantığı aynı olan temalı parklar, konut siteleri-yerleşim alanları, alışveriş-yaşam merkezleri, müzeler ve konulu tatil köyleri daha geniş biri izleyici tayfını hedefleyen açık hava müzelerinin gelişmesi muhafaza edilmeye değer görülen nesneler silsilesini genişletti. Öyle ki İngiltere’deki Beamish Açık Hava Müzesi’nde işleyen kömür madenleri, madencilerin teras evleri, tramvaylar, reklam tabelaları ve diğer tarihi kent yaşam sahneleri ile bir “hipergerçeklik” oluşturur. Bu müzelerde ayrıca müze içerisindeki satış mekanlarının alanı da her gün müzenin alanına oranla genişlemektedir.
Kentler birer tüketim cennetine dönüştükçe 1970’li yıllardan başlayan eğilimlerden biri, (dış mekanları da ama iç mekanlarına göre nispi) iç mekanın mimari düzenlemelerinde ve simule edilmiş posmodernist üslubun bir çok özelliğini içlerinde barındıran, zamanın ve mekanın teatralliğini bünyelerine katan alışveriş merkezlerinin yeniden dizayn edilmesi ve büyümesi olmuştur. Yeni kentsel oluşumun dinamiklerinde tüketime yönelik bir gösteriş ve tüketimin gösterişi, sembollere yönelik bir tüketim ile tüketimin sembolleri vardır. Örneğin bu tüketimin formel, legalize sembolleri arasında yapılan posmodernist söylemin de öncüsü olduğu “sanat yaşam içindir” kavramıyla sanatı sokağa indirecek oradan da büyük çarşılara, alışveriş merkezlerine sokacak çeşitli sanat eserlerinin, değerli hazinatın ve konulu, değerli metaların buralarda kalıcı olanlarının yanında geçici sergilerle de teşhir etmekle, resim sergileri düzenlemekle ticaret ve sanatı kültürel tüketim mantığı içerisinde buluşturmakta, yüksek kültür ve aşağı kültür arasındaki geçişi bulanıklaştırarak ortadan kaldırmaktadır. Böylece kültürel sermayenin soylulaştırılması ile finansal sermayenin kazancına eklemlenen de mimari öğenin tüketim amaçlı akılcılaştırılmış olan nesnel dili üslup kaybeder olmuştur.Mimarlıkla yerin ilişkisi tüketim anlamlı sorusallaştırılırsa bunları diğer toplum bilimlerini de işin içine katarak dört beş başlık altında toplayabiliriz. İlk olarak, yerler büyük bir ivme ile, metanın ve diğer hizmet sektörlerinin birbiri ile en girift hale geldiği, alınıp-satılıp değerlendirildiği, bunların akabinde tüketici ile buluştuğu ve bunların tüketicilere sunulduğu tüketim cennetleri olarak yeniden ve yeniden dönüştürülerek yapılandığı mekanlardır. İkinci olarak, görsel tüketimin yaşandığı ve bir süre sonra jeneriklik sonrası yaşamın eski haline dönerken kalabileceği “atıl” haldeki durumudur. Burada hem yerel hem de küresel ölçekte dolaşıma çıkan bir ziyaretçiler grubuna hizmetin esas olduğu durumun jeneriklik enstantaneleri yaşatılmaktadır. Üçüncüsü, yerler maneviyatının yanında maddesel olarak da tüketilmektedir. Örneğin herhangi bir yere ait tarihi yapılar, çevre, binalar, anıtlar-abideler, yazın ve endüstri öğeleri zamanla kullanım ve yoğunluğa bağlı olarak ya azalmakla, ya tahrip edilmekle, ya da tamamıyla bitirilmek şeklinde gerçek anlamında tüketilmektedir. Dördüncüsü, yerele ait kimlik niteliğindeki unsurların o yere ait olmayan insan yoğunluğunun yanında yerel halkın tüketimine de sunularak tüketildiği yerler, değerler veya kimliklerdir. Sonuçta buralar hemen her şeyin tüketildiği yerler olarak toplumsal örgütlenmenin de mekandan koparılması, dışarıda bırakılarak alt edilmesi sonucunda yeni, kimliksiz, yersiz, basit, sadece “yer”-“yok-yer”,”yer-olmayan” kavramına indirgenen kendi soyut zaman-mekan anlayışını yaşayan uzamlar olmasına yol açar.
Tüketimle gelen “yer” ve “mekan” kavramındaki bu değişim-dönüşüm süreci, üreticisi konumundaki kapitalist sistemin üretimin var olabilmesi için tüketimi ve onun içerisinde yapıldığı uzam parçası olan mekanın farklı coğrafyalarda farklı kimliklerle uğraşacağı zorlukları alt etme fikri ile sermayenin nasıl baş edeceği konusundan müteşekkildir. Yani bir ürünün üretime çıkışı ile tüketilmesi arasında geçen süre –ki o süre = dolaşımda geçen zaman- en kısa olmak zorundadır. Karlılık bunun eşitliliği ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla üretimin tüketimi safhasında arzu ve isteklerin yalnızca ihtiyaçlar dahilinde bırakılmayacağı süreci de eşzamanlı yaşamış oluruz. Tüketimin piyasa ekonomisindeki çeşitli uyaranlarca tetiklenmesi ile yaratılan bolluk fenomeni üretimde olduğu üzere sürekli yeni stratejiler altında değişerek değişmektedir. Şüphesiz böyle bir tüketim ekonomisi içerisinde hem mekansal olarak çevrelediği metaların hem de kendisinin büyük bir tüketim nesnesi olduğu başat konumda olan mimarlık disiplini de diğer her şey gibi etkilenmekte ve etki altına bırakılmaktadır.
Özne mimarlık durumundan çeşitli izmlerle, özellikle de 1960’lardan sonra postmodernizmin seçmeci üslubuyla renklenmiş olan yeni bir planlama ve tasarım etiği altında modern kentin kalıntıları üzerine ışıyan gökkuşağı tayfındaki renkler gibi çeşitlilik yaratmak sevdası ile anti determinist-popülist yaklaşımlar, değişik sosyal statü ve kitle kültüründeki toplulukların bir arada bulunduğu koreografi olarak görülmesi, tüketim ve onun toplumu ile de bağdaşacak görüş, mimarlıktaki nesnelleşmeyi ve en önemlisi de yine bu görüşün en büyük kompetanı olarak kitle kültürünün nesnesi haline gelmesine neden olmuştur.
Bu nesnelleşme ile beraber üretilen mimarlık ve onun ürünleri artık paket mallar gibi raflarda, broşürlerle satılan ürünlerden farksız seri üretime indirgenecek kadar prefabrik çok katlı evlerinin, hazır plan-tip projelerinin yanında dolaşıma çıkmış diğer kitsch ürünleri ile beraber uzman olsun olmasın herkesin beğenisine sunulan ve değerlendirme beklenecek bir metalaşma sürecinde nesnel olan durumunda bulunmaktadır. Çeşitli konseptler adı altında, moda, şu bu izmli, heykelsi, star mimarların evi, yeri, tasarımı gibi slogan oluşturan, kültürel olmayan ama kitle kültüründen olan biçimler, hep birbiriyle yarışan, her nedense birbirini de kopyalamaktan geri kalmayan soyut görüngülerle yaratılmış tüketim kalıpları içerisine konan yen nesil insanın paradoksal hayatı için birer zenginlikmiş gibi görülür, sunulur. Gerçeklerden daha gerçek olan sahteleri sözde “öz” diye tanıtılır. Bu öyle bir büyülenme içerisinde sunulur ki, çoğu zaman çok büyülendiğimiz şeyleri bile daha tüketilmeden yenileriyle yer değiştirilir bulur ve bunun hızına ayak uyduramadan da tükenip, yerlerini yine bir diğer yeni büyülenmeye bırakılır görürüz adeta. Bu kalıplar içerisindeki mimarlığın asıl işlevinin ne olduğu sorusu bizi biraz geriye gitmeye ve de düşünmeye yöneltir. Mimarlığın asıl tanımını Hasol’un (2002: 323) şu sözlerine bırakmak gerekiyor:
“Mimarlık insanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma, dinlenme, çalışma, eğlenme gibi eylemlerini sürdürebilmek üzere gerekli mekanları, işlevsel gereksinmeleri ekonomik ve teknik olanaklarla bağdaştırarak estetik yaratıcılıkla inşa etme sanatı; başka bir tanımlamayla, yapıları ve fiziksel çevreyi tasarlama ve inşa etme sanat ve bilimi; yapı sanatı” dır der.
Buradan da anlaşılabileceği üzere her sistemin şartlarına ayak uydurabilecek bir nesneden öte görülmekten çok, bugünkü sistemin sermayesine çalışan bolluk toplumunun değer yargılarıyla da yargılanabilecek bir tüketim malzemesi olarak görülmemektedir. Peki, öyleyse daha açık tanımlarla sistemin içerisinde var olma koşulları neler olabilir diyebiliriz bu aşamadan sonra.
Mimarlığın yapı yapma işlevinin üzerinde ve modalarla dans eden birer kavalyeye dönüştürülmesinin yanında, birtakım adlar adı altında kapitalizmin fabrikada üretim için yaptığı örgütlü yükselişi, tüketimin de onun hızına yetişmesi gerekliliği olarak görmeye ve de örgütlemeye başladığı ve her şeyi mekansal olarak örgütlediği, kendi karlılığına alet olarak gördüğü mekan üretim sürecinin dönüştürülmesi ile mekanın dönüştürülmesi süreci, sadece bir zemin olarak görülmesi ve mekanın birer altyapısal sürece indirgenmesi niçin mimarlık ve tüketim sorusunun yan yana geldiği sorusuna açıklıkla verilecek cevap niteliğindedir. Aşağıdaki bölümde ise mekanla olan sürtünmesine rağmen kapitalist sistemin mekansal olan ilişkileri çerçevesinde nasıl bir yapılaşma içerisinde olduğu mekan neler ve nasıl alt ediliş içerisinde oldukları süreç ve örnekleri detaylandırılarak sorulara cevap aranacaktır.
MEKANIN ÜRETİMİNDEN TÜKETİMİN MEKANINA
Bu bölümde mekanın tüketim merkezli dönüşümü ve bunun toplumsal ve fiziksel olarak nasıl gerçekleştiği anlatılmaktadır. Mekan kavramı geçmişten günümüze çok farklı toplumsal kategorilerden geçerek zaman içerisinde siyasi, sosyal, politik ve dini yapıların etkisi altında bulunmuştur. Bu etkileşim geçmişte de iktidarı ellerinde bulunduranlar tarafından sürdürülmüştür. Ancak ne var ki günümüzdeki bu etkileşim şimdiye kadar hiç olmadık bir şekilde ekonomik gücü ellerinde bulunduran sermaye sahiplerinin erkliği altında ezilmiştir. Mekan artık gündelik yaşantının ekonomik olgularla tarifi mümkün olan ve bizim de o şekilde algılayıp değer verdiğimiz birer değer yargıları bütününü oluşturur.
Mekan aslında insanla olan ilişkisinin yanında, uzamda bir diğer insanın bir diğer hemcinsiyle ve nesnelerinde bu işe sıkça katıldıkları planın yükseklikle beraber bir bütünü oluşturması temsilidir. Mekanın tüketim merkezli örgütlenmesi, bu ilişkilerin tüketim temelinde ve tüketimi kurgulayan yapının karlılığını arttıracak şekilde mekanın düzenlenmesini anlatmaktadır. Kapitalizm kendi karlılığını maksimize etmek amacıyla toplumu örgütlediği gibi mekanı da bu düzenlemenin bir parçası haline getirmektedir.
“Mekan, toplumsal üretim pratiği içinde üretilen ve tüketilen bir nesne olmasının yanı sıra, toplumsal göstergeler sisteminin ve tüketim kalıplarının bir parçasıdır. Tüketim nesnesi olarak edilgen bir olgu olmanın ötesinde, tüketim ilişkilerini etkileyen ve örgütleyen bir işlevi de vardır” (Yırtıcı, 2002, s:9).
Yeni tüketim ekonomisine dayanan sistemden önceki zaman içerisinde mekan salt ilişkilerin anısal olarak yaşandığı mekansal paradigmalara dayanırken, bu sistemde örgütlenmiş mekan tipolojileri vardır. Bu salt örgütlenme anlayışının da yine tüketim toplumlarında üretim ilişkilerini denetleyenler tarafından düzenlendiğini görürüz. Bu durum her ne kadar toplumsal ilişkiler açısından bir belirleyen olsa da, bu belirleyenin karşı tarafı salt tüketimin mekanını yaratma çabası içerisinde değerlendirmek durumundadırlar. Mekan kavramı; toplumların hafızalarında yerel, evrensel, kültürel birtakım edimleri savunan ve koruyan bir algı, olgudur. Tüketim toplumunda ise diğer bütün olgular da olduğu gibi mekan olgusunu da ekonomik görüngüler ışığı altında belirlemektedir.
“Mekanın altyapısal dönüşümü” kısaca, mekanın yere, kültüre, fiziksel, sosyolojik girdilere bağlı olma durumundan soyutlanıp, tüketim ilişkilerini belirleyen bir altyapıya indirgenmesi durumudur. Mekanın “yer” ile olan ilişkisinin koparılması onun niteli_inde belirgin bir dönüşüme işaret eder. Mekan bulunduğu coğrafyanın ve kültürün izlerini hafızasında taşıyan bir yapı iken tüketimi örgütleyen ve birbirine entegre olmuş yapılardan oluşan bir sistemin bileşeni haline gelmiştir. ”Kapitalizm kendi mekan ve zaman anlayışını her coğrafyada tekrarlar, o coğrafyayı kendi istekleri doğrultusunda, soyut bir mekan ve zaman anlayışı çerçevesinde tekrar kurar. Bu sayede birbirinden çok farklı coğrafyalar aynı soyut mekan ve zaman anlayışı çerçevesinde birbirlerine bağlanır, tek bir ekonomik sistemin parçası haline gelirler. Bu soyutlama küresel ölçekte işleyen bir ekonominin gerekliliği olarak ortaya çıkar” (Yırtıcı, 2005, s:34).
Mekanın küresel ekonomiye eklemlenmesi ona ait yerel özellikleri ve farklılıklarını yitirip soyut bir sistem haline gelmesine neden olur.
Mekanı bir araç haline getirme işlemi, mekanın özelliklerini yalnızca nitel olan değerleri ile değil de nicel değerleri ile ele almakla başarıya ulaşmak olur. Mekanın bazı değerleri olan büyüklük, genişlik kavramı gibi niteliksel özellikler yalnızca servissel birtakım ifadeler olarak kalmıştır. Bu düzenleme tüketim eylemini düzenleyen aynı mantık tarafından işletilmektedir. Bu aynı zamanda geniş bir ulaşım ağı tarafından desteklenen, teknolojinin imkanlarının işin içerisine katıldığı yeni bir tipoloji olarak donatılı mekansal bir örgütlenme demektir. Bu adeta bir yap-bozun parçalarının birleştirilmesi gibi hepsi birbirini tamamlayan çok büyük bir servis ağının bütünü oluşturan ve gerektiren parçaları gibi işlem görür.
Bugün bir çok yapı bu servis ağının içerisinde yer almaktadır. Havaalanlarından, alışveriş merkezlerine, müzelerden eğlence merkezlerine tüm mekansal oluşumları tüketimsel içgüdü ile yeniden tariflenebilmektedir. Bir çok kentsel doku veya eski doku parçaları kentsel dönüşüm adı altında kentin sermayeyle yeniden tarifine olanak sağlayacak şekilde kentin genelinde yapılan tüketimsel içgüdünün kent meydanına yansımaları olarak biçimlendirilmektedir.
Yeni tüketim mekanları olan dev alışveriş merkezleri, fuarlar, hipermarketler, eğlence merkezleri, müzeler gibi alanların örgütlenme şekli fabrikanın üretimdeki esnekliğine paralel olarak aynı mantıkta çalışmaktadır. Fabrikanın o son derce dışarıdan izole üretimindeki örgütlenme ve denetlenme senkronizasyonu bu mekanlarda tüketim adına işlemek zorundadır.
Birbirine entegre olmuş, tüketim merkezli mekan örgütlenmeleri, üretimde yapılan akılcılaştırma çalışmalarında olduğu gibi bir dizi akılcılaştırma süreçlerine tabi olmaktadırlar. Ritzer, “Toplumun McDonaldlaştırılması” isimli kitabında (Ritzer, G. 1998, s:22) alışveriş merkezi örneği üzerinden bu çalışmaları şöyle anlatmaktadır:
Verimlilik: Verimlilik genel tanımıyla, belirli bir amaç için optimum araçların seçilmesidir. Kapitalizmin tüm mekansal organizasyonları, zaman, enerji, ve paradan tasarruf sağladıkları, dolayısıyla verimli oldukları iddiasındadırlar. Gerçekten de örneğin ilk bakışta, her türlü ürünün bulunduğu büyük bir alışveriş merkezi, kentte yayılmış bir dizi mağazadan alışveriş etmekten daha verimlidir. Kredi kartı, nakit para taşımayı ve alışverişin nakit para ile sınırlı olmasını ortadan kaldırır ve tüketimi daha verimli hale getirir. Genellikle alışveriş merkezleri, kendilerine ulaşılmayı verimli kılacak bir otoyol sisteminin içindedir.
Hesaplanabilirlik: Tüketim araçları hesap edilebilen, sayılabilen, nicelleştirilebilen şeylere vurgu yapar. Nicelik, niteliğin yerine geçme eğilimindedir. Niceleştirme burada kilit bir kavramdır. Nicelik, verimliliğin kontrolünü sağlar. Niceleştirilen ürün ve işlemler öngörülebilir hale gelir. Niceleştirme, hesaplanabilirliği olanaklı kılar. Kalite yerine miktara vurgu vardır.
Öngörülebilirlik: Öngörülebilirlik, her yerde aynı olma garantisi ve güvenini içerir. Aynılık her düzeydedir. Sosyal ilişkiler belli klişeler içerisinde gerçekleşir. Müşteri - satıcı ilişkisi gibi ürünler de standartlaşmış ve öngörülebilirdirler. Kontrollü bir çevre sunarlar. Hava, iklim, zaman aynıdır. Suç ve belirsizliğin olmadığı bir kamusal çevre sunulur.
Denetim: Tüm mekansal organizasyonlar aslında gizli bir taşıyıcı bant sistemi içerirler. Tüketici içeri girdiği andan itibaren kendisine sunulan mal ve hizmetler ile belli bir sıra dahilinde karşılaşır. Yapılacak her eylem, önceden programlanmıştır.
Çağımızda yeni “zaman-mekan” kavramındaki değişime olan algısızlığın getirdiği yeni anlayış biçimleri homojen ve kendi soyut zaman-mekan algısını tekrar eder olmakla karşı karşıya bırakmıştır bizi. Böylece birbirinden ayrılmayacakmış gibi duran bu iki kavram çifti toplumsala ait bir sorunsal olmaktan çıkınca toplumları da yönetenlerin elinde şekil bulur olmuştur. Bu şekillenme herhangi bir düzenleme aracı ile gerektiğinde bunların çok rahat bölünebilir, birleştirilebilir, sevk ve idare edilebilir olmasını yani yeniden geri dönülesi olmayan bir yapılanma içerisinde bulunmasını olanaklı kılmıştır. Kapitalizm, tüketimi düzenlemek için mekan ve zamanı kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebilmektedir, bunda modern toplumun mekan ve zaman anlayışının farklılaşmasının rolü büyüktür.
Kapitalizmin üretim tekniklerindeki gelişmeye ayak uyduracak yeni tüketim teknikleri ve araçları bulması kaçınılmaz olmaktadır. Bir çok yöntemin kullanımı daha çok popüler kültür öğeleri ile kültürel iletişim, reklam, marka oluşturma çabaları, moda ve trendlerin yaratılması alanındaki etkileşim çerçevesinde oluşmaktadır. Buna siber alemdeki yolculuğumuz ve yine sanal para kartları olan önce al-sonra öde mantığının sahibi kredi kartları gibi mekansız olan ancak her mekanda da aynı anda olan/olabilecek düzenlemeler, uluslararası ağların gelişimi, internetin yaygınlaşması ve başlı başına yeni bir alışveriş kültürünün taşındığı yerlerin bizde yeni müşterileri olduk. Bu yapılanma kapitalizmin yeni tüketim stratejileri arasındaki zaman-mekan oyunu olarak mekanın zaman tarafından kuşatılmasını adeta fethedilmesini olanaklı kılacak son teknoloji numaralarıdır.
“İletişim ve bilgisayar teknolojilerindeki değişiklikler, çalışmak için işe gitmenin bir zorunluluk olmasını ortadan kaldırmıştır. Evinde, bilgisayarının başındaki birey, dünyanın her yerinde artık iş yapabilmekte, anlaşmalara imza atabilmekte, telekonferans sistemleri ile ortak kararlar verebilmektedir. Benzer bir şekilde alışveriş yapmak için de dışarıya çıkma zorunluluğu kalmamıştır”(Yırtıcı, 2003, s:73).
Üretime karşılık fabrikanın yükselişi beraberinde tüketime karşılık bu üretimi dengeleyecek yeni tüketim merkezlerini yaratmıştır. Bu mekanların birer cazibe merkezleri olmalarının, yeni kamusal kente aday kentsel mekan/meydan olma özelliğinin yanında üretimi beraberinde de tüketim denetleyen yeni kentsel çekirdekler olduğu gözlenir. Bu yeni mekansal biçimleniş geleneksel ticari faaliyetten faklı olarak ilk defa Aristide Boucualt’un 1852’de Paris’te “Bon Marche” adı altında açtığı bugünkü anlamda basit bir perakende satış dükkanı idi. Bunun yine ilk defa çoklu ve organize bir şekilde işleyen hali ise 20. yüzyıl ortalarına kadar mimarının tasarımını beklemek zorunda kalacaktı.
Gruen’in bu düşüncelerle tasarlamış olduğu ilk alışveriş merkezi Northland Alışveriş Merkezi’dir. Bu merkez çeşitli bina kitlelerinin birbirlerine açık alanlar ile bağlanmasından oluşan bir komplekstir. Detroit’te yer alan Northland Alışveriş Merkezi’nin açılışını izleyen on yıllar içerisinde, bu merkezin çevresindeki 1 km2’lik alan içerisinde apartman ve ofis blokları, bir otel, bir hastane, araştırma laboratuvarları gibi çeşitli yapılar yapılmıştır. Dolayısıyla, Northland tam da Gruen’in Şekil 1’de ifade edilen düşlerine uygun olarak, çevresindeki kentsel yaşamın gelişimini sağlayan bir jeneratör olarak görev yapmıştır. Gruen’in bu alışveriş merkezi ile kanıtladığı bir diğer fikir ise, iki katlı alışveriş merkezlerinin doğru bir şekilde tasarladıklarında üst katlarının da iş yapabilmesidir. Bu döneme kadar, genellikle insanların üst katlara çıkma konusunda çok da istekli olmayacakları yaygın bir görüştür. Ancak, Gruen’in Northland Merkezi’nde insanlar, yürüyen merdivenleri kullanarak üst katlara çıkıp; merkezin üst katlarını görme ve evreyi daha geniş bir açıdan izleme olanağını ilginç bir deneyim olarak benimsemişlerdir (Kowinski, 1985).
Gruen’in alışveriş merkezini kentsel gelişmenin çekirdeği olarak gören anlayışını ifade eden diyagram (Leong, 2001) bu gelişmeyi düşündürücü bir şekilde örneklemektedir.Gruen’in Northland Alışveriş Merkezinden sonraki Southdale Alışveriş Merkezi tamamen kapalılık ve iki katlı olması sebebiyle bu arketipin ilk defa 1956 yılında ilk örneğinden de ayrılan sonrakilerin öncülü olmuştur.
Southdale Alışveriş Merkezi’nin açılışını takip eden yıllarda Kuzey Amerika ve Avrupa’da çok sayıda alışveriş merkezi açılmıştır. Ancak bu yeni alışveriş merkezlerinin tasarımlarında, Gruen’in arketipini oluşturduğu alışveriş merkezinin felsefi kökenleriyle kimse çok fazla ilgilenmemiştir. Gruen ilk kapalı alışveriş merkezi olan Soutdale’i apartmanlar, evler, okullar, hastane ve bir parktan oluşan bir yaşam kompleksinin içinde tasarlamıştır. Burada amacı herkesin demokratik bir şekilde bir arada kullanacağı bir kent imgesi oluşturmaktır. Ancak Gruen’in ilk alışveriş merkezi için öngördüğü bu düşünce gerçekleşmemiştir ve Southdale şekilde de görüldüğü üzere otopark denizi içinde yüzen betondan bir kutu olarak kalmıştır (Aksoy, 2004).
Southdale Alışveriş Merkezi ve çevresini saran otopark alanı (Leong, 2001)
Gruen bir Frankenstein yarattığını fark ederek şöyle demiştir: “benim düşlerim ziyan edildi, çirkinleştirildi, müteahhitler sadece kar peşinde” (Aksoy, 2004).Gruen’in sosyal ve kültürel iletişimin yeni adresleri olarak gösterdiği bu merkezler yalnızca ticarileşmenin değil aynı zamanda da meta fetişizmiyle yaşanan, yalnızca tüketim ürünleri ile değil içerisinde barındırdığı etkinlikler kapsamı ile de yeni kentsel mekanın eskisini tükettiği Kowinski’nin (1985), deyimiyle “tüketim katedralleri” şeklini almıştır. Nesnelleşmiş insan aklınının durgunluk derecesinde bir büyülenme ve etkilenmesinin yaşatıldığı, simule edildiği bu mekanlar tüketimin çeşitli etkinliklerle de canlı tutulduğu her yere dönüşebilen ama hiçbir yere ait olmayan kimlik sorunu yaşamaktadırlar. Alışveriş merkezleri, Şekil 5’te de görüldüğü üzere, iş saatleri dışında insanların çekileceği yeni aktivitelerin de aynı zamanda çekim alanıdır. Baudrillard’a göre buralar her şeyi yutan dev bir kaleydoskopçasına her şeyi içerisine alabilir. Meta panayırı olarak adlandırdığı buralarda bize küçük de bir kent yaşantısını cömertçe simule etmekten geri kalmazlar.
Dünyanın en büyük alışveriş merkezi olan West Edmonton Mall’un içinde yer alan yapay göl (WEM broşürü)
Üretim araçlarındaki kontrolün sermayeye sağladığı karlılık diğerlerinin nasıl proleterleşme nedeni ise bu mantıkla yapılan araçsal akılcılaştırma ile tüketim araçları üzerindeki denetim, tüketicilerin de aynı şekilde kontrol altına alınarak tüketilmesini sağlamaktadır. Artık son kullanıcılar kendilerine sunulan, sınırlandırılan sınırlı bir dünya içerisinde seçme hakkına sahip bırakılmakta yada bir başka deyişle seçme şansı verilmemektedir. Bu şekilde manipulatif kitleler daha kolay idare edilebilir hale gelmektedir. Aşağıdaki Türkiye ortamından daha somut örneklemler konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
KAYNAKÇA:
Aksoy, Z., (2004). Neye niyet, neye kısmet: Kapitalizmin kalesi devasa alışveriş merkezi fikrinin de bir sosyaliste ait olduğunu biliyor muydunuz?, Radikal İki Gazetesi, 28 Mart 2004, s. 1.
Buck-Morss, S. (1983) “Benjamin’s Passagen-Werk”, New German Critique, 29.
Benjamin, W. (1982) Das Passagen-Werk, 2 cilt, (der.) R. Tiedermann. Frankfurt: Suhrkamp. “Pasajlar, çev.: Ahmet Cemal, YKY, 2004”.
Baudrillard, J. (1970) La Société de consomation. Paris: Galimard. “Tüketim Toplumu, 2. Baskı, çev.: Hazal Deliceçaylı-Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, (2004)”.
Bennett, T. (1988) “The Exhibitionary Complex”, New Formations, 4.
Bocock, R. (1993), Consumption, Routledge “Tüketim, 1. Baskı, Çeviri: İrem Kutluk, Dost Kitabevi, Ankara, (1997) ”.
Chaney, D. (1983) “The Department Store as a Cultural Form”, Theory, Culture & Society, 1(3).
Featerstone, M., (1991), Consumer Culture and Postmodernism, Sage. “Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, 2. Baskı, çev.: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2005, 52”.
Gruen, V., Smith, L., (1960). Shopping towns USA, Reinhold Publishing Corporation, New York.
Gürbilek, Nurdan; 1992, Vitrinde Yaşamak: 1980’lerin Kültürel İklimi, Metis Yayınları, İstanbul.
Hasol, D. (1975), Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, 8. Baskı, Yem Yayınları, İstanbul, (2002).
Kowınskı, W. S., (1985). The malling of America, William Morrow and Company, Inc , New York.
Ritzer, G. (1998). Toplumun McDonaldlaştırılması (çeviren: Ş. S. Kaya). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. s:22
SÜER, Dürrin ve SAYAR, Yasemin; 2001, Değişen Tüketim Alışkanlıkları ve Mekanları: Alışveriş Merkezleri, Mimarlar Odası İzmir Şubesi Ege Mimarlık Dergisi, yıl: 11-12, Sayı. 40-41, sayfa: 7-8, İzmir
Thorns, D. (2004). Kentlerin Dönüşümü, (çeviren: Nal, E., Nal, H.) İstanbul: Soyak Yayınları. S: 120-123-127-72-136-135-133
Urry, J. (1988) “Cultural Change and Contemporary Holiday-making”, Theory, Culture & Society, 5(1).
Yırtıcı, H. (2002). Tüketimin Mekansal Örgütlenmesinin İdeolojisi. Mimarlık ve
Tüketim. İstanbul: Boyut Yayın Grubu. S: 9-23-24
Yırtıcı, H. (2003). Mekanın Altyapısal Dönüşümünün Ekonomi Politiği. Arredamento Mimarlık 2003/06. s: 74-73
Yırtıcı, H. (2005). Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Örgütlenmesi. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. S: 34-39-79-59-85-84-111-114
Williams, R.H. (1982) Dream Worlds: Mass Consumption Late Nineteenth Century France. Berkeley: California University Press.
Haliç Ü.
Osman ŞİŞEN
Yüksek Mimar
[email protected]
00 90 0531 861 27 67
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.