Paşazade...1
PAŞAZADE-1.
Sübyanlar Yetiştirme Yurdu iki katlı, eski, büyük bir taş binaydı. Yurdun büyük avlusu cezaevlerini çağrıştıran büyük, parmaklıklı bir demir kapıdan şehrin en işlek ana caddesine açılmaktaydı. Ana girişi cadde tarafında bulunan ve yeni, betonarme bir bina olan müdür lojmanından avluya küçük bir arka kapıyla gelinebiliyordu.
Lakaplarıyla meşhur Paşazade Sadi, Kibar Cemil, Dalavere Dilaver ve Gammaz Necmi yurttan çıkartılmaları iyice yaklaşmış dört arkadaştılar. Devlet babaları onları bir üniversiteyi kazanırlarsa temin edilecek burs ve yurt olanaklarıyla, yok üniversiteyi kazanamazlarsa meslek edindirme kurslarıyla, öylece sokağa salıverecekti. Bu durumu öylesine kanıksamışlardı ki, bir kaygı bile duymadan haytalıklarını sürdürmekteydiler.
Bunlardan Paşazade Sadi, lakabıyla olduğundan daha çok öz geçmişiyle meşhurdu. Yurttaki en kart müdavimdi; tam yirmi üç yaşındaydı. Tabii ki, nüfus kaydına göre değil, gerçek doğum tarihine göre.
Evet, o, genelevde çalışan annesi tarafından, yedi yaşına kadar nüfus cüzdansız yaşatılmıştı.
Sonra, ilkokula kaydedilmek için nüfus müdürlüğüne gidilip nüfus cüzdanı çıkartmak istendiğinde babasının belli olmadığı gerekçesiyle nüfus kaydı yapılmak istenmemişti. Annesi rüşvet karşılığı genelevin “Paşa” isimli bir ayakçısını baba olmaya razı edip de bir kez daha gittiği nüfus müdürlüğünde, kütüğe nüfus kaydını yapan işgüzar nüfus memurunun yeni doğan bir çocuğun kaydını yaptığını sanması üzerine, doğum tarihi yedi yaş küçük kaydedilmişti.
Nüfus müdürlüğünde, koskoca bir memurun hata yapma olasılığı olmadığı zannıyla incelenmeden teslim alınan nüfus cüzdanıyla ilkokula koşturulduğunda, yeni doğmuş bir bebeğin kaydını yaptırmak istediği sanılan kadıncağızın bir dayak yemediği kalmıştı.
Sonra, yeniden nüfus müdürlüğüne koşturulup yapılan hatalı kaydın düzeltilmesi talep edilmiş; tabii ki, talep ret edilerek mahkemeye müracaat ederek kemik ölçümüyle düzeltme yaptırabileceği söylenmişti.
Genelev patronunca bu koşuşturma yüzünden işlerini daha fazla aksatmaması istenilen kadın, “eh! Yetti be! Bu piç de okumayıversin...” diyerek, çocuğunu okula yollamaktan vazgeçmişti.
Paşazade Sadi gerçek doğum tarihine göre on beş yaşında koskocaman bir delikanlı olduğunda, emniyet mensuplarınca genelevde yapılan bir denetim esnasında, annesi tarafından inat edilerek okula gönderilmediği ve bu inadı sürdürdüğü tespit edilmişti. “Anne Beni Okula Gönder” kampanyası münasebetiyle annesinin elinden alınıp Subyenler Yetiştirme Yurdu’na yerleştirilmiş ve ilkokul birinci sınıfa kaydettirilerek okula gönderilmişti...
Okulda “baban kim? Ne iş yapar?” diye sormaya başlamışlardı. Ne bilsindi babasının kim olduğunu, ne iş yaptığını; babası belli değildi ki! Öte yandan ‘ben piçim’ demeye de utanmıştı. Nüfus cüzdanında mademki, “Baba Adı: Paşa” diye bir kayıt vardı, o da, “benim babam Paşa” deyivermişti. Babasının adının “Paşa” olduğunu kastetmesine karşın, herkes işine geldiği biçimde anlayarak, kimileri “babası Paşa’ymış” demeye, kimileri de “babası paşaymış” demeye başlamıştı.
Bir zaman sonra, sanırım üçüncü sınıftayken, sınıftakilerden arkadaşlık kurabildiği tek kişi olan Gammaz Necmi’yle bir genelev kadınının piçi olduğundan bahisle dertleştikten sonra, genelevde çalışan bir hayat kadınının piçi olduğu ve anasını bir Paşa’nın bellemesiyle Sadi’nin dünyaya geldiği dedikoduları başlamıştı.
Onu “ti” ye almak isteyenler, adının “Sadi” olduğunu bile unutarak lakabını “Paşa zede” takmışlar. “Paşazede”, Paşa isimli bir herifin oğlu oluşu da göz önüne alınarak, bir zaman sonra, “Paşazade” olmuştu...
Allah, insanı adına göre şekillendirir derler. Paşazade de Allah tarafından lakabına göre şekillendirilmişti. Karşıdan, nüfus kaydına göre akranı ya da birkaç yaş büyüğü, ama gerçekte altı, yedi yaş küçüğü okul ve yurt arkadaşları arasındayken gördüğünüzde somurtkan ve kibirli tavırlarına bakıp sanırdınız ki, o bir orospu çocuğu değil de bir Paşa çocuğu.
Bu görüntüsüyle, nüfus kaydına göre akranı olanlarla arasındaki ilişkilerde her şeye burnunu sokmakta, yalan/yanlış fikirleri kabul edilsin istemekte, kabul edilmeyecek olursa sinirlenmekte, sinirlendiğinde, kimseye darp etmeye kıyamayacak kadar merhametli oluşu nedeniyle sinirlendiğini ortaya çıkan bir takım tiklerle göstermekte ve o tikler sayesinde sinirlerini dizginlemekteydi. Karşısında, gerçek doğum tarihine göre daha yaşlı birileri olduğunda ise, gene yalan/yanlış fikirleri kabul edilsin istemekte, ama bunun için kendisi sinirlenmek yerine karşısındakileri sinirlendirmekten duyduğu korkuyla komik yalakalıklar yapmakta, karşısındakiler sinirlenecek gibi olduğunda ise gene o komik tikleri ortaya çıkarak ya arkasına sığınacak birini bulmakta, ya da kaçacak delik aramaya başlamaktaydı.
Yalan/yanlış fikirlerinin yalan/yanlış olduğuna değil, doğru olduğuna o kadar çok inanırdı ki, onları savunurken uzun cümleler kurup, uzun nutuklar atmaktan bıkmazdı. Nutuklarını kendi icadı olan bilimsel verilere dayandırır, uydurduğu tarihi kişilerden bahseder, vitrinde bile görmediği edebiyat eserlerini yeniden yazardı. Onun bu uzun kafa şişirmelerine daha fazla tahammül edemeyenler, sırf onu susturabilmek için, onun fikirlerini kabul etmiş gibi görünürlerdi; ya da, gerçekten inandırdığını sandığı birileri de olurdu ki, onlar, onun en sevdiği yakın dostları olmayı hak ederlerdi.
Genelde cimri ve bencil birisi olmasına rağmen onun dostluğuna layık olanlar, bu pintilik sınırlarını zaman zaman aşmayı başarırlardı.
Ona tahammül edebilmeyi kolaylaştırabilecek tek bir huyu dahi yok muydu, denilecek olunursa; evet, yoktu: o, saf ve iyi kalpli biriydi, hiç kimsenin kırılmasına/üzülmesine seyirci kalmazdı, ama gene de bilimsel/tarihi/edebi nutuklarla kafa şişirerek, o kişileri teselli etmeye çabalaması nedeniyle bu iyi huyuna bile tahammül gösterilemezdi.
Nüfus kayıtlarına göre aynı yaşta olan ve gerçek yaşları da birbirlerine çok yakın olan Kibar Cemil, Dalavere Dilaver ve Gammaz Necmi Paşazade’nin dostluğunu hak edenler grubundandı. Bunlardan en çok okulda da sınıf ve sıra arkadaşı olan gerçek yaşına göre üç yaş küçüğü Kibar’a güvenir, en çok gerçek yaşına göre de yaşıtı olan Dalavere’nin gazına gelir, en çok da gerçek yaşı onun gerçek yaşından bir yıl küçük olan Gammaz’la itişirdi. Bu üçlünün lakapları da ya Paşazade tarafından konulmuştu, ya da Paşazade’yle ilişkilerine göre konulmuştu. Cemil oldukça efendi ve dürüst biri olduğundan bu lakabı ona Paşazade koymuştu. Paşazade’nin en yakınındaki insan oydu; çünkü Paşazade onun akıllı olduğuna inanıyor ve bundan kendine pay çıkartmaya çalışıyordu. Tabiidir ki, Paşazade ona değil, o Paşazade’ye tabi olmak kaydıyla. Cemil’de Paşazade’yi kıracak değil ya, hatır için öyle görünüveriyordu.
Dalavere Dilaver’in çevirdiği dalaverelerde yer almak istemeyen namuslu Paşazade, nasıl olduğunu bile anlamadan da maalesef yerini alırdı.
Necmi’nin gammazlığı ise öyle ispiyonculuk / jurnalcilik gibi bir huyu olduğundan değil, sadece dedikoduculuğundan dolayıydı. Yurtta ve lisede kim nedir, ondan daha iyi kimse bilemezdi. Paşazade’nin, özgeçmişi de onun bu huyu nedeniyle meşhur olmuştu. Bu yüzden, Paşazade’nin yakınında bulunmakla birlikte Paşazade’nin öyle çok çok sevdiği biri değildi, ama Paşazade’nin en çok itiştiği biriydi. Gammaz Necmi ne derse desin Paşazade mutlaka onun karşı tezini savunurdu. Örneğin, o Tanrı tekdir desin, Paşazade, hayır, değildir, diyerek Hinduların Budha’sından Kızılderililerin totemlerine varıncaya kadar birçok Tanrı’nın varlığını kabul ettirirdi. Hatta kafası kızarsa Hıristiyanların Tanrısıyla Müslümanların Tanrı’sının da farklı Tanrı’lar olduğunu, çünkü Müslümanların Tanrı’sının “doğmadığını, doğurtmadığını” ayetlerle -ki, o ayetleri de uyduruk bir Arapçayla tekrar ederek- Hıristiyanların Tanrı’sının ise Meryem’i düzerek İsa’yı doğurttuğunu söyleyerek iddia ederdi.
*
Yurdun müdavimi çocuklar, oyun saatlerini büyük avluda geçirmekteydi. Fiziksel olarak yeterliği olanların bazısı ateşli taraftarları önünde futbol, basketbol, voleybol oynamaktaydı. Fiziksel yapıları bunları yapmaya yeterli olmayanlar da yakar top, saklambaç, körebe türü oyunlarla eğleniyorlardı. Elleri kıçları üstünde bağlı birkaç görevli avlu boyunca gidip gelerek gözcülük yapıyorlardı. Bütün bu eğlencelerden uzak duranlar da vardı elbette; onlar da yurt binasının zemin katında bulunan tuvaletlerde sigara içiyordu. Sigara tiryakileri, genelde on sekiz yaş civarında, yurttan çıkarılma dönemleri yaklaşmış hayta müdavimlerdi.
Paşazade, Kibar, Dalavere ve Gammaz futbol maçını izleyerek kuru gürültü çıkartmaktan yorulduklarında, aralarında işaretleşerek tuvaletlerde sigara içmek için avludan ayrıldılar. Aralarında yaptıkları el şakalarıyla itiş kakış koşturarak yurt binasına girdiler.
*
ÖYKÜNÜN SENARYOSU:
1.sahne- sübyanlar yetiştirme yurdu-genel… dış-gün...
Paşazade Sadi, Kibar Cemil, Dalavere Dilaver ve Gammaz Necmi, Halil Kaya, Yurt Çocukları ve görevlileri…
Müzik… jenerik…
Yurt binasının avlusunda
oynayan, dolaşan yurt
çocuklarıyla birlikte genel
bir görüntüsü...
Bina iki katlı, eski, büyük bir taş
yapıdır. Yurdun büyük avlusu
cezaevlerini çağrıştıran büyük,
parmaklıklı bir demir kapıdan
şehrin en işlek ana caddesine
açılmaktadır. Ana girişi cadde
tarafında bulunan ve yeni,
betonarme bir bina olan müdür
lojmanından avluya açılan
küçük bir arka kapı mevcuttur.
DIŞ SES (Anlatıcı):
- Lakaplarıyla meşhur Paşazade Sadi, Kibar Cemil, Dalavere Dilaver ve Gammaz Necmi yurttan çıkartılmaları iyice yaklaşmış dört arkadaştılar. Devlet babaları onları bir üniversiteyi kazanırlarsa temin edilecek burs ve yurt olanaklarıyla, yok üniversiteyi kazanamazlarsa meslek edindirme kurslarıyla, öylece sokağa salıverecekti. Bu durumu öylesine kanıksamışlardı ki, bir kaygı bile duymadan haytalıklarını sürdürmekteydiler. Bunlardan Paşazade Sadi, lakabıyla olduğundan daha çok öz geçmişiyle meşhurdu. Yurttaki en kart müdavimdi; tam yirmi üç yaşındaydı. Tabii ki, nüfus kaydına göre değil, gerçek doğum tarihine göre. Evet, o, genelevde çalışan annesi tarafından, yedi yaşına kadar nüfus cüzdansız yaşatılmıştı. Sonra, ilkokula kaydedilmek için nüfus müdürlüğüne gidilip nüfus cüzdanı çıkartmak istendiğinde babasının belli olmadığı gerekçesiyle nüfus kaydı yapılmak istenmemişti. Annesi rüşvet karşılığı genelevin “Paşa” isimli bir ayakçısını baba olmaya razı edip de bir kez daha gittiği nüfus müdürlüğünde, kütüğe nüfus kaydını yapan işgüzar nüfus memurunun yeni doğan bir çocuğun kaydını yaptığını sanması üzerine, doğum tarihi yedi yaş küçük kaydedilmişti. Nüfus müdürlüğünde, koskoca bir memurun hata yapma olasılığı olmadığı zannıyla incelenmeden teslim alınan nüfus cüzdanıyla ilkokula koşturulduğunda, yeni doğmuş bir bebeğin kaydını yaptırmak istediği sanılan kadıncağızın bir dayak yemediği kalmıştı. Sonra, yeniden nüfus müdürlüğüne koşturulup yapılan hatalı kaydın düzeltilmesi talep edilmiş; tabii ki, talep ret edilerek mahkemeye müracaat ederek kemik ölçümüyle düzeltme yaptırabileceği söylenmişti. Genelev patronunca bu koşuşturma yüzünden işlerini daha fazla aksatmaması istenilen kadın, “eh! Yetti be! Bu piç de okumayıversin...” diyerek, çocuğunu okula yollamaktan vazgeçmişti. Paşazade Sadi gerçek doğum tarihine göre on beş yaşında koskocaman bir delikanlı olduğunda, emniyet mensuplarınca genelevde yapılan bir denetim esnasında, annesi tarafından inat edilerek okula gönderilmediği ve bu inadı sürdürdüğü tespit edilmişti. “Anne Beni Okula Gönder” kampanyası münasebetiyle annesinin elinden alınıp Subyenler Yetiştirme Yurdu’na yerleştirilmiş ve ilkokul birinci sınıfa kaydettirilerek okula gönderilmişti... Okulda “baban kim? Ne iş yapar?” diye sormaya başlamışlardı. Ne bilsindi babasının kim olduğunu, ne iş yaptığını; babası belli değildi ki! Öte yandan ‘ben piçim’ demeye de utanmıştı. Nüfus cüzdanında mademki, “Baba Adı: Paşa” diye bir kayıt vardı, o da, “benim babam Paşa” deyivermişti. Babasının adının “Paşa” olduğunu kastetmesine karşın, herkes işine geldiği biçimde anlayarak, kimileri “babası Paşa’ymış” demeye, kimileri de “babası paşaymış” demeye başlamıştı. Bir zaman sonra, sanırım üçüncü sınıftayken, sınıftakilerden arkadaşlık kurabildiği tek kişi olan Gammaz Necmi’yle bir genelev kadınının piçi olduğundan bahisle dertleştikten sonra, genelevde çalışan bir hayat kadınının piçi olduğu ve anasını bir Paşa’nın bellemesiyle Sadi’nin dünyaya geldiği dedikoduları başlamıştı. Onu “ti” ye almak isteyenler, adının “Sadi” olduğunu bile unutarak lakabını “Paşa zede” takmışlar. “Paşazede”, Paşa isimli bir herifin oğlu oluşu da göz önüne alınarak, bir zaman sonra, “Paşazade” olmuştu... Allah, insanı adına göre şekillendirir derler. Paşazade de Allah tarafından lakabına göre şekillendirilmişti. Karşıdan, nüfus kaydına göre akranı ya da birkaç yaş büyüğü, ama gerçekte altı, yedi yaş küçüğü okul ve yurt arkadaşları arasındayken gördüğünüzde somurtkan ve kibirli tavırlarına bakıp sanırdınız ki, o bir orospu çocuğu değil de bir Paşa çocuğu. Bu görüntüsüyle, nüfus kaydına göre akranı olanlarla arasındaki ilişkilerde her şeye burnunu sokmakta, yalan/yanlış fikirleri kabul edilsin istemekte, kabul edilmeyecek olursa sinirlenmekte, sinirlendiğinde, kimseye darp etmeye kıyamayacak kadar merhametli oluşu nedeniyle sinirlendiğini ortaya çıkan bir takım tiklerle göstermekte ve o tikler sayesinde sinirlerini dizginlemekteydi. Karşısında, gerçek doğum tarihine göre daha yaşlı birileri olduğunda ise, gene yalan/yanlış fikirleri kabul edilsin istemekte, ama bunun için kendisi sinirlenmek yerine karşısındakileri sinirlendirmekten duyduğu korkuyla komik yalakalıklar yapmakta, karşısındakiler sinirlenecek gibi olduğunda ise gene o komik tikleri ortaya çıkarak ya arkasına sığınacak birini bulmakta, ya da kaçacak delik aramaya başlamaktaydı. Yalan/yanlış fikirlerinin yalan/yanlış olduğuna değil, doğru olduğuna o kadar çok inanırdı ki, onları savunurken uzun cümleler kurup, uzun nutuklar atmaktan bıkmazdı. Nutuklarını kendi icadı olan bilimsel verilere dayandırır, uydurduğu tarihi kişilerden bahseder, vitrinde bile görmediği edebiyat eserlerini yeniden yazardı. Onun bu uzun kafa şişirmelerine daha fazla tahammül edemeyenler, sırf onu susturabilmek için, onun fikirlerini kabul etmiş gibi görünürlerdi; ya da, gerçekten inandırdığını sandığı birileri de olurdu ki, onlar, onun en sevdiği yakın dostları olmayı hak ederlerdi. Genelde cimri ve bencil birisi olmasına rağmen onun dostluğuna layık olanlar, bu pintilik sınırlarını zaman zaman aşmayı başarırlardı. Ona tahammül edebilmeyi kolaylaştırabilecek tek bir huyu dahi yok muydu, denilecek olunursa; evet, yoktu: o, saf ve iyi kalpli biriydi, hiç kimsenin kırılmasına/üzülmesine seyirci kalmazdı, ama gene de bilimsel/tarihi/edebi nutuklarla kafa şişirerek, o kişileri teselli etmeye çabalaması nedeniyle bu iyi huyuna bile tahammül gösterilemezdi. Nüfus kayıtlarına göre aynı yaşta olan ve gerçek yaşları da birbirlerine çok yakın olan Kibar Cemil, Dalavere Dilaver ve Gammaz Necmi Paşazade’nin dostluğunu hak edenler grubundandı. Bunlardan en çok okulda da sınıf ve sıra arkadaşı olan gerçek yaşına göre üç yaş küçüğü Kibar’a güvenir, en çok gerçek yaşına göre de yaşıtı olan Dalavere’nin gazına gelir, en çok da gerçek yaşı onun gerçek yaşından bir yıl küçük olan Gammaz’la itişirdi. Bu üçlünün lakapları da ya Paşazade tarafından konulmuştu, ya da Paşazade’yle ilişkilerine göre konulmuştu. Cemil oldukça efendi ve dürüst biri olduğundan bu lakabı ona Paşazade koymuştu. Paşazade’nin en yakınındaki insan oydu; çünkü Paşazade onun akıllı olduğuna inanıyor ve bundan kendine pay çıkartmaya çalışıyordu. Tabiidir ki, Paşazade ona değil, o Paşazade’ye tabi olmak kaydıyla. Cemil’de Paşazade’yi kıracak değil ya, hatır için öyle görünüveriyordu. Dalavere Dilaver’in çevirdiği dalaverelerde yer almak istemeyen namuslu Paşazade, nasıl olduğunu bile anlamadan da maalesef yerini alırdı. Necmi’nin gammazlığı ise öyle ispiyonculuk / jurnalcilik gibi bir huyu olduğundan değil, sadece dedikoduculuğundan dolayıydı. Yurtta ve lisede kim nedir, ondan daha iyi kimse bilemezdi. Paşazade’nin, özgeçmişi de onun bu huyu nedeniyle meşhur olmuştu. Bu yüzden, Paşazade’nin yakınında bulunmakla birlikte Paşazade’nin öyle çok çok sevdiği biri değildi, ama Paşazade’nin en çok itiştiği biriydi. Gammaz Necmi ne derse desin Paşazade mutlaka onun karşı tezini savunurdu. Örneğin, o Tanrı tekdir desin, Paşazade, hayır, değildir, diyerek Hinduların Budha’sından Kızılderililerin totemlerine varıncaya kadar birçok Tanrı’nın varlığını kabul ettirirdi. Hatta kafası kızarsa Hıristiyanların Tanrısıyla Müslümanların Tanrı’sının da farklı Tanrı’lar olduğunu, çünkü Müslümanların Tanrı’sının “doğmadığını, doğurtmadığını” ayetlerle -ki, o ayetleri de uyduruk bir Arapçayla tekrar ederek- Hıristiyanların Tanrı’sının ise Meryem’i düzerek İsa’yı doğurttuğunu söyleyerek iddia ederdi.
Avludaki çocuklara yakın çekim.
Çocuklar ateşli taraftarları önünde
futbol, basketbol, voleybol,
yakar top, saklambaç, körebe
türü oyunlarla eğlenmektedirler.
Elleri kıçları üstünde bağlı
birkaç görevli avlu boyunca
gidip gelerek gözcülük yapmaktadır.
Paşazade, Kibar, Dalavere
ve Gammaz futbol maçını
izlerken, aralarında işaretleşerek
tuvaletlerde sigara içmek için
avludan ayrılırlar. Aralarında
yaptıkları el şakalarıyla itiş kakış
koşturarak yurt binasına girerler.
…..
*
Paşazade...1 Yazısına Yorum Yap
"Paşazade...1" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.