HABER
HABER
Dükkanı açmadan kıraatheneye gitmek hiç adeti değildi halbuki. Hatta masaların arasında gözleri dolaşırken, kendisi bile;
"burda işim ne?" diye hayıflanmıştı. Dükkanı açmalı, akşamüstü teslim edilecek işlerini yetiştirmeliydi. Ama dışarı çıkmıyor, sadece masaların arasında, elleri ceplerinde, kararsız bakışlarla içeriyi süzüyordu.
Recep bey, gazetesinin üstünden bir süre izledi Hüseyin dayı’yı. Kendisi, ne kadar kurallara düşkün ve intizam adamıysa, Hüseyin dayı da o kadar günü yaşayan, rahat mizaclı biriydi. Gerçekten de mahallenin dayısıydı. Recep bey de, Hüseyin dayı da çocukluklarından beridir ayrılmamış, farklı huylarda olsalar da, dostluklarını senelerdir iyice perçinlemiş, mahallenin sevilen simalarıydılar.
Recep beyi görünce, Hüseyin dayı’nın içine bir ferahlık geldi. Dostunu görmenin neşesi yüzüne yayılıvermişti hemen. Sandalyeyi çekip, kalender bir gülüşle oturdu. Zaten gözleriyle yanına çağırmıştı arkadaşını Recep Bey. Gazetesini toplayıp masanın üzerine bırakırken, bir tuhaflık sezdiğini belli eder bir tavırla soruverdi:
"Hayırdır azizim, bu saatlerde seni görmek hiç adetten değildir" gözleri de Hüseyin dayı’yı sorgular gibiydi.
Hüseyin dayı, sandalyeye otururken "hayırlı sabahlar" diye karşılık verdi soruyu duymamış gibi. Ama başını kaldırdığında, senelerin öğretmeni Recep Bey’in “ben anladım, boşuna saklama” bakışıyla karşılaşınca dili konuşmak, dudakları susmak için çekişti bir süre. Senelerin verdiği yakınlık, hallerindeki değişikliği farkettiriyordu artık birbirlerine. Teşekkür eder gibi gülümsedi Hüseyin dayı.
"Şükür keyifsizliğimiz yok" biraz durup devam etti. "Uykusuzluktan belki de" Bu cevap daha bir meraklandırdı Recep beyi;
"Duy da inan ma, sen uykusuz ha !" dudakları aralandı gülerken "Hiç vaki olmamıştır senin uykusuzluk çektiğin, hangi dağda kurt öldü de uykunu aldı bakalım" ince bir latife vardı sözlerinde. Hüseyin dayı da keyifle gülümsedi arkadaşına;
"Yok canım benim uykumda bişey yok hala, bilmez misin beni Recep ?".
Gözlerindeki bakış duruldu birden, yüzündeki gülücük silindi. "Bizim hatun, gecenin bir vakti ’yavruum’ diye bir çığlık attı ki sorma, nasıl sıçradığımı bilemedim. Sonra da ara ki uykuyu bulasın"
Oğulları Ömer askere gittiğinden beridir Hüseyin dayı’nın da, eşinin de üstlerine bir gam örtüsü çekilmişti. Farkındaydı Recep bey, ama her asker ailesi böyle olurdu. Tatlılıkla teselli eder, yeri gelince endişelerinin yersizliğine, bazen sert bazen yumuşak iknaya çalışırdı arkadaşını. Yine iş başa düştü ifadesiyle sandalyesinde doğrulmuştu ki; Hüseyin dayı, duyacağı nutuğu farkedip, yolun yarısından çark etti.
“Biliyorum canım, her asker ailesi endişelenir böyle, şunun şurasında iki ay bişey kaldı. Kısmet olur gelince bizim hatun rahatlar, biz de inşallah". Manalı bakışlarıyla, Hüseyin dayıyı süzdü Recep Bey;
"öyle tabi azizim, bak ne güzel dedin". Ee…!, gülücüğe gülücükle cevap verilir. Öyle de yaptı Hüseyin dayı aynı mütebessim yüzle. “iyi ki dostuz” der gibi arkadaşının yüzüne bakıp müsaade istedi.
"Ne de olsa esnaf takımıyız, gecikmeden dükkanı açalım ki rızkımız çoğalsın" deyip masadan kalktı. Recep bey, bir süre baktı arkadaşının arkasından. Ama niyeyse, Hüseyin dayı, yanında getirdiği hüznü taşıyamamış gibi masada bırakıp kalkmıştı da, şimdi o hüzün Recep Bey’in kucağına oturmuştu sanki. Hızlıca gazetesini büküp koltuğunun arasına sıkıştırırken bağırdı arkadaşının arkasından;
“Dur Hüseyin, ben de geleyim seninle!” kıraathaneden çıkıp, arkadaşının yanına üç beş adımda ulaştı. Ulaşır ulaşmaz da koluna girdi. Niyeyse kendini bir açıklama yapma zorunluluğunda hissediyordu. Hüseyin dayı’nın gözlerinde de aynı şaşkınlığı fark edince aklına ilk gelen bahaneyi söyleyiverdi;
“Hava da güzelmiş, hiç olmazsa senin dükkana kadar bir yürüyüş yaparım.” Sırf konuşmak olsun diye ekledi, “Kamil de çaya zam yapmış gene beş kuruş on kuruş derken, cebimizde delik açacak, karar verdim Hüseyin bugün senin çaya ortağım ben”
İkisi de gülüştüler, “Başımla Recep, sonra yan çizme de, akşama kadar yanımda isterim seni” elini atıverdi Recep Bey’in omzuna “Söz gardaş, lahmacunun da benden bu gün”
Sokaktan geçenler hep imrenerek baktılar bu can arkadaşların arkasından. Kardeş kardeşe böyle yakın olmazken, kardeşten ileriydi sevgileri. Ama bugün bir farklılık vardı hallerinde. Hüseyin Dayı’nın ruhu sıkı sıkı sarılmıştı Recep beye, ve Recep bey de sıkıca tutmuştu Hüseyin dayının elini, “yanındayım” der gibi
“Ama dükkandan önce eve gideceğiz be Recep” dedi, hafif mahcup bir bakışla. “anahtarı almamışız dalgınlıkla” Gözlerini ayaklarına takıp yürüdü. “Hala aklım bizim hatunda, bilemezsin Recep, çığlığına uyandığımda ağlıyordum ben de” arkadaşının yüzüne çevirdi gözlerini “Hiç öyle şey olur mu? Bir rüyayı aynı anda iki kişi görür mü Recep? aynı anda rüya görmüşüz gibi bir sarılıp ağlaşmadığımız kaldı.” Şöyle bir sokağı kolaçan etti gözleri.
“Ama hatırlamıyorum ne gördüğümü, işin tuhafı hatun da hatırlamıyor. ‘yavruum diye bağırdın’ dedim onu bile hatırlamadı. Ama çıkmıyor aklımdan” tekrar koluna girdi arkadaşının,
“kusura bakma başını da ağrıttım, eve varınca hatun bir kahve pişirsin de affettireyim kendimi” Bu gün gerçekten çocukça bir taşkınlık vardı ikisinin de üzerinde. Hele de Recep bey, senelerin ciddi siması bir de tokat atmaz mı kadim dostunun ensesine,
“Yengenin kahvesiyle niye affedeyim seni Hüseyin, af istiyorsan kahveyi de onyedilik kız gibi pişirir getirirsin önüme” keyiflerine bakkal Osman bile şaşmıştı da şaşkınca bakışlarıyla lafı yetiştirdi arkalarından;
“Hayırdır dostlar cennetten müjdeci mi geldi, ne bu keyfiniz” gülüşleriyle cevapladılar ama; gülüşlerde keyiflik değil de taşkınca bir duygu vardı ifade edemedikleri.
Hüseyin dayı’nın sokağına gelince her zamankinden farklı bir kalabalık gördüler, eve yaklaştıkça ikisinin de kalp atışları hızlanıyordu. Elinde olmadan Hüseyin dayı adımlarını hızlandırdı. Arkadaşı yetişebilmek için çabalasa da Hüseyin Dayının arkasında kalmıştı. Tam kapının önüne geldiğinde askeri bir jip gördü. Daha bir bocaladı, olduğu yerde yığılacak gibiydi. Elini dayadı arabanın kaportasına düşmemek için. Recep Bey de yetişmiş, olanlara mana veremeyen bakışlarla arkadaşını kolundan tutmuştu.
“Dur Hüseyin, içeri girip de bir anlayalım bakalım?”
Koluna girdiği arkadaşına içeri girelim dese de, kendi ayaklarına bile söz geçiremiyor, hala oldukları yerde duruyorlardı. Apartmanın kapısında yeğenini görünce ona doğru bir adım atıp olanları sormak istedi. Ne çare ki vücudu felç olmuş gibi hareket etmiyordu. Sadece gözleri, bu vazifeyi üstlenerek, bütün çehreleri en ufak bir mimiği kaçırmadan inceledi. Kolundan sımsıkı tutan Recep Beyin eli bir ateşten kerpeten olmuş, kolunu sıktıkça sıkıyor, yaktıkça yakıyordu. Sonunda kendi topladı gene cesareti
“Hadi Recep, gel içeri bakalım. Hamdi ustanın da oğlu askerde” İçlerini serinleten bir söz oldu bu. Yavaşça apartmandan içeriye girdiler. Hamdi ustanın da kapısı kalabalıktı. Ama kendi kapısına geldiğinde mahşeri bir yığını yararak içeri girmek zorunda kalmışlar, ayaklarının çizdiği güzergah ile salona varmışlardı.
Salonda koltuğun üstüne yığılmış Esma Hanımı ilk Recep Bey fark etti. Perişan bir halde uzanmış tansiyon aleti takılı kolu, bir boyun eğişle hemşirenin elleri arasına kendini teslim etmiş gibiydi. Sımsıkı yumdu gözlerini Recep Bey. Can dostunun oğlu, kendisinin de evlatlarından ayırmadığı Ömer’in hayalini gözkapaklarının altında saklamak ister gibi yumdu gözlerini. Ama parmakları arasında tuttuğu kolun aşağı çekilmesiyle yeniden açtı. Hüseyin dayı, bacaklarının üzerinde duramamış yere diz çökmüştü. Can arkadaşını yerden kaldırmaya fırsat bulamadan yanıbaşında bir üsteğmen belirmiş, nerdeyse Hüseyin dayıyı kucaklayıp, boş koltuğa oturtuvermişti. Hüseyin Dayı’nın dizi dibine çöküp, acıyla kıvranan bakışlarla arkadaşının yüzüne baktı. Ama donuklaşmış, anlamsız bakışlar, hala ne olduğunu anlamaz ifadelerle insanların üstlerinde dolanıyor, yanıbaşlarındaki üsteğmenin dudak hareketleriyle bir ahenkte başını sallıyordu.
Üsteğmenin eli, Hüseyin Dayının omzunda unutulmuş gibiydi. Ürkek gözleri ve devamlı işleyen dudakları ise yaralı babanın çehresine, bu çehrede sadece soğuk ve şuursuz bir ifadeye sabitlenmişti. Recep Bey, onca söylenenlerden sadece “Başın Sağolsun” cümlesini anlayabilmişti.
Hüseyin dayı bir şey söylemek ister gibi dudaklarını aralamış, ama sözünü yitirmiş dili ağzında dönmemişti. Dudakları açılıp kapanıyor, söz yerine gelenleri ya da diyemediklerini, boğazı yutkunarak geri gönderiyordu. Dudakları gibi gözleri de kurumuş, Dili gibi yüzü de her ifadeden soyutlanmıştı. Recep beyin elini elinde hissedince zorladı kendini, demek istedikleri değildi belki, ama diline geleni söyledi.
“Vatan Sağolsun” dedi Hüseyin dayı. Ölümle kalım arasında can çekişen bir “Vatan Sağolsun” cümlesi havaya karışmıştı. Omuzları çökük, ellerinin üstünde Recep beyin elleri, durdu bir süre. Düşüncelerini taşıyamayan başını, bir süre sonra Recep Beye çevirdi.
“İki ayı vardı ya Receb’im” dedi. Yüreği ayazda kalmış, sevgisi üşüyen bu baba. Bütün hislerine don vurmuş gibi.
“İki ay daha can çekişecektik, ama şimdi her gün öleceğiz biz Receb’im” İçinde bir ateş tutuşmuş, her zerresini yangın yerine döndürmüştü. Alev alev yanan bu bakışlar, yardım dilenircesine Recep Bey’in gözlerine kenetlenmiş, kupkuru gözleri sel gibi dışarı taşmaya başlamıştı.
Yalvararak bakıyordu ya, Recep Bey de zaten yanıyordu. Yürekler alev alev tutuşmuş, gözler coşmuş, herkes kendi ateşiyle kavrulurken, bu babaya hangi söz teselli verirdi ki.
“Kardaşım” diye boynuna sarılınca Recep bey. Karışıverdi duygular artık teselliyi hangi yürek verecek, hangi yüreğin yangını sönecekti ki.
YORUMLAR
Arif bir büyüğüm bana şehit olacak kendini bilir kendine göre hazırlığını yapar vedalaşır.Şehit olacağını anne babada bilir rüyayla olur,ayanla olur ama haber olur.
Çok duygulandım okuması dahi başka aleme götürdü evdeki bayrağımı aldım öptüm,kokladım bağrıma bastım .
Saygı ve selam ile.
reyya
Yazaması kolay,söylemesi kolay, nasihat kolay değerli kardeşim.
Ah o ölüm haberi vermek var ya !
O bir facia !
O bir acı.
Allah dostlarımızla yaşlanmamızı nasip etsin.
Gençlik arkadaşlarımızla,kardeşlerimizle yaşlanmayı..
Allah sevdiklerimizin acısını göstermesin.
Güzel ve acı.
Bir arada bir başka oluyor.
Selam ve saygı ile değerli kardeş.