- 750 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BENİM CAHİL HALKIM
..........
Şafak ustayla yaptığım en etkili sohbet geçmişinden bahsetmesiydi. Şafak adını annesi tarlada çalışırken bir şafak vaktinde doğurduğu için bu ismi verdiğini söylemişti. Kendi kendine doğum yapmış. Babası korkudan bayılmış. Karanlık çöküpte eve gidemeyince evdekileri merak salmış. İki kişi bir olup atlarına atlayıp tarlaya gitmişler. Şafak’ın annesini kan kaybından baygın bulmuşlar. Şafak’ta sessiz bir şekilde annesinin yanında uyuyakalmış. Baba’yı orda unutup Şafak’la annesini aldıkları gibi doğru hastaneye götürmüşler. Bu arada baba uyanmış. Her taraf zifiri karanlık. Başlamış bağırmaya, eşine seslenmiş.. Şafak usta kadersizliğinin doğduğu gün başladığını söylerdi. Daha kırkı çıkmadan anasının sırtında tarlaya gitmeye başlamış. ‘’ Nerede şimdiki traktörler, biçerdöverler. İki öküzün gözüne bakarlarmış. Traktörü, biçerdöveri, patozu bu iki öküzmüş. Biri hastalanırsa ötekide izinli sayılırdı. Öküzler iyileşene kadar bizler öküz gibi çalışırdık. Güneşle doğar güneşle yatardık. Ay dedeyi günlerce göremezdik. Gaz ocağından çıkan ışıkla aydınlanırdık. Öyle bir yorulurduk ki akşam yemeği yemeye halimiz kalmazdı. Bir cenaze ya da bir düğün olursa yarım gün çalışırdık. Bir de bayramların birinci günü tatil yapardık. Haftanın günlerini hatta ayları unuturduk. Hangi ayda olduğumuzu düşünerek bulurduk. Harman zamanı, bağ bozumu zamanı, aprul soğukları zamanı bizim unutulmaz tarihlerimizdir. O zamanlar nerde fenni yemler. Tarlamızdan çıkan arpanın, buğdayın, fiğin yarısını iki öküz bir iki inek yerdi. Kalan yarısıyla da takas usulü yiyecek, üst baş alırdık. Anlayacağın bütün bir yıl iki öküze, günlük 2-3 litre süte çalışırdık. Danayı iki yılda bir alırdık. Köyümüzde bir davar hastalanıp kesilirse az bir fiyata köye dağıtılırdı, eti o zamanlar yerdik. Yokluğu yaşardık. Bildiğin yoksulluk değildir. Memlekette yoksuldu. Sene 1940 lar. Atatürk’ün yası hala tutuluyordu. Gazete falan bilmezdik. Muhtarın bir radyosu vardı. Babam ara sıra köy kahvehanesine gider Muhtarın radyodan dinlediklerini anlatmasını beklerlerdi. Muhtar da bire bin katıp anlatırmış. Herkesin ağzı bir karış açık halde muhtarı dinlermiş. Kendi hakimiyetini artırmak, sözünü dinletmek için ahaliyi korkuturmuş. Muhtara el kaldırmak 3 yıldan başlarmış. Sövmek 5 yıl, dedikodusunu yapmak 7 yıl hapis cezasıymış. Meclis karar almış. Ara sıra gözden kaybolurmuş. Ankara’ya mebusa gittiğini, başbakanla görüştüğünü, yakında köylerini ziyarete geleceğini söylermiş. Arkadaşım diye hitap edermiş. Köylü inanmazmış fakat ya doğruysa diye düşünüp ses çıkaramazlarmış. Bizim muhtar öyle abartmış ki her hafta Ankara’ya gidiyorum diye köylüden para toplamaya başlamış. Bir almış, iki almış, üç almış köylü iyice bıkmış. Tarlada işleri bitip eve gelenler ocaklarını yakmadan yatarlarmış. Kapı çalınınca da uyuyor numarası yapıp açmamaya başlamışlar. Sabahın er vaktinde de kahvaltı yapmadan sessizce tarlaya giderlermiş. Kahvaltılarını tarlada yaparlarmış. Bir hafta sonu kahvehanenin çamına bir liste asılmış. Muhtar imzalı listede köy ahalisinin isimleri ve karşısında ise muhtara ödeyecekleri para yazılıymış. Bir hafta da mühlet vermiş. Parayı ödemeyenleri Vatana ihanetten mahkemeye vereceğini belirtmiş. Köy halkı bu durumdan korkmuş. Gizlice evlerde toplantılar başlamış. Ne yapacaklarına karar veremiyorlarmış. Aralarından üç kişiyi sözcü tutmuşlar ve Muhtara göndermişler. Kapıyı çalmışlar. Elleri önlerine bağlı bir halde içeri girmişler. Muhtar sedirinde başköşede bir padişah gibi oturmuş radyosunu dinliyormuş. Gelenleri görmemiş gibi yapıp radyoyu kulağına dayayarak heyecanla dinliyormuş. Bizimkiler yarım saat o pozisyonda beklemişler. Muhtarın kolu ağrımaya başlamış olmalı ki radyoyu rafına bırakıp ve gelenlere bakarak “Ne zaman geldiniz yav demiş.. Geldiğinizi söyleseydiniz Başbakanın konuşmasını sizlere de dinletirdim. Ülkenin durumu iyi değil. Paraya ihtiyaç varmış. Bütçe mütçe boşmuş. Benim adımı da söyledi Başbakan. Yakında köyümüzü ziyaret edecekmiş. İyi ki geldiniz. Köye bir haber gönderecektim. Artık sizler kapı, kapı dolaşıp ilan edin. Devlete para göndereceğiz. Listedeki rakamları ikiye çarpın. İki günde paraları toplayın. Üçüncü gün sizlerle beraber Ankara’ya gideceğiz. Sizi Başbakanla tanıştıracağım. Artık siz üçünüz benim yardımcım olacaksınız. Hadi bakıyım Vatan için bu kutsal görevi size emanet ediyorum.” Bu üç temsilci Ankara, Başbakan , yardımcı kelimelerini çözmeye çalışırken bir an kendilerini seçilmiş kişiler olarak algılayıp Muhtar doğru söylüyor “Ülkenin durumu bozuk,” “He ya bizim Muhtar akıllı adam bunu her zaman söylemişimdir” “Allah Razı olsun koca köyde sadece bizlere güvenmiş bizi yardımcı yapmış” diyerek her biri köyü üçe bölüp başlamışlar kapıları çalmaya. Bu kutsal görevlerinde başarılı olmak için Muhtarın yalanlarına bin yalan katmışlar, yalvar yakar para toplamaya başlamışlar. İkinci günün akşamı gelmiş çatmış. Bu üç temsilci birinin evinde bir araya gelmişler. Topladıkları paraları saymışlar. İki haneden eksik para alınmış. Gerisi tamam. Bu üç kafadar parayı da alıp doğru Muhtarın evine gitmişler. O da ne Muhtar yatağına uzanmış yastık gibi radyoyu kafasının altına koymuş, gözleri açık heyecanla dinliyormuş. Yarım saat ayakta bekleyen kafadarlardan biri istemeyerekte olsa öksürmüş. Ama öyle bir öksürmüş ki muhtar yatağından fırlayarak ayağa kalmış. Ne zaman geldiniz yav.. Allah iyiliğinizi versin.. Casus gibisiniz lan… Nerden girdiniz kapıdan mı bacadan mı? Diyip buyur etmiş.. toplanan paraları sayarak almış. Eksikleri de tamamlamalarını söylemiş. Başbakana vereceği parayı rakam olarak bildirmiş meğer. Bizim enayiler kendi aralarında toplayarak paraları tamamlamışlar. Bir gün sonra hep beraber Ankara’ya gideceklerini söylemiş ve ayrılmışlar. Üç kafadar sabaha kadar uyuyamamış. Kolay mı Başbakanla tanışacaklar. Ankara’ya mebusa gidecekler. Sabah gün ağarmadan atlarıyla yola çıktılar. İki saatlik bir yoldan sonra asfalt kenarında bulunan bir köye geldiler. Atlarını bu köyün muhtarına emanet edip, ilçeye giden köy minibüslerine bindiler. İki saat süren yolculuktan sonra İlçeye geldiler. Muhtar şehir lokantasında bu üç kafadara birer çorba ikram etmiş. Terminale geçip Ankara’ya gidecek olan otobüsten 3 kişilik bilet almış. Kafadar üç kişi iki koltukta seyahat yapmak zorunda kalmışlar. 11 saatlik yolculuktan sonra Ankara’ya varmışlar. Muhtar yolculuk boyunca otobüsten üç kafadarı hiç indirmemiş. Kendi molalarda inmiş ve karnını doyurduğu halde üç kafadar tuvaletlerini dahi tutmak zorunda kalmışlar. Aç ve susuz bir şekilde Ankara terminalinde tuvalet aramak için üç kafadar muhtar’a da haber vermeden bir sağa bir sola koşturmaya başlamışlar. Bizim muhtar cin fikirli. Seyahat öncesi üç kafadarın kafa kağıtlarını almış, siz kaybedersiniz demiş. Terminalde bizimkiler tuvalet ararken muhtarda polis kulübesine gidip, polise bu üç şahıstan şüphelendiğini şimdi tuvalette olduklarını söylemiş ve kendisi kayıplara karışmış. Polis efendi yanına aldığı diğer polislerle birlikte tuvaleti basmış. Üç kafadarı yakalamış. Kimlikleri sormuşlar. Yok. Bizimkiler Başbakan, Muhtar, yardımcı, Vatan derken bunları polisler karakola götürmüşler. Teker, teker ifadeler alınmış. Para topladıklarından, Başbakan ile görüşeceklerinden bahsetmişler. Muhtarı anlatmışlar. Fakat inandırıcı gelmemiş. Polis bilgi almak için köylerinin bağlı olduğu Jandarma Karakoluna telgraf çekmiş. Bilgi geldi gitti diyene kadar dört hafta geçiyor. Bizimkiler nezarette beklemektedirler. Bu arada Muhtar köyüne dönmüş kendisiyle giden üç kişinin paraları alıp kaçtıklarını köye anlatmış. Bir müddet sonra köye gelen Jandarmalar Muhtardan bilgi almak için karakola çağrılmış. Muhtar karakolda verdiği ifadede bu üç kişinin köylüyü dolandırdığını paraları alıp kaçtıklarını söylemiş. Yanına aldığı üç beş köylüde aynı ifadeyi yazdırmış. Olan bu üç kafadara olmuş. Her biri yedişer yıl hapis cezası almış. İftiraya uğratılan bu üç kafadarın hikayesiyle köylü muhtardan iyice korkmaya başlamış. Olur ya bize de bir iftira atar demişler. Muhtarın dediklerini alenen yapmışlar. Muhtar köy ağası gibi olmuş. Ne ekileceğine o karar verirmiş. Milletin malını elinden alıp satamaya da başlamış. İşleri abartmış. Her haftanın bir günü karakol komutanına kuzular kesip alemler yapamaya başlamış. Bu saltanatı 7 yıl sürdürmüş. Bizim üç kafadar hapisten çıkmışlar. Her biri diş bileyerek köye gelmişler. Doğru muhtarın evine varmışlar. Camdan geldiklerini gören Muhtar yüksek sesle konuşmaya başlamış Sayın komutanım bir bardak daha çay alırmısınız. Ya geçen gün Tümen komutanıda ziyaretime gelmişti. Çok sevişiriz kendisiyle. Şu elimde gördüğünüz makineli tüfeği o hediye etti. Bunları duyan üç kafadar içeriye girmekten çekinmişler. Ses çıkarmadan eğile büzüle evden uzaklaşmışlar….
Şafak usta güle güle anlatmıştı bunları.
- Halkımız cahildi, dedi.. Her şeye inanırlar ve korkarlardı. Saltanat sürdü yıllarca. Çok zengin oldu. O gece pılını pırtısını toplayıp köyden kaçtı. Bi daha da haber alınmadı. Ankara’da bir çok ev , tarla, arasa almış diyorlar. Köylü bir hafta işi gücü bırakmış düğün eder gibi eğlenmişler. Kimse de davacı olmamış. Köylüye çok pahalıya mal oldu şu demokrasi. Şimdiki teknolojide şimdiki muhtarımsı kişiler daha teknik çalışıyorlar. Hala aldatılıyoruz. Aklımız mı kıt yoksa 1940 ların cehaletini mi yaşıyoruz. Dedi.
Doğru söylüyordu Şafak usta. Hala cehaletimizi üstümüzden atamadık. Demokrasiyi bize öğretemediler. İnsan hakları bilinmiyordu. Yokluk içinde kendi cehaletimizle bizi sömüren düzeni oluşturuyorduk. Bireysel haklar ve özgürlükler vardı bilen yoktu. Bilenler de hep sömürdüler. Cahilliği, dinimizi, parasını, hükümeti kullanarak esaret altında yaşadık ve modern kölelikle şimdiki zamanda yaşıyoruz. Şafak ustanın hayat hikayesi milletin tarihini yansıtan yaşayan bir tarihti….