- 393 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 81
81] 20. Ve 21. Yüzyılda türk siyasetçileri bir Osmanlı ahalisine, bir 10.yüz yıl Selçuklu halkına bir 7. Yüz yıl Arap kabilesine seslenir gibiydiler. Sanki aradan hiç zaman geçmemişti. Sanki her şey eski tas, eski hamamdı. 2000’ler Türkiyesi halkını dahi aynı mantık ve tiynet içinde görüşle; sadaka anlayışı ile seslenip yaklaşması oldukça esef vericiydi. Siyasetçiler, siyaseten toplumsal bir mantık dokusundan çok imam mantıklı idiler. Oysa imamlık, din adamlığı gibi halktı anlayışlı meslekler, bir mühendislik, bir doktorluk, bir işçi, bir fırıncı gibi toplumsa (yükümse) bir meslek değildi. Yani siyasetçilerimiz, toplumsa olmayanı toplumsa gibi öne çıkarıp sürdürmüşülerdir.
Halktı mantıkla sadakacı anlayışlarla mantık geliştiren halk, vatandaş olmanın, vergi verir olmanın sorgulaşmasını dahi yapamamaktadır. Söz gelimi yıllardır hem depremlerle; hem kaçak, izinsiz, usulsüz yapılarla; bu ihmallerin altında kalarak ölürler de. Bunun sorumlularının halktan çok devlet olduğunu bilmezler! Bu tür sorumluluklar halka bırakılamayacak denli önem ve zorunlu bir devlet, hükümet, siyaset, gereği olduğunu hiç sorgulamazlar. Kendisini depremde öldüren siyasetleri halk, ’halk egemenliği adı altında’ destekler dururlar!
Ülkemizde, yıllardır ekonomik dar boğazlarla neden cebelleş ildiği hiç tartışılmaz. Tartışılmadığı içindir ki bu kabil ekonomik batkınlıkların karşılanması için; halkın sırtından %78’lere varan geçici vergilerle tahsili ortaya konursa da, tahsiller geçici olmayıp devamlı kılınır.
Söz gelimi geçici deprem vergileri, bu nedenle sürekli vergi gibi işlemeye devam eder. Eder etmesine de, bu devam edişlerden, deprem konusunda yeni sağlayışlara mı yönel inilir? Kesinlikle hayır. Bir deprem esnasında yine bu tahsili kaynakların hiç biri ortada görülemez. Yeniden halkın yardım ve telaşlı organizesi, siyasete can simidi olur!
Çağ dışı sadaka anlayışı, adil olmanın tutumuyla bağdaştırılıyor ve alkışlanıyordu! Üstelik sadaka bireyin, kişilerin uhdesinde olması gereken bir tutumdur. Sadaka dağıtır olmak, ancak gelirleri bölüştüremeyen, adaletsiz erklerin, denize düşüp, yılana sarılması, aczidir. Boğulurken sarıldıkları yılanı seçme şansları kalmamıştır. Kimi liberal aydınlar bu tür eleştiri ve tartışmaların, uyarısı içinde hiç olmazlar. Varsa Atatürk’tür görevleri, yoksa Atatürk’tür dertleri ve şamataları.
1789 harekâtında on binler öldü ve giyotinler yüzlerce kişiye çalıştı. Ama kimsenin aklına Fransız ihtilalını diktatörlükle suçlar olmak gelmedi. Yine kimsenin aklına, Fransız ihtilalına diktatörlüktü demek gelmedi. Hatta hala bu günkü tartışmalarımıza dahi, oradan kendimize uygun, meşruiyetlikçi destek dayanaklar arar dururuz! Tartışmalarımıza da, bu ihtilalden referanslar çıkarırız.
Her hangi bir yapıyı, kurulmadan, kurumlaştırmadan önce, neyini, neye göre; demokratiklikti ya da demokratiklik değildi, diye tanımlanacaktı ki? Kaostan çıkıyordunuz! Kurtuluş Savaşı ortamıyla siz, tamamen anarşiklik ve başıbozukluk olan bir mukavemetçi sosyal yapı ve toplusal yapı düzlemi içindesinizdir. Böylesi bir yapı içerisinde siz, yüzünüzü hem güncel bulunana dönecektiniz, hem de çağdaşlığa dönecektiniz. İşte böylesi belirsizlikler içinde şartlarınızla belirip bir yapı çıkarıyordunuz. Bu düzlemin eleştirisi bu şartlara göre olmalıdır.
Bizler bu günlerde, bu dönemlere ilişkin günlerin kendi içkin kritiğini yapmalıydık. Cumhuriyet değerlerine atıfla olacak söyleşilerimiz cumhuriyetle birlikte kazanılan değerlere ilişkin olacak nokta değerlendirmelerimizi yapmalıydık. Çünkü birbirine bağlı işleyen kurallar kurum ve yaptırımların çalışır olmasından yoksunduk. Böylesi başıbozukluklar, kuralsızlıklar olan ortamlardan, süze süze yeni yapımızı bakışım etkilenmeli hareketlerlen çıkartacakdık. Böylesi zorlukları ve doğum sancıları olanla durumlarlan cebelleşilerek kazanımlara gidildiği unutulmamalıdır.
Ne yazık ki bazen toplum ışıması için böylesine çarpıtılmış bir kararma söz konusu olmaktadır ki aydınlığa çıkılabilinsindi. Ve bu nedenle bile sözde aydın düşünceleri gibi olan abuklukları ortamlara, günlerce ve her yol araç ile dayatabiliyorlardı!
Oysa Kurtuluş Savaşı günlerinin eleştirisine aslan kesilip de güncelin tutumlarını görmezden gelişlerlen, kuzu gibi oluşlar vardı. Güncelin meşruiyetsizlikleri içinde, tutuklanacak insanlar için önce sinsi kararlar alınıp, sonra ’karar hukuksuzmuş’ diye, dalga geçer gibi, hukukun çarpıtılıyor olmasının yaşandığı şu günlerimize, bu türden yoz ve kof aydın olan demokrasi havarilerinin, hiç gıkı çıkmıyordu!
Birinci var oluşçu oluşmada, yani Kurtuluş Savaşı günlerinde aklın ve vicdanın ve koşulların meşrulaştırıldığı; can hırraş bir durum söz konusudur. Beka sorununuz söz konusuydu. Yüzlerce yıldır süren ve hantallaşan yapının, değişip dönüşmesi söz konusudur.
Oysa şimdimiz öyle mi ya: Biz şimdimizdeki hali zarımıza bakınıp, sızlanmaktayız. Sanki şimdimizin kadim müsebbibi, şimdimizin kabahatlisi, cumhuriyetin o ilk dönemlerindeki, o ilk Kurtuluş Savaşı yıllarına ilişkin, sözüm ona antidemokratik olan etkilenmeli tesirlerindenmiş gibi, cumhuriyetimizi suçlayıcı olmaktayız!
Bizim şimdimiz, cumhuriyetin o ilk yıllarının, bizi bağlar olmasının, ya da bizim elimizi tutar olmasının sıkıntısını çekmiyoruz ki, onunla bir hesaplaşmanın içine girelim! Özgür parlementosunu oluşturmuş toplumsal yapıların kendilerince böylesine tıkaçlanacak handikabları olamamalıdır!
Dönüşme, kimi noktalarda zorlamayı içermek durumundadır. O dönemde, herkes, âli kıran baş kesen olmuştu. Güya hemen her çapulla ve çete hareketlerlen ülke kurtarılıyordu! Sizin o günlerde; sanki her şeyiniz bir tamammış da, geriye tek eksiğiniz olan, müşfikçe demokratik olamamanız kalmıştı!
Savaşa girmişsiniz, isyanlar ve kıtaller başlamış, halkın can mal güvenliği hiçte. Halk kime inanıp, kime güveneceğini bilmez olmanın şaşkınlık ve güvensizlik ve tedirginliği içindedir.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.