- 1047 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİDİM'DE BİR KAMİL ABİ
Yıllar önce, her yaz tatilinde Didim’e gittiğimde orada bir Kamil Abi’m vardı. Az sinirli, adamakıllı heybetli, benim için sıradan bir adam değildi. Epeyce yaşlı olmasına rağmen, çalışma hevesine, çaresizliğine acımayla karışık bir saygı duyardım nedense... Yazın son günlerine kadar orada olduğum için, kendisini, yalın ayak uzunca şortuyla kumlarda gezerken görürdüm hep. Altınkum plajının yanındaki marinada iş verilirse boğaz tokluğuna çalışır cep ve cepkeni dolu yat sahiplerinin ricasını kırmaz yatlarla yolcu gezdirirdi arada sırada, hiç reddetmeden bahane sunmadan.
Nasip oldu bir gün bende oğlumla onun kullandığı küçük bir kotrayla denize açıldım. Didim’in en büyük yatlarından olan Albatros’un sahibi gurbetçi bir aileyi gezdirmesi için, küçük kotrasını Kamil Abi’ye vermişti. Yanlarına katılma isteğimizi gülümseyerek kabul etti. Kıyılarda hiç bir zaman ayakkabı veya terlikli görmediğim bu adamın, nasırlaşmış ayaklarında o gün terlik görünce biraz şaşırdım. Dümen tutup yola koyulduğumuzda, bu daha çok Doğu’lulara benzeyen ezgin ve utangaç adamın hikayesini dinlemek bana da nasip oldu. O kotranın dümenindeyken, yanındaki arkalıksız küçük iskemlelere, oğlumla beraber yanyana sıralandık. Çocuklar, kadınlar erkekler kotranın ön tarafında güneş kremi sürüp güneşleniyorlardı. Çocuk sesleri, çığlıklar her yan cıvıl cıvıl... her yaz tatilinde, Didim’de tercümanlık yapmaya gelen oğlumun, şaşkın ve uyarıcı bakışlarına rağmen dayanamayıp Kamil Abi’ye : ’ İki yıldır buradayım, yanında hiç kimseyi görmedim. Senin hiç kimsen yok mu Kamil Abi? ’ deyiverdim. Gözleri bir garip oldu. Işıltısı sönüverdi sanki. Denizden gözünü, dümenden elini çekmeden ’ Yok ’ dedi. Ses tonu biraz soğuk ve dikçeydi. Sormak öğrenmek istiyorum ama korkuyorum. Celalli adam biliyorum. Hiç başı gözü de oynamaz. Kız kadın demez, incitebilir... Onca turistin ve serbestliğin içinde, bir kere istifini bozup, haddini aştığını görmedim. Koskoca yat sahipleri bile kendisiyle konuşurken, sevgiyle yaklaşıyor, omuzuna el atıyorlardı.
Bir kaç dakika sonra, denize dalgın dalgın bakarak kendi anlatmaya başladı : ’ Vanlı’yım ben Belgin kızım... Bir kız sevdim aşiretten, babam çoban diye vermediler... Dahası yüklü bir başlık parası istediler. Oysa bilirlerdi ki ben o parayı veremem... Onlar da verememem için öyle yaptılar ya. Bende kaçtım oralardan... Soluğu tıkanmış gibi, birden nefeslendi. Bir iki dakika durdu. Sanki o anları yaşıyordu. Biraz sakinleştikten sonra, sözlerine devam etmeye başladı : ’ Aradan tam kırk yıl geçti. Bir daha memlekete hiç dönmedim. Ben şurda burda sürterken, annem de babam da vefat etti... Gözlerinin içinde yaşlar birikmeye başladı azar, azar. Yeni hatırlamış gibi birden : ’Ha bir oğlan kardeşim var, arada telefonla görüşüyorum ’ dedi. Oğlum yüzüne pozitif bir ifade takınmaya çalışarak : ’ Hayatına hiç bir kadın girmedi mi? ’ dedi. Kamil Abi acı bir gülümsemeyle : ’ Girdi ’ dedi. Şu, bu çoğu yabancı kadınlar.. Ama hiç biri bana Zeyneb’i unutturamadı. Başka kocaya vermiş de olsalar...’ Ardından başını önüne eğdi. Belki de gözlerinden usul usul akmaya başlayan yaşları görmeyeceğimizi zannetti. Üzüntüsünü gidereceğimi sanarak, hemen söze karıştım : ’ Boşver be Kamil Abi, böyle aşklar kaldı mı? Hem aradan onca yıl geçmiş.. ’ Daha fazla konuşamadım. ’ Sus ’ diye gürledi. ’ Ben bir kere sevdim alamadım, ölene kadar yüreğimde kalacak.’ Bende korktum sustum. Bir daha hiç konuşmadım.
Yarım saat sonra, denizin ortasına demir attı, durduk. Kadın erkek yüzme bilmiyorlar. Sanıyorum bunlar iki akraba. Bir araya toplanınca tek aile gibi görünüyorlar. İki genç kadın denizin içinde kollarında can simidi olduğu halde korkuyorlar. Binbir nazla eşlerine sarılıyorlar. Gariban Kamil Abi ise her türlü itiraza, bağırışmaya sabrediyor. Çocuklara elleriyle can simidi takıyor, yetmiyor onlarla denize de giriyordu. Üzerlerinde can simitleri olduğu halde, zavallı Kamil Abi’nin korkup üzerine çullanan dört beş çocuk adamcağızı canından bezdiriyordu. Hiç çocuğu olmamış, bu kahırkeş adamın sabrı ve hoşgörüsü beni çok etkilemişti.
Bu arada Didim’in koylarının, o asil ve bakir sessiz muhteşem güzelliğini, dalgasız turkuaz mavisi denizini, anlatmadan geçemeyeceğim. Orada insan, bazen düşünmeyi bile unutuyordu. Türkiye’ de bir çok yer gezmeme rağmen, böyle kumlar, böyle turkuaz koylar hiç görmedim. Buralar beni kendine aşık etti. Yaratıcımın şaheserlerine bakakaldım. Kamil Abi, kotrayı durdurup, denizin ortasına demir atmıştı. Ötelerde kimsesiz bir kumsal...Oğlum ve yeni evli bir genç denize atlayıp beraberce hemen yanımızdaki minik koya doğru yüzmeye başladılar.. Bende denizin keyfini çıkartmak için kotranın içinden gerilip kendimi suya attım.. Dalmayı hiç denenemiştim. Yeni yüzme öğrenmiştim..Derinliğin ne kadar olduğunu tahmin edebiliyordum, ama yüzme bilmeme güvendim. Baktım ki hiç bir şey yok.. Ne insanlar, ne de kotra... Ben ve deniz... Denizin içine doğru giderken, can havliyle kotranın merdivenine öyle bir sarılmışım ki, o bile yerinden oynamış. Ne çare tutamamıştım. Kendimi denizin derinliklerinde zannediyordum. Bir an tuzlu suyun içinde gözlerimi açtım. Şiddetle çırpınırken suyun yüzüne çıkmışım. Oradaki insanlar korku ve dehşetle eğilmiş, kotranın içinden bana bakıyorlar. Bu arada Kamil Abi’ de beni kurtarmak için gömleğini çıkartıp suya atlamaya hazırlanıyor.. İnsanlar yaptığım savaşın farkındalar.. Daha faza ortalığı telaşa vermemek için, sakinleşerek yüzmeye başladım. Gergin suratlar yumuşadı, beni izlemekten vazgeçti. Ama bende benden geçmiştim.
Biraz sonra hareket ettik. Görüntü muhteşemdi. Adacıklar ve dalgasız bir deniz... Sanki cam göbeğine boyanmış... Arada turkuazlaşan koylar... Biraz sonra ada mı, yarım ada mı bilemediğim bir kıyıya indik. Yan tarafta yemyeşil ağaçlar, altında yemek yemek için hazırlanmış tahta masa ve sandalyeler. Hatta mangal bile var. Deniz temiz, hava temiz. İster istemez acıkıyorsunuz. Yemeğimizi yedikten sonra, orada da denize girdik. Mavi sulara ait bir balık oldum sanki.. Öylesine kıyılardan soğudum. İncecik kum, sığ bir deniz.. Kumlara değil, pamuğa basıyor zannetti ayaklarım.Didim böyledir işte kumunda gerçekten altın var zannedersiniz, aslında Altın kum plajı ve çok yeri altın sözcüğünü hak eder. Kumlar, güneş ışığı vurdukça içlerinde altın zerrecikleri varmış gibi parlarlar..Denizinde çeşitli balıkları barındırdığı yetmez gibi ahtapot dahi görmüştüm,rıhtımda başına toplanan insanların arasından bende kafamı uzatıp baktıktan sonra hayvancığı ne yaptıklarını bilmiyorum..
Benim için öylesi bir gün, bir gezi değildi o... Oğlumun davetini kırmayıp, tercümanlık yaptığı koskoca yatlarla çeşitli etkinliklerle de denize açılmıştım daha önce. Ama beni hiç böylesine mutlu etmemişti. Dilimin dinimin uymadığı elinde birası, dönüp yüzümüze dahi bakmayan o yabancı insanları hep unuttum. Ama bir kaç yıldır Didim’e gitmememe rağmen, Altınkum sahillerinde iri uzun kollarını sallayarak yürüyen, o güneşte kavrulmuş, yüreğindeki sevgiyi kırk yıl tutup, koruyabilecek kadar aşkına sadık Kamil Abi’mi ve Didim’i hala unutmadım...RabiaBelgin
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.