- 1910 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
BEKİR HOCA
Bekir Hoca, her gün aynı saatte yaşlı anasıyla yemeğini yer, ardından camiye ezan okumaya çıkardı. Oldu olası sessiz muti bir adamdı. Camide müezzin olmadığı için hem ezan okur, hem de imamlık yapardı. Amasya’da çarşıya yakın bir camide tertemiz yüzü, kara kaşları orta boylu görüntüsüyle sağın, solun, sevgisini çoktan kazanmıştı. Yaz tatillerinde çocuklara Kuran öğretir, karşılığında verilen hediyeleri bile almazdı. Onun tek istediği bir Allah razı olsun’du başka birşey değil. Çocukların içinde Elif cüz’ünü kafası geç alanlarda olurdu ama, o sabırla öğretmeye çalışır, çocuklara el kaldırmazdı.
Yıllar önce gördüğü okul arkadaşı Ömer’i, ikna etmeye çalışmasına karşın bir türlü camiye gelmeye razı edememişti. Ömer camiden soğuduğunu söylüyor, bunun sebebinin çocukken Kuran öğreten mahalle hocası Topal Rüstem olduğunu itiraf ediyordu. Bir gün Kuran kursunda bilemediği bir elif ba yüzünden Topal Rüstem, sopayı o denli hızlı tepesine indirmiş ki, bu sopa sanki Ömer’in ruhunda camisine namazına indirilmiş gibi olmuştu...
Bekir Hoca’nın çok zoruna gidiyordu tüm bu olanlar. İslam dininden bazı nefsine eline sahip olamayan adamlar tarafından, böyle şiddet içeren olaylarla gençleri kopartmaları.. Cuma vaazlarında ’ Çocuklara sopayla Kuran Kerim öğretmeyin, böyle şerefli bir dinden insanları soğutmayın ’ diye terleye, terleye, anlatıyordu ama anlayan anlıyordu, anlamayansa asla.. Hala ’ Kötek cennetten çıkma ’ diye zırvalayan eli vuraklı adamlar vardı biliyordu. Kaç yerde Kuranı Kerim öğrenen çocukların ve hafızların, sağlı sollu tokatlarla alıklaştırıldığını, kekeme olduğunu hatta hafızlığını yarıda bırakıp kaçtığını da birilerinden duyuyordu. Bu ne ağır mesuliyetti böyle? Hele ahir zamanda.. Yani en yumuşak davranılıp islam dinine ısındırılması gereken bir zamanda...
İşte böyle düşünceler içinde bazen saatlerce camideki bahçedeki bankta öylece otururdu. Annesi ile birlikte caminin kenarındaki kutu gibi, içi dışı tertemiz evlerinde namaz kılar oturur, hallerine şükrederlerdi. Çocukken köylerinde yaşarlarken kahvede oyun oynayan babasını çağırmaya gittiğinde, yaşlılar sorardı ’ Büyüyünce ne olacaksın bakayım? ’ Küçük Bekir’in al yanakları daha bir kızarır, tombul yüzü ciddileşir, kara kaşlarını çatarak ’ Hoca olacağım ’ derdi. Onun tavırlarına küçük bir adam gibi konuşmalarına herkes şaşırır, ’ Len Memiş, herkeslerin oğlancık doktor olacağım der, senin Bekir şimdiden hoca olmaya hevesli, inşallah hayırlı bir evlat olur ’ derlerdi. Fukara Memiş’e gelince, karısıyla ufacık tarlalarında didinir durur... Toprak verimsiz ve çorak ne verecek? Biraz patates yer elması işte... Anadolu’nun iklimi bu kadarına müsait..
Pazar yerine Tokat’tan gelen elmalar vişneler... Çocuğun ağzının suyu akar, babacığı bir iki kilo elmayı zor alırdı. İki cılız keçi, ve marazlı inekleriyle aç olmasalarda hakkıyla tok olmadan yaşarlardı. Onlarda çocuk okutacak tahsil yaptıracak para nerede? Topacık kızları Fatma, daha dört beş yaşlarında ancak vardı. Karı koca kendilerine ve çocuklarına zar zor bakıyorlardı. Bekir namaz vaktini ümit eder bekler, hoca ezan okur okumaz camiye koşardı. Babası bazen tarlada uğraşırken, namazı kaçırırsa da Bekir namazını hiç kaçırmazdı. İşte ne olmuşsa olmuş, Allah ona hoca olmayı nasip etmişti.
Pencerenin önünde otururken çocukluğu, babası, yaşadıkları sefalet hep gözünün önünden geçiyordu. O şehirde parasız yatılı yurtlarda kalıp, imam hatip lisesinde okurken babası bir hastalık sonucu ölüp gitmişti. Bacısı Fatma zamanla büyüyüp güzelleşmiş, köyün en zenginin oğluna varınca, Bekir hoca imam olarak atandığı yere, anacığını da alıp gitmişti. Amasya’ nın bu görkemli camisinde nurlu varlığıyla, çevresine güzellik saçıyordu. Yaşı epey kemale ermişti artık evlenmesi için geç bile sayılırdı. Anası da tarla bahçe derken vaktinden önce kararıp çökmüştü. Garibin yemek yapacak, ortalığı silip süpürecek mecali bile yoktu. Romatizmalı ince bacaklarını ovarak kalkar, yemek yapacağım diye çok zaman ya çorbayı döker, ya da bir iki bardak kırar suçlu, suçlu, otururdu.
Yine soğuk bir Aralık ayı ve işte yine akşam oluyordu. Bekir Hoca nefesten buğulanmış camdan dışarıyı seyrederken, sıkıntı içinde söylendi. ’ Bu böyle olmayacak bana bir eş, anneme de bir yoldaş gerek.. ’ O da biliyordu vakti zamanı gelmiş geçiyordu. şöyle helal süt emmiş bir kız... Gözünde gözlüğü kenarda örgü örmeye çalışan annesine döndü. ’ Ana bu eve bir gelin lazım...’ Ayşe kadın önüne bakarak mırıldandı ’ Lazım, lazım emme nerde öyle iyi bir kız? ’ Bekir Hoca ’Dur bakalım anne ’ dedi. ’ Bulanların ağzı gözü beş mi? ’
O gün akşam ezan okudu namaz kıldırdı. Ama kafası hep bununla meşgüldü. Kendi kendine mırıldanıyordu. Şöyle akça pakça bir kız.. Namazdan sonra camiden çıkanların içinde çok sevdiği Halil Emmi’si de vardı. Konuyu ona açtı. İhtiyar adam düşündü, taşındı beyaz sakalını sıvazladı. ’ Sütçü Sami’nin bir kızı var ama ..’ dedi. Bekir hoca ’ Aması ne emmi? ’ dedi. ’ Bu herif paraya çok düşkündür. Başlık parası istemesinden korkuyorum.’ Bekir Hoca sıkıntıyla ’ Sen hele bir çıtlatıverde, ne olacak görürüz ’ dedi.
Ertesi gün öğle vakti Halil Emmi öğlen namazını kılmaya pek neşeli geldi. Birkaç gün içinde gidip kızı isteyeceklerdi. Karşı taraf olumlu gibiydi. İki gün sonra Bekir Hoca akşam üzeri güzelce traş oldu. Kolonyalar süründü, bayramlıklarını giydi. İyice yakışıklı olmuştu. Anacığı da yeni diktirdiği pazen elbisesinin üzerine el örgüsü kalın hırkasını giydi ana oğul sevinçle evden çıktılar. yolda da iyisinden bir kutu lokum aldılar. Sütçü Sami’yle kızı Fidan’a gelince, adamın kızından başka kimsesi yoktu. Karısı kızını doğururken ölmüş, o da bir daha evlenmemişti. Cimriydi, hemde aşırı denecek kadar.. Evlen diyenlere ’ Bir de başıma kaşık düşmanı saramam ’ diye homurdanırdı. Aslında çok severek evlenmiş, karısı öldükten sonra onun için herşey bitmişti sanki. Cimri, sinirli bir adam olup çıkmıştı artık. Fidan’a gelince, babasının eli ayağı oydu. Süt sağar yoğurt yapar, evi o çevirir.. Velhasıl Fidan, Sütçü Sami’nin herşeyiydi. Babası kıza göz açtırmaz, ’ Şunu yıka, bunu yap ’ diye arzuları hiç bitmezdi. Kız evlense kurtulsa, ama aksi adam kızı vermezdi ki... Her gelene bir kusur bulur, muhakkak bir fitne çıkartırdı.
Bir kaç dakika sonra ana oğul Sütçü Sami’nin evine varmışlardı bile. Fidan süslenmiş, anasından kalan iki altın bileziği incecik bileklerine takmış, yanaklarına da biraz kırmızı boya sürüvermişti. Kreme süse inat, bembeyaz yüzünde, iki iri kara gözleri birer siyah inci tanesi gibi parlıyordu. Babası belki de insafa gelir, o da yuvasını kurardı. Sütçü Sami’yse, iri enli ayaklarını altına almış, divana kurulmuş, tıpkı bir köy ağası gibi gerilerek oturuyordu. Fidan göz ucuyla babasına baktı. Onu sevmeye ne kadar çok çalışmıştı. Ama sevgi kimsenin alıp getirip kalbine koyacağı birşey değildiki. Hayır Fidan babasını sevmiyordu. Bir gün olsun sevgi sözcüğü söylememiş, başını okşamamış bu adamı sevemiyordu ama yinede Fidan, bir gün babasına cevap vermemiş, boynunu bükmüş uslu bir evlattı.
Bekir Hoca, mahcup utangaç annesiyle yan yana karşı divana oturmuş, önüne bakıyordu. Şimdiye kadar evlenmeyi düşünmemiş, belki de fırsat bulamamıştı. Bir kaç selam sabahtan sonra Fidan kahveleri getirdi. Kahve tepsisini Bekir Hoca’ya uzatırken iki genç göz göze geldi. Yürekleri kıpır, kıpır,günahı ayıbı bilmemiş ve sevgiye hasret.. Fidan, bu nur yüzlü delikanlıdan hoşlandı birden. İnce dudaklarında, manidar bir gülümseme belirdi. Bekir Hoca’nın yüreği çarpıyor, içi bir hoş oluyordu.
Odadaki sessizliği Sütçü Sami bozdu : ’ Eeee buyurun bakalım...’ Bekir Hoca’nın anası toparlandı, ’ Uzun söze hacet yok Sami Efendi, Allah’ın emri, peygamberin kavliyle Bekir’ime senin Fidan’ı istiyoruz.’ Oturduğu divan kendini zor kaldıran Sami Efendi, bağdaş kurduğu ayaklarını divandan aşağı sarkıttı. Koca traşlı kafasındaki, iri anlamsız gözlerini Ayşe kadına çevirdi. Bıyıklarını sıvazlayarak : ’ İyi Ayşe kadın iyide, ben ne olacağım? Bana kim bakacak? ’ Kadıncağız verecek cevap bulamadı. Çaresiz önüne baktı şaşırdı.
Sütçü Sami çok iyi, hayırlı birşey söyler gibi, sesini yükseltti : ’ Bakın aklıma ne geldi Ayşe kadın, ikimizde duluz. Ben Fidan’ı oğluna vereyim, sende bana var ha ne dersin? Arkasından bet sesiyle : ’ Her gün etini sütünü getiririm, canın ne isterse...’ diye sözlerini tamamladı. Bekir Hoca’nın gözleri karardı bir an.. Kuzinenin iyice ısıttığı ufak basit eşyalı oda, gözünün önünden gitti geri geldi.. Kısa bir sessizlik oldu, azap ve nefret dolu...
Bekir Hoca gür sesiyle bu sessizliği bozdu. ’ Sen ne dersin be adam? Biz evine dünür geldik, hiç utanmaz mısın? ’ Sütçü Sami arsızca sırıttı : ’ Evlenmek günah mı gardaşım’?. Bekir Hoca, içleri kızarmaya başlayan ela gözlerini nefretle adama dikti. ’ Bu işin yolu yordamı olur. Densizliğin bu kadarı da olmaz! ’ diye bağırdı. Daha başka şeyler söylemek ister gibi, sağa sola acı içinde bakındı. Fidan’ın göz evleri yaşlarla dolu, kapının kıyısında iki elini birleştirmiş, boynu bükük öylece önüne bakıyordu.Anlamıştı hiç bir zaman evlenmesine mutlu olmasına izin vermiyecekti bu adam..
Bekir Hoca, ayağa kalkarken homurdanır gibi son sözlerini söyledi, ’ Benim anamın eli iş tutmaz, gözü doğru dürüst görmez. Evlenecek durumuda yoktur ’ dedi. Ayşe kadın şaşkın perişan, oğlunun arkasından titreyerek ayağa kalkıp dermansız ufacık gözlerini kısarak nefretle Sütçü Sami’ye baktı. Yavaşça yanına koyduğu yün atkısını, başına alarak oğluyla, izin bile istemeden hırsla çekip gittiler. Fidan ağlayarak odadan çıktı. Sami Efendi aptallaşmış, ablak suratıyla önüne bakıyordu.
Biraz sonra, Bekir Hoca’yla anasının evinde dermansız bir ampul ışığı, pencereden cami avlusuna vuruyor, Bekir Hoca köhne pencerenin önündeki divana oturmuş, boynu bükülü anacığı da yeni yaktığı sobanın önünde, iki eli dizinde suçlu, mahsun öylece oturuyorlardı. Zavallı Bekir Hoca göz evleri yaş dolu tekrarlayıp duruyordu : ’ Hele şu densize bak hele, Anam kendine bakamaz be..!!
RabiaBelgin
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir
YORUMLAR
saygıdeğer rabia hanım... siz kimsiniz ilk defa bu öykünüzü okumak nasip oldu bana. aslında bu site yemekli güne döndü.birbirini tanıyan bilen birileri okuduğumda hiçbirşey anlamadığım bir kaç güya edebi eseri burnumuza sokmakta. ve aman efendim binlerce övgü, binlerce vıcık vıcık sahtelik kokan yorumlar. siz zannediyor musunuz ki her yazının hakkını veriyorlar? ben bu sitenin editörüne özellikle rica ettim, ne şekillere göre günün yazısı seçiyorsunuz, yoksa önünüze gelen veya canının istediği kişilere mi seçki veriyorsunuz diye, tenezzül edilip cevap bile verilmedi. ama ben görüyorum ki, bu site kuruldu kurulalı, sizin yazdığınız yazılar süslemiş bu siteyi. harika akıcı bir kaleme sahipsiniz ve meyve veren ağaç taşlanır, başarılısınız ki, sizi taşlıyorlar, yorum yapmaktan kaçıp, sizi çekemiyorlar. bence çok değerli bir yazarsınız. yolunuza devam edin üstadım.
Belgin Sönmez
Sevgili dostlar' canı gönülden bana değer veren bütün kardeşlerim.. Bir yazar, eleştiri ve övgü sözcükleriyle, değişmez ama haklı ve doğru eleştiri olursa, saygı duyar, dikkate alır. Birileri sayfama girip bir kaç dakika içinde tüm öykülerime hakaret içerikli mesajlar atıyor. Nazik hassas, bazı kadınlar olsaydı. Burada kıyamet kopmuştu.Kim başarılı ise ayıklayıp uğraşan iki lafı kaldıramayanlardan söz ediyorum.. Bende bir bayanım. Hemde hayatı boyu kıskanılmış bir bayan.. Ahmağın biri ya birilerinin kıskançlıklarına alet oluyor. Yada kendi çıldırıyor. Bir kadına edilmeyecek hakaretler ediyor. Nedeni başarılı bir yazar olmam bu kadar rahatsız ediyor. Güzelliğin bedeli adlı öykümdede bu konuya değinmiştim zaten. Dostlarım artık kendimi ıssırtamam.. Mevlana Hazretleri derki : '' BENİ ISIRIYORLAR, AMA BEN İNSANIM ISIRAMAM, O YÜZDEN BENDE ISIRIRIM DUDAKLARIMI.:(
rabiabelgin tarafından 5/1/2012 3:16:43 PM zamanında düzenlenmiştir.