Çığlığı Duyulmayanlar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
ÇIĞLIĞI DUYULMAYANLAR
Ağlamak mıydı bu; yoksa bir çığlığı yutup inlemek miydi, boğulmak mıydı kendi çığlığında?
Evet, evet inliyordu. Dökemiyordu da içindekilerini… Böylesi bir özgürlüğü de yoktu zaten...
Yüzünü otobüsün camına dayamış, gözlerindeki yaşlar yüzünden aşağıya doğru süzülüp, göğsüne dökülüyordu. Ona hiç karışmadım. Sus ağlama demedim. Diyemedim…
Otobüs şehri yavaş yavaş terk ederken, o gözleriyle son kez bakıyordu doğduğu, büyüdüğü ve hiç ayrılmadığı şehrine. Kim bilir neler geçiyordu gözlerinin önünden…
Doğduğunda müjde olmuştu ailesine, gülücükler saçmıştı etrafına ilk adımlarını atarken ve hayata yürüyen bu ilk adımları alkışlanmıştı...
Okula başlamış ama kız çocuğu olduğu için ilkokuldan sonra bir daha okula gönderilmemişti. Yeterdi bu kadar okumak. "Okuma-yazma yeter, kız kısmının neyine gerek okul," denmiş ve okuldan alınmıştı…
Genç kızlığa adım atarken yoksulluk kokan yuvasında zengin düşler büyütüyordu aşka, sevdaya dair. Sevecek ve sevilecekti. Sonra sevdiği istetecekti onu ve davullar zurnalar çalınacaktı. Güzel bir gelin olacaktı. Tıpkı düşlerinde ki gibi…
Bebeleri olacaktı sonra, “Analı babalı büyüsün” diyeceklerdi; analı babalı büyütecekti bebelerini…
Ona bakarken annesini düşünmeye başladım. Acaba o ne yapıyordu şimdi. Bir evlattan ayrılmanın acısına nasıl dayanıyordu. Üstelik evladının nereye götürüldüğünü bile bilmiyordu. Çünkü ona söylenmemişti. Bir yandan ağlayarak kızını öpüp koklarken bir yandan da bana; “Kızım, önce Allaha sonra sana emanet,” diye yalvarıyordu.
Bu ne ağır bir emanetti. Ona, “tamam teyze tamam” derken, yalan söylediğimi de bilmiyordu. Ve ben ona, “Kızın ne zamana kadar bana emanet olabilir ki?..” diyemiyordum da... Sadece yüreğimden, “Allaha emanet olsun” diyordum. Allaha emanet olsun…
Şehirden uzaklaşalı yaklaşık iki saat falan oluyordu. O susmuştu. Artık ne ağlıyor ne de inliyordu. Ama yüzü hala otobüsün camına dayalı, hüzünlü gözleriyle otobüsün yanı başından kayıp geçen, sıralı dağlara bakıyordu.. Arada bir de süt dolu göğüslerini sıvazlıyordu. Sütünün kaynadığı belliydi, bluzunun üstüne çıkmıştı çünkü kaynayan sütü…
Bende anaydım. Bebemden uzaksam ve sütüm kaynamışsa, bebeğim acıkmış derdim hep, kaynarda yüreğim de kaynayan sütüm gibi… Büyüklerimizden öğrenmiştik, bebek acıkmışsa ve annesi yanında değilse, annenin göğüslerinin kaynayacağı ve süt fışkıracağını ki, o zaman anlardı anne, yavrusunun acıktığını. Ve koşardı yavrusuna, doyurmak için karnını…
Yolculuğa çıktığımızdan bu yana ilk kez otobüs mola verdiğinde konuştum onunla. Saatlerdir tek kelime etmemiştik. O kim bilir nerelerdeydi… Bense onu izledikçe sessiz isyanlardaydım.
“Haydi, inelim” dedim. “Karnımız açıktı, inip bir şeyler yiyelim”… Önce kabul etmedi. “Karnım tok” dedi ama ısrar edince kabul etti. Otobüsten indik. Aslında otobüs dışına çıkmaktan tedirgindim. Tıpkı onun gibi; çünkü o korkuyordu... Ben de korkuyordum ama bu korkum onun adınaydı...
Lokantaya girip en diplerde bir masa seçtim. Yemek yiyeceğimiz masanın kuytu bir yerde olması gerekiyordu. Masaya geçip siparişi de vermiştim garsona. Yemekler geldi. Ama o daha ilk lokmayı ağzına götür götürmez yine ağlamaya başladı. Bu defa sesli sesli ağlıyordu. Etraftaki masalarda oturanlar yemek yemeği bırakmış, bizi izlemeye koyulmuşlardı…
Onu sakinleştirmeye çalıştım ama sakinleştiremeyince de alıp dışarıya çıkardım. Lokantanın bahçesinde ağaçlar vardı ve kimsecikler yoktu yakınımızda; ağlayabilirdi artık…
Geçip bir ağacın altında oturduk. Ağlasın istedim. Hıçkıra hıçkıra ağlasın. Boğulmasın…
İşte şimdi ağlamanın zamanıydı ve içindekileri dökmenin. Özgürce ağlıyordu artık ve ağlarken de bana dönüp“Abla ben kötü değilim. Vallahi kötü değilim. Onu sevdim. Evlenecektik. Beni öyle kandırdı! ” dedi ve sonra da eğip başını önüne gözyaşlarına sığındı… Benden utanıyordu. Kim bilir kimler dışlamıştı onu. Kim bilir nasıl utanmıştı. Ona “elbette sen kötü değilsin”değilsin dememe rağmen yine de başını önüne eğiyordu. Eğikti başı...
Biraz konuştuktan sonra sakinleşmişti. Ve otobüsün hareket saati yaklaşmıştı. Artık yemek yemeğe zamanımız yoktu. Yemeklerin parasını ödedim ve yiyebileceğimiz türden yiyecekler alarak otobüse bindik. Otobüste bulunan yolcuların meraklı bakışları alanına girmiştik yine… Gözleri ha bire üzerimizde gezinip duruyordu. “Acaba ne var, ne olmuş?” merakı içerisindeydiler, belli…
Yol boyunca konuştuk. O anlattı ben dinledim. Bir bebeğinden söz ediyordu bir de sevdiğinden… Sevdiği erkeğin bir adını biliyordu, bir telefon numarasını, bir de asker olduğunu biliyordu yalnızca… Soyadını bile bilmiyordu.
Bilinmeyeni sevmek bu olsa gerek ve hesapsızca sevmek…
Ailesi yoksul olduğu için, evlere temizliğe gittiğini ve bu sırada sevdiği erkeği tanıdığını söylüyordu. Yolda karşılaşmalar, gülümsemeler, sonra telefon ile görüşmeler, buluşmalar. Ve bir gün sevdiği erkeğin teklifini ret edemeyerek pikniğe gittiğini anlatırken yüzünde belli belirsiz bir tebessümde belirdi. Demek ki yüreğinde hâlâ sevgi vardı…
İşte bu pikniğe gitmeler, onun hayatının kararmasına neden olmaya yetmiş de artmıştı bile… Sevgiyle, güvenle, sevdiğinin kollarına bırakıvermişti kendini. Ve yaklaşık bir ay boyunca, haftada bir pikniğe gidiyorlardı. Her gidişinde erinin(!) kadını oluyordu; çünkü kadını olmayı kabul etmek zorunda bırakılmıştı çoğu zaman. Kabul etmekten başka da çaresi yoktu çünkü kabul etmeyince tehdit ediliyordu sevdiği erkek tarafından.“Bak kabul etmezsen seni almam ha! Kalırsın öylece baba evinde. Kimse de gelip seni almaz” diyordu sevdiği, eri…
Yoksulluk kokan yuvasında büyüttüğü zengin düşlere kavuşmaya artık az bir zaman kaldı derken, yeni bir düş daha süslemişti hayatını; hamileydi…
Bunu hemen söylemeliydi sevdiğine. Hemen buluşmalıydılar. Telefon açıp çabuk gelmesini, çok önemli olduğunu söylerken de heyecandan yüreği güm güm atıyordu.
İşte sevdiği erkek karşısındaydı. Heyecanla “Hamileyim, bebeğimiz olacak! ” deyivermişti birden. Ve o kadar emindi ki sevdiği erkeğin de kendi gibi mutlu olacağından, heyecanlanacağından…
Ama düşündüğü gibi olmamıştı. Bu mutluluğu sevdiği erkeğin de paylaşacağını düşünürken, sevdiğinin sözleri tokat gibi inmişti yüzüne “ Ne bebeği ya! Bizim bebeğimiz falan olamaz. Haydi, git oradan! Allah bilir kimin piçi! ”
Bir daha görememişti sevdiğini. Ne zaman arasa telefonu kapalıydı, hep kapalıydı…
Soyadını bile bilmiyordu. Kimden soracak, nerden bulacaktı ki…
Gün geçtikçe karnı büyümeye başlamıştı. Karnının büyüdüğü belli olmasın diye bol giysiler giyiyordu. Ama olmuyordu, karnının büyümesini engelleyemiyordu.
Karnının büyümesini ilk fark eden ablası olmuştu ve günlerce soru sormaya başlamıştı. En sonunda hamile olduğunu ablasına itiraf etti. Abla şaşırıp kalmıştı. Annesine de şey diyemiyordu. Ya babası duyarsa, ya ağabeyleri duyarsa; öldürürlerdi...
Ablası her gün karnını bir çarşafla sıkıca sarıyordu. “Doğum zamanı hastaneye gideriz, doğurursun, sonra da bebeği hastanede bırakır kaçarız” diyordu ablası. Mantıklı gelmişti bu plan. Gerçi bebeğinden ayrılmak istemiyordu ama başka çaresi de yoktu. Hem nerden bilecekti ki duyulacağını…
Annesi ağlayarak gelmişti hastaneye. Ve ardından akraba olan kadınlar. Bir anda duyulmuştu doğum yaptığı. Nasıl duymuşlardı acaba?..
Bebeğin gayrı meşru olduğunu anlayan hastane yetkilileri, gayrı meşru çocuk dünyaya getiren bir genç kızın başına neler gelebileceğini anlamış ve durumu yetkili mercilere bildirerek, anne ve bebek hemen o hastaneden alınarak, güvenli bir yere götürülmüştü…
Haber çabuk ulaşmıştı baba ve ağabeylerine...
Anne ve bebek aranıyorlardı!
Ve hatta yaşadıkları küçük ilin güncel haberi olmuştu anne ve bebek…
Duyan duymayanlara anlatmıştı. “Duydunuz mu? Duydunuz mu?” fısıltıları arasında.
Bebek ayrı bir yere götürülmüştü, anne ayrı bir yere gönderiliyordu…
Anneyi götürüp teslim ettiğimde, yüreğimde fırtınalar kopuyordu. Vedalaşırken öylesine sıkıca sarılmıştı ki boynuma, sanki “Bırakma beni!” diyordu, “Beni geri götür!” diyordu. Ve sanki “Ben anamı babamı isterim, kardeşlerimi isterim, arkadaşlarımı isterim; ben memleketimi isterim!” diyordu.
Ama mecburdu kalmaya. Onu geri götüremezdim. Bunu o da biliyordu. Geri dönüşün onun için ölüm olacağını da biliyordu.
Oysa yaşamak istiyordu. Yaşamalıydı, çünkü daha düşleri vardı tamamlanmayan…
Dönüş yolunda bu defa ağlama sırası bendeydi. Tıpkı onun gibi yüzümü otobüsün camına dayamıştım. Geceydi. Yıldızlar sanki karanlıklarda kalanlara inat, aydınlatıyordu gökyüzünü. Ama inadına sessizdi koca dünya!
Gözlerimden yaşlar süzülürken, ağlayan bir bebek sesiyle, ağlayan bir ananın içli sesiydi kulaklarımda çınlayan…
Saadet ÜN-30.05.2007
YORUMLAR
herhangi bir hayatın
herhangi bir öyküsü..trajedik
aldık payımıza düşen hüznü
inadına sessiz olan koca dünyanın.. herhangi bir yerinde / çok saygımla.
Saadet Ün
Saygılarımla...
Acı ve yürek burkan bir hikaye ve böyle bir hikayede tek suçlu var o da "CEHALET"
Zevkle okudum diyemeyeceğim hikaye açısından, ama siz, çok güzel kaleme almışsınız,
ellerinize sağlık..
Saadet Ün
Ama cehaletin de ne çok sebebi var değil mi?
Adı her neyse, çoğalmasın böylesi hayatlar dileğimle;
Teşekkür ediyorum yorum ve beğeninize...
Selam ve sevgilerimle.
Ne demeli ki simdi
ne yapmali...
Düsünülmeden atilan adimalrin ardi ölüme gitmistir diye masallari bosuna mi okuyoruz biz gercege dönmesin diye...
Ne cok gercek
ne cok aciyid
bu aci ile ne-nasil kutlanir bir bilsem...
Sevgileirmi gönderiyorum yürege..
Saadet Ün
Beğeni ve yorumunuzdan dolayı teşekkür ediyorum.
Duyarlı yüreğiniz (tüm duyarlı yürekler) dert görmesin...
Selam ve sevgilerimle.
Çok canlı bir anlatım ve Ülkemin acı gerçeklerinden biri.
Sonunu merak ettim genç kadının.
Dilerim tamamlayabilmiştir yarım kalan düşlerini.
Kutlarım güne gelen yazınızı.
Selam ve Sevgimle.
Saadet Ün
Rabbim yardımcıları olsun, böylesi anne ve bebeklerinin...
Beğeni ve yorumunuza teşekkürler. Sağ olun.
Saygılarımla
O kadar güçlü bir kalemden anlatılmışki,bir an insan kendini konunun içinde hissediyor.Kutluyorum sevgi ve saygılar
Saadet Ün
Duyarlı yüreğe, beğeni ve yoruma teşekkür ediyorum.
Selam ve sevgiler.
''Yıldızlar sanki karanlıklarda kalanlara inat, aydınlatıyordu gökyüzünü. Ama inadına sessizdi koca dünya!'' Anlatım eşsiz ve hüzünlendirici bir konu... duyguları öyle güzel vermişsiniz ki sanki yaşayan bendim ve okumayı bitirdiğimde yüreğimde hafif bir burukluk hissettim... hayatta sıkça karşılaştığımız bu konuyu bize öyle iyi hatırlattınız ki! yüreğinize ve kaleminize sağlık diyorum....
Saadet Ün
Beğeni ve yorumunuza teşekkür ediyorum.
Selam ve sevgilerimle...
Duyuluyor bu cigliklar ama artiyor nedense inadina ve bu da insani düsündürüyor.
Sanki hakikatten cigliklar feryatlar bile zevke dönüsmüs insanlar icin.
Yüreginize saglik ve tebrikler
Sevgilerimle
Saadet Ün
Ve geride yalnızca sessiz çığlıklar kalıyor, kimimizn duyduğu kimimizin duymadığı....
Sizin de yüreğinize sağlık, sağ olun.
Teşekkür ve sevgimle...
Sevgili Saadet Hanım, içim titredi okurken. Sen hep yaz arkadaşım tamam mı. Kelimelerinin içinde kayboldum yani gerçeklerin.... Sevgilerimle
Saadet Ün
Kimin içi titremez ki bu yaşananlara...
Çok teşekkür ediyorum arkadaşım, sevgilerimi yolluyorum yüreğine...
Teşekkür ve sevgimle...
Yurdum gerçeğinin bir diğer yüzü can...Kalemine yüreğine sağlık sevgi ve saygımla.
Saadet Ün
Ve kimse "Neler oluyor, ne yapmalı?" demiyor.
Bizimse elimizden gelen yok, güç yok...
Sizin de yüreğinize sağlık sevgili hüzün şairim,
Teşekkür ve sevgilerimle
yürekleri paramparça olan küçük kadınların yitik hikayelerini, içim burkularak okudum.kim nerede ne sekılde yasıyorsa allah yardımcıları olsun.yüregınıze ve kalemınıze saglık.saygılarımla...
nuray telli tarafından 5/20/2011 2:20:40 AM zamanında düzenlenmiştir.
Saadet Ün
Öylesine çok yitik hayatlar var ki...
Duydukça, şahit oldukça hayatımda mutlu olmamam için bir sebep olmadğını düşünüyorum...
Sizin de yüreğinize sağlık, çok teşekkür ediyorum.
Selam ve sevgiyle...
akşam okuduğumda
film şeridi gibi geçerken dizeler gözlerimden
acıtmıştı gerçekler.
şimdi
günde görmek güzel
yürekten tebrik ediyorum...
saygımla...
sevgiler selamlar yüreğinize...
Saadet Ün
Hüzünde olsa bunlar bizim kanayan yaralarımız...
Ve artık yeter dediklerimiz.
Teşekkür ediyorum, sevgilerimle...
o ağlayışın ruhumuza yansıyan sorgusuz hüznü değdi ince ince...:(
sen hep yazıyorsun okutuyorsun değerli kalem....
kutladım...
Saadet Ün
Ondandır ruhumuza hüznün dokunması, ince ince...
Ruhunuza selam ile,
Teşekkür ve sevgiler...
yaşanmış bir olayın
kaleme alınmasıydı sanırım
hüzün ve acı gerçekler
ve ustaca bir anlatım
kutlarım yürekten Saadet hanım
selam ve sevgilerimle
Saadet Ün
Yaşanmış bir olay...
Beğeni ve yorumunuza teşekkür ediyorum.
Sevgilerimle
Saadet Ün
Sevgilerimle
Kadının adı yok deniyor ya, bu yazıyı okuyunca iyice anlaşıldı kadının kendi de olmadığı, yazgısının hep kara olduğu, hayatını hep başkalarının yönettiği. Bu düzen değişir mi acep, kadın da, kadın gibi yaşar mı?
Tebrik ederim Sevgili Saadet. Güzel bir yazıydı.
Sevgimle...
Saadet Ün
Kadın ya şeytandı ya da bir hiç...
Bu yazının güzelliği hayal ürünü olmayışındandır, gerçekliğidir.
Ne zaman okusam kendi yazdığımı, yeniden duyarım o sessiz çığlıkları...
Beğeni ve yorumunuza teşekkürlerimle,
Sevgiler...
Her yönden harika. Bu sitede, yazılarını istekle okuduğum birkaç kalemin en başta gelenlerindensiniz. Yazımda biraz daha titizlik gösterin.
Başarılarınızın devamını diliyorum.
Saadet Ün
Ve siz bu yorumu yazdığınız sıralar ben yazı üzerinde küçük düzeltmeler yapıyordum. Şimdilik bu kadar düzeltebildim. Kendimce ve bilgimce...
Belki zamanla daha iyi düzeltme şansım olur.
Sizi yormak istemem ama usta bir kalemin bir kez daha bu yazıyı okumasını isterim. Düzeltmelerin işe yarayıp yaramadığın anlamak için...
Saygılarımla
Veysel Başer
Başarılar dilerim.
Saadet Ün
İnşaallah o "Kadı kızı örneği" kalan bir iki yanlışın neresi olduğunu da farkeder, anlar ve düzeltirim...
Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Baştan 9. paragrafta...
Kutluyorum ayrıca. Her zamanki tadında yazınız.
Veysel Başer
Espriler bir yana, öykünün; günün yazısı seçilmesi bana göre çok doğru
ve yerinde bir değerlendirmedir. Saadet hanımı ve site yönetimini kutlarım.
Saygılarımla.