- 950 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"PIĞ ET GÖRÖM EMMİN GORĞOR MU? " ARDAHAN ÖYKÜLERİ - 191-
Evvel Allahın sayesinde sahneye Pıtış çıktı.
Ben, Fahrettin, Fahrettinin kafaladığı çocuklar.
- Alemin ayı doğuyor. Gel hele ey yar gel hele. Kızlarımız çeker helhele.
Helhele yar helhele!..
Davulcu-Zurnacı parayı az bulunca sahneye çıkmıyor.
"Namertlik olmasın çıkmıyoruz." dediler. Çıkmadılar.
Lavabo burada tıkandı. Tıpış bağerer:
" Kesoyla, Sekban sahneye, helhele yar!.. Hemen girin! Sekban su tenekesini davul gibi dıngıldat! Ölmüşlerin heyrine!"
Keso, ağzı açık. Tıpışın kımıldanışı nereye ise açmış ağzı mıknatısa tutulmuş topluiğne gibi oraya çekilip gidiyor. Ağzında takma diş olsaya ağzından uçup kaçacak.
Tıpış:
- Keso yumruğun sık... arkasından düdük üfler gibi üfür. Nenen ruhu...
Denileni bit bit yaptı:
- Dırrrt, dırt, dırt ha dırt!..
Helhele yar helhele!..
Seyirci anlamadı bunların şebekliğini? Gülerek şempanzeliklerine güldü seyirci.
Davulcu ile zurna çalan adam acıdı bu gençlere. Zurnacı zurnalayarak sahneye girince çocuklar terden at gibi boşaldı: TERLEDİLER.
Davulcu basınca tokmağı. Gemler atın ağzında yalama olanlı oldu. Çocuklar şempanze adeta... daldan dala... daldan dala tutana aşk olsun!
Tutamazsın ki!
- Hele sıpalara palyanço zanarsın. Maşallah iyi becerer gençler.
" - Helhele yar helhele..."
Sen deme gene işitilmesin aramızda kalsın.
Sen ile benim aramızda...
Karısı ölmüştü Şey Dayı...
- He hatırladım.
Azerbaycandan dul kadın almış getirmiş. Kadını ele geçiremiyer...
Onbir odalı, aşhanalar vesaire gettiysen bilirsin? Şey Ağanın damları derler onun eve. Neyse babama diyem. Bu darağmış birazda keflenmiş. Karının adı Şöhretmiş.
- Şöhret! Şöhret! Nasıl bağırer. Boğa sanki... ara tara bir odada sıhdarmış. Ama eşya dolu, ağzı karalınca odanın. Uğraşmiyem diye. Çabukcak ele geçirme maksatlı: Kurma kur o dakka. Keflenmiş sen deme!
Ne demiş?
Ben olsam orada mısın, ordaysan burdayım de kız diye yaldatırdım.
Başın batmasın senin ele olur mu? Millet eskisi mi? Eski millet nerde?
Eeee, ne demiş eleyse?
Kız oyun oynayak: PIĞH ET GÖRÖM EMİN GORĞOR MU? demiş.
Yeni gelin dul karı: PIĞH edince. Kanadından kapmış zalımoğlu zalım.
Helhele yar helhele...
Hel hele verin geline
Deste gül verin geline...
Altın kemer bağlamış
Gelin ince beline...
Eski dul; yeni gelin:
- Yeni damat Mirata kalan Fahrettin. Babası rahmetliğin oğlu. İnsanlığı birtaraf, o konuda şuursuz. Pığ, mığ ne ayıp! Pişik mi kataklıyen efendi. Kadın olmayla bizim de anorumuzu kolla az az.
"Aşğama olancak bekle, aşğamı kurt mu yedi! Etimi gögerttin!.."
Eski zamanların kadını konuşmayı hazederdi. Konuşması sürer de sürerdi.
Siz bakmayın şikayete Efendi ağayla bunun saadeti bir asır sürdü. Zaman birimi olarak kastetmiyorum. Tatlılığı oranında. Güzel yaşantılarını benzeterek bir asır dedim. İstanbulda akşam evlenip sabah boşananları baz alarak benzetsem; iki asırı aş!..
Yalan?
Tatlılıktan; çocukları olmadı. Karı kısırlamıştı, adam kurattı. Gürültü çocuk eziyeti yoktu; iki kat daha tatlılık vur üstüne hesabın.
Çocuk olsa ey olmaz mıydı? Kimine göre daha multi tatlılık olurdu. Tevatür değişimi çok. Nereden bakarsan bak tatlılık süperdi.
Güya dermiş:
" Aramakla bulamazdım bu karıyı?" Kurat adam.
Ahorlu damdı... ev dediğimiz Kurat adamın evi. İnek kapıdan girdimi, odanın kırağından, aşhananın içinden ahıra... taşlık ahor saltaşla döşeli. Girişte aynı taşla dayalı döşeliydi... ot samanı döktüğün baga ağaç yapılıydı.
Çok odalı kuratın evi olsa o kadar...
Adam kesseler duyan olmaz.
"- Kısırkarıyı bağırttı kura..., eşiten olmaz mı?"
Kısırkarı bazen kaçar saklanırdı. Kurat bulmasın diye. Başına güldüğümüz olay ordan patladı.
Beyaz taş meramı kalmasın. Diğer taşlara hiç benzemezdi. Abartıp uzaydan geldi desem: Taşa kadir olacak, demesem bana kadir olur.
Beyaztaş, ahorun girişte mazgalın darbaşındaydı... renginden siz onu ayırırsınız.
Okuyucu ahırın içini; görme şansı yok mu?
Öykü sanatı kendi bu kadarcık. SANATIN SINIRI!.. olsa o kadar!
Kurat’a babasından... babasına da gor ba gor babasından temellük bu gayrimülk. Ahır, dam- daş odalar, ambar aşhanalar.
Harmanlık bostan bahça ve basmalık hepsi bu sahadaydı. Bilmem ki: Kaç metrekareydi tapuda araziya.
Kuvvetli meralar bu cephedeki yerlen tapulanmıştı.
Beyaz taş, mazgalı dağdan seyran; iki asırdır seyreder. Mazgal ise kont’un yeni sarı renklisine hoşugeldiğinden aşinalı.
Laf aramızda: Baga, birinci baga birinci kesilen yer; gırgalı iki taneydi. İki hayvan bağlardı sahibi. Beyaztaşlar yuha gibi inceydi. Parke döşemiş gibi ince elifce...
Ahır da bilumum eşya. Sarıkadın Almankadını çimenden çimene seyrederdi. Kısır arvattan ... daha daha eskiyi anlatıyorum.
Sarıkadın şeylerin seyranettiğini bilmez mi anası ölmüşün karısı hoşuna geldiğinden hiç bellim, narahat etmezdi.
Hep bir çizgi üzerine gibi artarda hareketler yapardı.
Baganın karşıda ki büyük tek direk; bunun dalına üç çivi çakmıştı. Soyunduğunu çiviye astı. Astığı: Basmadan libas, fistanlı tuman ve peştamal...
Ahenkle esbabı astı. İstol elinde lastiği ayağından sıyırınca direğin dibine bıraktı. Yalınayak sarı ayaklarını kaça-kaça tekneye dar atıldı. İstola oturunca; baldırını teknenin enine enlemesine, mazgala kırak yayıldı. Havak elini atsa sıcak su kazanı elinaltındaydı... iki badara vetra soğuk su.
Eline dolça alışmıştı. Sarıalman karı: Kocası Viktor’un yaptığı sabuni başına sürdü... Tülek sarı saçı kirli değilse, temizsayılmazdı... altınsarısıydı. Adamın iştahı gelerdi... sarısaçını koçorundan çiçek destesi gibi avuçlayıp öpmek isteği iştah iştiabını kabartıyordu. Koca saçı avucan alsan bir yumak olurdu. Pelverde gibi... jöle gibi bıngıl bıngıl dalganırdı.
" - At ağzan ye. Ölmüyüfsene!"
Neyse oraları kapat. Nemehrem konulardır. Maria Hatun altmışbir sene önce Adacalaya sınır bir köyün birinde; bir köyde meskundu. Çok da değil aslında geçen zaman zarfı. Kültürel miras itibariyle unutulması: Mektup zarfı. Çok çabuk gelmiş mektup zarfı: Hızlı yıldırım telgraf gibi.
Civarını mümkün mü görsün? Maria! Sabunli gözü yaner. El melekesiyle sıcaksuyu halburladı. Vedralara dalıp çıkıyor dolça ...dolça dolusu su pelverde saçdan aşşağa. Tekne ayağına kadar boz kirlisuyla doldu. Dolça Maria’nın hele elinde... Nöker; büyük ot sepetin içine sen deme girmiş. Komandolar kamuflaj için ot serer başına. Bu öyle kamufle etmiş kendini. İki göz: Cıldır pıldır oynuyor. Sepetin hasırından görüner.
Viktor sabunu ölmüş murdar inek etinden yapardı. Murdar leşleri kaynatır kaynatır sabun yapardı. Civar köylere öğretti. Koçkatımı öğretti. Başka köyden koç getirin... katın dedi ve öğretti. O köylüler kendi sürü içinden koçu katardı. Koçlar sürü ile yüzgöz olduğundan... yabancı koç daha ciddi iş görürmüş. Deneyen bir daha denedi. Usul bütün havaliye yayıldıda yayıldı. Almanların çığırı diye ünlendi.
Maharetli adamlardı. Sen deme? Viktor, akrabaları, öbür Almanlar.
Ruslar boşkada çimerdi. Almanlar, Malakanlar, onların arvatları teknede büyük teknede çimerdi. Biz de teknede çimerdik.
O köyde ilk radyo dinlemek Viktorun evde oldu. Radyo telsiz telefon görmemiş insanlar. Anotlu- katotlu, antenli radyoları dinledi. Anten örümcek ağına benzerdi. Bacaya rüzgarın devirmeyeceği yere kordular. Uçurtma tahtasına beyaz bakır telleri sarmıştılar. Büyük radyolar sandık kıyımında olurdu. İri-kıyım yani. O radyo aküile kızardı çalışmaya başlamadan ısınmalıydı! Yeşil bir ibre radyo kızdıkça ilerlerdi. Yeşil su haznesini ibrenin tam doldurduğunda hışırtıyla ses gelirdi. Anot-katot aküden enerji sağlardı. Radyo istasyonları; nere çıktı, orayı dinle! Ankara radyosu, Moskova radyosu...
Moskova radyosu:
- Davay davay!..
Gürcü Radyosu:
- Batara vetra...
Erzurum radyosu:
- Ezen bezeden oğlan...
Kars radyosu:
- Kethüdanın emridir: Malmeydanı dağıldı mı doğru malı köye aparın.
Trabzon radyosu:
- Trabzonspor şampiyon!
Berlin radyosu:
- ................
Almancamız olmadığından!.. Ne dediklerini yazamadık. Anlamadık ki!
Anan ölsün nökerin oğlu: Anan ölmesin nökerin oğlu.
- Kim var orda?
- Kimse yok!
Şırtttt... son köpükte gözünden indi hırtleği ışılışıldı. Kara zeytin yutsa geçerken görürdün. Kara zeytin hırtteğinden iner...
Şırrttt! Köpük suyun dalından iner, mestanlarından çilli beninde durur gibi titrediyse de indi kirli suya karıştı. Banyo suyu kirlisuydu... Vetra ve kazanda istop etmişti.
Acil üstünü giydi. Sepetin otunu kaldırdı. Bir baş gördü, uşak başının altına gözü, kulağını taş altına birşey saklarsın... sakladı.
Çocuk karışık kuruşuk cümleler kurdu. Badval’a karışık kuruşuk: Ters dubleks diyen gibi... biri karıştırmasın ifadeyi; karıştığında, kendi de anlamaz karışık kuruşukluğu.
Çocuk anlatamadığı tasarım... Tasarımlar aslı ihtiyaçtan doğmadır sözü kabul gördüğü üzre: O an ihtiyaç iştiabı çocuğun azarlamamak ve suçlanmamak.
Çocuğun meramını doğrusu ben de anlayamadım. Eğer anlamaklık için bir yol olacaksa. Bu yazacağım eksen belki yol olacak.
- Ben şey için sene bakkıyordum. Maria Hala:
İnsan karşısındakine niye bakar. Görmek için karşısındakine bakarken kendini insan neden göremez. Oysa görebilmeli değil mi?
Ben daima gözümü açtıktan sonra karşıma gelen ne varsa görüyorum: Bizim ahır, mereği, çeperi Mehrali Dayıgilin ordan yola kadar.
Kendimi göremiyorum ama...
Kendimi ve Ambarı aynı anda görmeği: Bilsen havaktan isterim ki?
Maria Hanım çalgı süpürgesini hazırlamıştı. Çocuğun konuşması onu öylebir tesirat altında bıraktı ki: Çocuk Maria’nın filozof akrabaları Hristo vardı; o gibi, laf etti.
Çocuğa acıdıysa da saygıya çevirdi bu duygusunu.
Köle Epiktetos vardı eskiden filoozofmuş. Nökerin oğlu filozofvari konuşuyordu.
Nökerin oğlu iki senedir Maria çimende... saatli, günlü izlemeye geliyordu. Kombine bileti yıllık almıştı. Tezahürat yapamıyordu.
Tezahüratı koy eksik kalsın!
Koy tezahürat kusur kalsın!
Gedeye günah oldu; Aklını zırvığına karıştırdı.
Ne işi var baba; elin arvatının çimende yanında.
Bu nöker, nökerin uşakları bu iş üzere pek meraklıydı, canım!..
yalçıner yılmaz
26-05-2011 gebze
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.