- 749 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ANA GİB YAR (BAĞLANMA)
“Anne-çocuk bağlılığı” yazıya en kolay dönüşebilecek konuların en önde gelenlerindendir. Daha anne karnında damıtılan bu nisan yağmurunun çiçek yüklü damlalarıyla hepimiz fazlasıyla ıslanmışızdır. Yıllarca artarak süren bu duygu bütünlüğü, beraberinde büyük bir bağlılığı ortaya çıkarmaktadır. Neredeyse kutsal bir çerçeveye oturtulmuş olan bu özel kenetlenmeyi oluşturan birincil güdüyü tanımlama amaçlı iki ayrı görüş bulunmaktadır.
Psikanalitik yaklaşıma göre, -açlık, susuz¬luk, ağrılardan kurtulma gibi- birincil gereksinimlerin giderilmesi, bu bağlanmanın ana nedeni olurken, sevgi gibi güdüler ikinci derecede önem taşır. Buna göre, anne-çocuk bağlanmasının temelinde, "emzirme" vardır. Emzirme sırasında çocuk, "annenin yüzünü algılama" ile "dürtüleri¬nin doyurulması" arasında bir koşutluk kurar (koşullu yönelimle öğrenme). Emzirmenin hemen ardından dürtünün ortadan kalkması sonucu, ço¬cuk anneyi sevmeyi öğrenir.
Bu konuda tartışılan ikinci görüş ise, bir zamanların taşınan yavrusu olarak çocuğun, doğuştan getirdiği ve fılogenetik süreç boyunca geliştirilmiş olan "anneyle bedensel ilişki kurma" tepkisinin, anne-çocuk bağlanmasında temel neden olduğunu savunur. Bir anlamda dokunsal bağlılık temelinde açıklanan bu görüşe ilişkin bulgular, doğduktan 6-12 saat sonra analarından ayrılıp yalıtık durumda büyütülen alyanaklı maymunlarla yaptıkları atrap (benzerlik oluşturan model) deneylerinden elde edilmiştir. Diğerlerinden yalıtılmış olarak her maymun yavrusu, ana yerine geçen iki atrapla birlikte bulunur. Bunlardan birinin, kafes telinden yapılmış, silindir biçimli bir gövdesi, üzerine iri gözler çizili, tahtadan, büyük bir başı vardır. Diğer atrap da yine başı ve telden gövdesiyle ilkine benzer, ancak ondan farklı olarak, yumuşak havlı bir kumaşla kaplanmıştır. Her ikisinin de gö¬ğüs bölgesinde, süt dolu biberonlar bulunmaktadır. Hangi "ana"dan süt aldıklarına bakmaksızın, yavru maymunların günde ortalama 17 saatlerini "tüylü" atrapların yanında geçirdikleri gözlenmiştir. Yalnızca telden yapılı ola¬nın göğsünde süt şişesi bulunduğunda, yavru ona gidip karnını doyurmakta, ama hemen sonra ayrılarak yumuşak "ana"nın yanına dönmektedir. Korkutu¬lup ürkütüldüğünde, yavru yalnızca kumaş kaplı atrapa sığınmaktadır. Üstelik, o atraptan üflenen bir hava akımıyla korkutulduğunda da, yine sıkı sıkıya ona sarıldığı gözlenmiştir. Buradan, dokunsal bağlanmanın, bir kez yerleştikten sonra, artık ödül ya da ceza yoluyla etkilenemediği anlaşılabilir.
Araştırmanın devamında canlı bir duygusal bağlanmadan yoksun kalarak, atrap anaların yanında bir yaşlarını dolduran maymun yavrularının; kendilerine ana yerine geçen at¬rap da verilmemiş olarak, tümüyle yalıtık durumda tutulan yavruların normaldışı davranımlarını -biraz daha hafif biçimde de olsa- gösterdikleri gözlenmiştir. Bunların sürekli parmak emme, kendi kendine saldırma ve kendini ısırma, kendi tüylerini yolma gibi, vazgeçmedikleri alışkanlıklar geliştirdikleri belirlenmiştir. Normal ko¬şullarda büyümüş maymunlarla ilişki kuramayan, korkuyla bir köşeye çeki¬len bu hayvanların, eşeysel davranışları da aksamaktadır. Doğal koşullarında, nor¬mal büyümüş maymunlarla birlikte hayvanat bahçesine konan dişi may¬munların, erkeklerle çiftleşemedikleri görülmüştür. Bu dişiler, ancak bir yılı aşkın bir süre boyunca, normal yetişmiş erkek maymunlarla bir arada tutulduktan sonra, çiftleşmeye başlayabilmişlerdir. Kendi yavrularına karşı da ilgisiz davranan ya da onları ısırarak kovmaya kalkan bu hayvanların davranıştan, öz analarıyla ya da türdeşleriyle çeşitli toplumsal etkileşimler içine girmemiş olmalarından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Bir düşünün trende, vapurda, otobüste karşı karşıya geldiğiniz ve anormal davranışlar, tikler sergileyen insanların çocukluğundan izler taşımadığını nereden bilebilirsiniz? Günümüzde bir suç makinesine dönüşmüş karanlık ruhlu insanların, sağlıklı bir sevgi ortamında büyümediği neredeyse yüzde yüze varan bir olasılıktır. Karında taşıma dahil yeni bir canlıyı yaşama getirirken, sevgi pınarından kana kana içmesine, iyi duygularının kişiliklerini aydınlatması fırsatını vermeliyiz. Tersi olduğu durumlarda görüyoruz ki onlar bizim geleceğimizi çalıp yarınlarımızı karartıyorlar.
İnsanlarda erken dönemdeki anne-çocuk bağlanmasının önemine ilişkin bulgular, çocuk yuvalarında yapılmış araştırmalara dayanmaktadır. Üç aylık¬ken ana-babalarınca terk edilmiş, sayılan 8-15 arasında değişen çocuklar, sürekli değişen hemşirelerin bakımı altında bulunuyordu. Üç aylık gözlem süresi boyunca duygusal çöküntü özellikleri gösteren çocukların, uykusuzluk çektikleri, sürekli donuk bir yüz ifadesi taşıdıkları ve diğer insanlarla her tür ilişkiden kaçındıkları görülmüştür. Bedensel gelişimleri de geri kalmış olan bu çocuklar, hastalıklara daha sık yakalanmaktadırlar. İyi bir bakım görmele¬rine karşın, 92 çocuktan 27’si ilk yaşları içinde, 7’si ise ikinci yıllarında, aşın zayıflıkla ortaya çıkan bedensel hastalıklardan öldükleri belirlenmiştir. Oysa annelerinin ya da değişmeyen bakıcıların gözetimindeki 360 çocuktan oluşan başka bir kümede, dört yıl boyunca yalnızca 4 ölüm saptanmıştır. Bu sonuçlar araştırıcılarca "duygu aktanmı"nın eksikliğine bağlandı.