‘’KELEBEK TERBİYECİSİ’’ İSİMLİ KİTABIN YAZILMA ÖYKÜSÜ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Her başlangıcın bir öyküsü olduğu gibi ‘’KELEBEK TERBİYECİSİ’’ isimli kitabımın da bir öyküsü var. Bir görevi, bir sorumluluğu üslenmek adına yazdım bu kitabı. Bu sorumluluğu bana kimin yüklediği sorusunu sormayın sakın! Çünkü bu soruya vereceğim cevap sizi üzebilir.
Yaşadığımız dünyada geçmişimizle ne kadar öğünsek azdır. Ancak lise yıllarımda fizik, kimya ya da başka alanlardaki kanunların yabancı isimlerle anılışını duydukça ‘’Türkler hiçbir şey bulmamışlar mı?’’ sorusunu sorardım kendime, öğretmenlerime. Üniversite yıllarımda Türkçe okuduğum kitaplarda da Türk bilim adamı isimlerine çok rastlamadım. Orta Doğu Teknik Üniversitesinde okurken Mc Cabe’in Unit Operations kitabında Mass Transfer dersini alırken ‘’Ergun Equation’’ ‘la karşılaştım. O formül bir harikaydı. Tam 22 sembol içeren bir formüldü? Ergun adını görür görmez Rahmetli Prof. Dr. Tarık Somer hocama Ergun’un Türk olup olmadığını sordum. Tarık Somer hocam Unit Operations kitabında altı tane daha Türk Mühendis ismi olduğunu söyledi. O zamana kadar Türkler için kafamda oluşturduğum uyuşuk, bilimden anlamaz ifadesi birden bire değişti. Bir gün dünyada ilk olan bir açıklamaya imza atmayı hedefledim kendi kendime. Uzun zaman ne bulabilirim, kendi kendime neyi geliştiririm sorusunu sordum. Bir gün tesadüfen, ya da şartlar gereği mühendislikten öğretmenliğe terfi ettim. Terfi ettim diyorum çünkü benim anladığım anlamda öğretmenlik kutsal bir meslek. Ancak, bugün kaç öğretmenim öğretmenliği benim düşündüğüm anlamda yapıyor? Her öğretmen arkadaşımın kendine ‘’Ben gerçekten öğretmenlik yapıyor muyum?’’ sorusunu sorması gerekiyor.
Ben yine Kelebek Terbiyecisi kitabımın çıkış öyküsüne döneyim.
Az bilince, hangi konuya bakarsan bak sanki her şey bulunmuş gibi, biliniyor gibi görünüyor. Oysa hiç de düşündüğümüz gibi değil. Hatta tam tersi burnumuzun hemen önünü görmüyoruz. Olayı, yere düşen üzeri hafifçe tozlanmış madeni para örneğine benzetirseniz dikkatli bakmayınca göremediğiniz gibi bir durumla karşı karşıya olduğunuzu fark edersiniz. O madeni parayı görebilmek için doğru bakmayı bilmenin gerekli olduğunu görürsünüz.
Bilimde istisnalar olmaz. Bir kanunun bazı noktaları özel durumlarla açıklanmaz, ya da açıklanmamalı. Eğer öyle bir durum ortaya çıkıyorsa kanun sorgulanmalı.
Eğitim sistemindeki öğrenme başarısını en yüksek %37 ölçüyorsa pedagoji bilimi sorgulanmalı, yeniden yapılandırılmalı. Hem de var olanın üzerine değil, bu bilim sil baştan ele alınmalı. Bugün maalesef, dünyada resmi ölçülmüş en yüksek öğretme başarısı %37 olan pedagoji bilminden vazgeçemiyoruz. Bu başarının ülkemizdeki yansımasının %7’ler civarında olduğunu görüyoruz.
Ey velim! Velinimetim velim, eğer öğrenmenin %80’i görme algısıyla gerçekleşiyorsa, işitme algısının öğretmedeki payı da %7 ise, eğitim öğretimin yükünün %90’dan daha fazlası işitme algısı üzerine yüklenmişse, öğrenme başarısının da %7’den daha fazlasını beklemek hayal olmaz mı? Sizce?
Yine başka bir önemli nokta; kişilik gelişiminin %50’sinin 4 yaşa kadar, %25’lik kısmın da 4-7 yaşlar arasında geliştiği biliniyor. Yani daha okula gitmeden kişilik gelişiminin %75’i tamamlanan çocuğun ilk öğretmeni kim? Anne elbette! Peki, ilk öğretmen olan anneye öğretmenlikle ilgili bir eğitim veriliyor mu? Annenin pedagojik yeterliliği var mı? Annenin karşılaşacağı sorunlar neler?
Sorunun çözümünde anne en baştan itibaren yalnız kaldığı gibi çevreden gelen yanlış etkileşimleri yok etmeye çalışıyor. Yani annenin hem sorun çözme yeteneği yok, hem de sorun çevre tarafından daha karmaşık hale getiriliyor.
İşte bu durumu görerek duyarlı bir eğitimci olmam, umudumuz olan çocuklarımızın geleceğini doğru yapılandırmam, bir bilgi toplumu yaratmak için belki de ilk sağlam adım olan bu kitabı annelere ithafen yazmış bulunuyorum.
Bu arada titizlikle belirtmeliyim ki, yıllardır uyguladığımız eğitim sistemi çocuklarımızın yaratıcılığını yok etmekle kalmayıp, onları güvensiz bir duruma düşürüyor. Korku dolu, kendine güvensiz, üretimden kopan, hazıra konan bir gençlik türü yaratıyoruz. Bu gününü yaşayan gençliğin sorunu değil, bu biz büyüklerin bir sorunudur. Yani gençliğe doğru rehberlik yapılmazsa varılacak nokta da burasıdır. Bu noktada veliler de, öğretmenler de sınıfta kalmıştır.
‘’KELEBEK TERBİYECİSİ’’ isimli kitabımın bilgi toplumu yaratılması yönünde dikkat çektiği konulara kısaca bir göz atalım:
Bir bebek 300 milyar sinir hücresiyle dünyaya geliyor. Bunlardan 200 milyar tanesi öğrenmede görev alamadığı için ölüyor. Algı zenginleştirmesi yapılarak ölen sinir hücrelerinden sadece %10’u sağlıklı tutulabilse bile insan zekâsı bugün olduğunun çok üzerinde bir üretkenliğe ulaşır.
Kaldı ki sinir hücrelerinin ölümleri engellenemese bile sinir hücreleri arasında oluşabilecek ağ örgüsü sayısını arttırarak da insan zekâsı inanamayacağımız kapasitelere ulaştırılabilir. Sinir hücreleri arasında akı kanallarının oluşmaya başlaması, bebeğin embriyo döneminden başlar. Bu da annenin konuyla ilgili bilgilendirilmesi gerekliliğini ortaya koyar ki bu konuda herhangi bir esere rastladığımı söyleyemem.
Üçüncü önemli nokta ise sinir hücrelerinin eşleşmesi için vücuda yüklenilmesi gereken enerjidir. Anne gebelik sürecinden başlayarak çocukta sinir hücrelerinin yeterli hareketi sağlayabilmesi için günde en az beş porsiyon mevsim meyvesi yemesi gerekmektedir. Eğitimde başarı sağlanamayışının önemli nedenlerinden birisi beyindeki sinir hücrelerinin gereksinimi olan besinlerin göz ardı edilmesidir.
Başka bir önemli ayrıntı ise metabolizma faaliyetlerinin öğrenme için uygun zamanının bilinmesidir.
Kitapta dikkat çektiğim çok önemli bir nokta ise tüm sorunlara hücre bilinci fikriyle yaklaşılması gerektiğidir. Bu fikir sorunların kolay çözümüne yardımcı olacak önemli bir ayrıntıdır.
Eğitim sisteminin bozuk olduğu her platformda yıllardır dile getirilir. Bir problemin çözümünün birinci adımı sorunun doğru bir biçimde tanımlanmasıdır. ‘’KELEBEK TERBİYECİSİ’’ kitabında sorun şöyle tanımlanıyor.’’ Eğer öğretmenin söyledikleri, öğrencinin belleğinde yoksa öğrenme gerçekleşmez.’’ Çözüm ise ‘’ öğretmen, öğretirken öğrencinin belleğinde var olan sözcükleri seçer, eğer sözcükler öğrencinin belleğinde yoksa çağdaş teknolojileri de kullanarak sözcüklerle görüntüleri birebir örtüştürerek sorunu çözer.’’ Bugün bu açıklamanın araştırması Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesince yapılmaktadır.
Anneler için bir başucu kitabı özelliği taşıyan ‘’ KELEBEK TERBİYECİSİ’’ bir araştırma kitabı özelliğinde olsa da araştırmaların pek çoğu kendi kişisel çabalarımla gerçekleştirdiğim araştırmalardır, özgündür, benim bizzat kendime aittir.
Sizden bir bilgi toplumu yaratmak için bu yazıyı ulaşabildiğiniz kadar insana ulaştırmanızı rica edeceğim….
SAYGILARIMLA…
TÜM CANLILARI ÇOK SEVİYORUM…..
Mustafa KOCA
Kimya Mühendisi (ODTÜ)
YORUMLAR
Yazınızı okudum ve açık söylemek gerekirse beğenmedim.
Belki en son söylemem gereken sözü en başta söylüyorum ama bu da benim tarzım. Beğenmeme nedenlerimi özetle sıralayacağım.
Yazınızı başlıktaki "Kelebek Terbiyecisi" adını verdiğiniz kitap ismi nedeniyle okudum. İlgimi çekmesinin nedeni Osman Hamdi Bey'in meşhur "Kaplumbağa Terbiyecisi" isimli tablosunu çağrıştırmasıdır.
Yazınızı beğenmeme nedenime gelince samimi bulmadım.
Gerek öyküsünü yazdığınız kitap ismini çok orjinal bulmamam gerekse de yazının içinde öğretmenliğe terfi ettiğinizi afili cümlelerle ifade etmenize rağmen yazının altına öğretmenlik ünvanını değil de mezun olduğunuz bölüm ünvanını yazmanız. Üstelik etiket olsun diye okul ismini de iliştirmeniz. ODTÜ'lü olduğunuzu ifade edince daha mı ağırlığı olacak sözlerinizin? Sahi mühendislik yapıyor musunuz hâlâ, yoksa öğretmen misiniz?
Ve gelelim yazınızda dikkatimi çeken diğer ayrıntılara. Yazınızın türü makale. Aklıma gelmişken şayet bir öykü türünde olsaydı bu yazı "Yaşadığımız dünyada geçmişimizle ne kadar öğünsek azdır." cümlesindeki "öğünmek" kelimesi hoş görülebilinirdi fakat tür makale olunca halk ağzıyla değil de daha düzgün bir Türkçe kullanarak "övünmek" kelimesini tercih etmeniz gerekirdi diye düşünüyorum. Bir öğretmenin Türkçe'yi düzgün kullanması gerektiği -özellikle böyle bir yazıda- konusunda sanırım bana hak verirsiniz. Ayrıca çok da önemli olmayacak bazı işaret sıfatlarının gereğinden fazla tekrarı göze çarpıyor. Fakat bilimsel bir kitap yazmış birinin tanıtım makalesinde bunlara da dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum açıkcası.
Ayrıca kitabınızı tanıtırken kitabın ismi konusunda hâlâ soru işaretlerine cevap verilmemiş. Bence önemli bir detay. Neden kelebek? Annelere yazdıysanız kelebek onlar mı? Pedagojik yönü ağır basan bir kitapta "terbiye etmek" ifadesi, ne kadar etik? Eğitimciyim. Ve bu ifadeyi hoş bulmadım. Öncelikle yazar bize bunu açıklasaydı ya!
Ayrıca eğitim sistemindeki pürüzler aşikâr. Ayrıca bunlar öğretmen ve veli kaynaklı değildir. Kaldı ki son birkaç yıldır yeniden yapılandırılmış bir eğitim anlayışıyla devam etmektedir eğitim ve öğretim programları. Yapılandırma çalışmalarında bizzat görev almış biri olarak hakkıyla uygulandığında oldukça güzel dönütleri olduğunu söyleyebilirim. Fakat hâlâ sınıf içinde kendi algısınca ders işleyenlerin hatasını programa yüklememek gerek. Ve ülkede oturmuş bir eğitim anlayışı olmalı. Siyasetten uzak.
Anne eğitimine gelince... Aile eğitimi demek daha doğru olacaktır. Bunun nedenini de sanırım bütün pedagoji eğitimi almış insanlar bilirler. Detaylarla lafı uzatmak istemiyorum.
Her şeyden önce devletin sosyal düzeni oluştururken kurumlar arası uyuma ve işbirliğine dikkat etmesi gerekmektedir.
Ayrıca kitabınızda geçen annenin bilinçli beslenmesi konsu da zaten artık inkar edilemez bir gerçek olduğu da aşikar.
Ben kitabınıza hayırlı olsun derken eleştirimin tamamıyla sayfanızda yer alan yazınızla alakalı olduğunu söylemek istiyorum. Başlıktan imzaya kadar.
Selamlarımla.
Sema Enci tarafından 5/15/2011 11:29:26 AM zamanında düzenlenmiştir.
elsco
HER SÖZCÜĞÜN İNSAN BEYNİNDE SİNİR HÜCRELERİ ARASINDA OLUŞTURACAĞI EŞLEŞMELER FARKLI FARKLIDIR. BU KİTAPTA KELEBEK OLARAK İMA ETTİĞİM FİKİRLERDİR. HER AKŞAM YATARKEN BEYNİMİZDEN BİR ÇOK FİKİR GEÇER. ANCAK SABAH KALKTIĞIMIZDA BU FİKİRLERİN ÇOĞU UNUTULUR. FİKİRLERİN ÖMRÜ KELEBEKLERİN ÖMRÜ KADAR KISADIR.
BUGÜN DÜNYADAKİ EN GELİŞMİŞ EĞİTİM SİSTEMİNİN BAŞARISI %37 İKEN MERSİN ÜNİVERSİTESİNCE YAPILAN İLK ARAŞTIRMADA ÖĞRETME BAŞARISI %70'DEN DAHA YÜKSEK ÇIKAN BİR ÖĞRETME VE EĞİTİM SİSTEMİNE KAFA TUTMANIZI DA ANLAYIŞLA KARŞILIYORUM...
DİLERDİM Kİ KİTABIM ELİNİZE GEÇSE DE OKUYUP ÖYLE ELEŞTİRSEYDİNİZ...
ŞU AN MÜHENDİSLİK YAPIYORUM... KİMYASALLLARA alterNATİF OLACAK CANLI ORGANİK GÜBREYİ GELİŞTİRDİM....
SAYGILAR SUNUYORUM...
MUSTAFA KOCA
KİMYA MÜHENDİSİ
http://www.facebook.com/groups/canligubre/
Anne adaylarının, çocuk yetiştirenlerin mutlaka çocuk eğitimi ile ilgili kitaplar okuması gerek diye düşünüyorum. Annelik içgüdüsü ve çevreden alınan öğütlerin yanında mutlaka eğitici kitaplarla da destek almalı annelerimiz. Yazınızı büyük bir ilgiyle okudum ve çok faydalı bir kitap olduğunu düşünüyorum. Emeğinize sağlık. Saygılarımla.
Yazıya ulaştık, Seçici Kurul sağolsun. Bu çalışmayı sosyal paylaşım sitelerinde de paylaştık. Ama kitaba nasıl ulaşacağımızı da paylaşsaydınız iyi olurdu.
Yeni yazarları okumak ayrı bir güzeldir benim için. Büyümesine şahit olduğunuz bir çocuk gibi...
Kutluyorum sizi. Başarılarınız artarak devam etsin inşallah.
Saygılar.
Bir bebek, bir insan demektir.Bir küçük sinir hücresinin eksikliğinde de o bebeğin büyüdüğünde vücudunda hangi organının çalışmayacağını hiçbir büyüğü küçükken bilemez.
Yani KELEBEK TERBİYECİSİ gerçek bir öykü...
Nasıl bir öykü,
Marketlere gittiğimiz zaman saçma sapan kraker öyküsü değil.
Eczanelerden halkımızın ücretsiz ve eczacının izah edebileceği vitaminleri olan bir öykü.
Hatta,en iyi okullardan mezun olup da işlerini yurt dışında bulmayan öğrencilerin öyküsü.
TEŞEKKÜR EDERİM hem seçki üyelerine, hem de YAZARIMIZA.