- 2767 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GILİK
Artık o da bir çok şey gibi, Anadolu’nun bir yerlerinde kayboldu gitti ne yazıkki.. Ne güzel bir adet, ne hoş bir gelenekti o.. Ramazan bayramlarının süsü sevinci.. Küçük simitler.. Anadolu dili ile gılikler.. ’ Memmeciğimin gıliği, amin, amin, birer gılik...
Bayram sabahı sıcak, sıcak, çıkardı fırından. Bayram namazına gider yaşlısı genci. Şimdikinin kat, kat, fazlası. Evlerdeyse ayrısı gayrısı yok ki. Gelin kaynana, hep bir yerde pek çok evde.. Anam ben küçükken ayrılmış babaannemin yanından. Eski bir kira evinde otururduk. Koskoca bir avlu, kenarda tahtadan yapılmış, aradaki boşluklardan içi görünen köhne bir tuvalet, ve yanıbaşında koskoca beton bir çeşme kurnası.. Kurna deyince aklınıza ufak bir seramik lavobo gelmesin,içinde halı kilim dahi yıkanacak kadar geniş ve çok amaçlı . İki adamın içine sığacağı benim için minik bir havuzdu aslında.. Ev dersek, o da evlere şenlik. Tahta viran bir kapıdan içeri giriliyor ; uzun bir hol, en sonunda ufakça bir oda hepsi o kadar... Girişteki ufak genişliği ve yanındaki zifiri karanlık odayı mahsen kabul edip saymıyorum. Girişteki o karanlık odada canavarlar yaşıyor sanar, dışarı çıkarken karşıdan korkak ve kirli suratımla bir iki manidar bakış fırlatıp, sokağa öyle çıkardım.Sokağa çıktığımdada bazen kaçırıldığım olurdu.. Akrabamız Salih Emmi’nin genç iki kızı Necla abla ve Emine abla beni kucaklar kaçırır, biraz öper, sever, kolumu ısırır, süsler geri azad ederlerdi..
Eski köhne bir evde oturmamıza rağmen, aradan geçen yıllar baba annemin kızgınlığı geçmemiş olacak ki, bazen evine gezmeye gelen annemin duyacağı şekilde ’ Ayrılık çıkaran, ayrım, ayrım, ayrılsın ’ diye inildenerek güya laf çarpardı. Fakir sayılacak durumda olmadığımız halde, üstelik Sivas’ ın tam merkezinde yine de eski bir evde otururduk. O zamanlar nerede oturursan otur, öyle evler lüks ve modern değildi. Ama biz ya da ben, ölesiye mutluydum. Zaten tüm mahalle akrabamızdı hemen hemen. Behremler derlerdi bize. Şanlı lakabı, şerefli Behram Ağa’nın torunlarıydık biz.
Bayramlar lafta kalmazdı hiç. Adı gibi bayramdı onlar. Tüm erkekler bayram namazına gider, çoğu sabah sabah evine, üzeri horoz şekerleriyle süslü çöreklerle dönerlerdi. Heyecanlı utangaç, başı al yazmalı gelinler kızlar, kınalı parmaklarıyla sofra kurarlardı. Kara kaşlı Sivas’ın güzel kızları, sofrada bir yaygı hamur tahtasının üzerine konan koca bir bakır sini, ama yeni kalaylanmış.. Üzerini muhakkak bayram çorbaları etli sarmalar, börekler süsler, hiç bir gelen aç gönderilmez, etsiz bir sulu yemekse asla pişmez. Canım Osmanlı’ mın köklü terbiyesi, tatlı suyu gibi hiç tükenmez Anadolu’ da.
Namazdan gelen dedelerin babaların elleri öpülür, harçlıklar verilir o ulvi sıcaklık saygı, bir tamam yaşanırdı. Çocuklar yaramazlıklarını başka günlere saklar, büyükler sayılır, küçükler sevilir. Şeker toplamaya çıkıldığı zaman kapıyı açan büyüklere ’ Para istiyoruz. Şeker almayız ’ diyemezlerdi. Millenyumun çocukları değildi onlar. Komşu Mustafa emminin, akrabamız Osman emminin eli öpülür, isterse harçlık vermesin yinede karşılarında edepli olunurdu. Yemekler bir yana hele o hünerli ninelerin annelerin, yaptığı bayram tatlıları,sarığı burmalar, baklavalar çocuk aklımla o kadar ikramlanır, bir şeyler atıştırırdım ki, annem ’ Bayram beyi olacaksın ’ derdi. Bunun ne demek olduğunu anlamaz kulak vermezdim. Şimdi şimdi anlıyorum ’ Mideni bozacaksın ’ demek olduğunu.. Ama Allah’ın izniyle bana birşey olmazdı.
Cıvıl, cıvıldı her yan. Ne kadar çok gidilecek kapı, öpülecek el vardı. Hiç kimse bıkmaz usanmaz, suratını ekşitmez, gelene gidene sofra açarlardı. Bana gelince ; başımda yeni modaya çıkmış kirazlı şapkayla, aman Allah’ım bir hava bir hava... Ayrıca akrabalarımızın evinde istek üzerine şişeler, lingo lingo şişeleri oynardım. Ceplerim para dolu, ona buna övünür dururdum.
Ya o minik gılikler.. Belki susamı yok, pek fazla bir şatafatı da... Lakin en büyük heyecanımız Ramazan bayramının gılikleri. Bir gün önceden başlardı heyecanı. Herkes oklavasını alır hazırlar, çocuk sayısı fazla olanlar, ninesine teyzesine yalvarır onlardan temin eder oklavasını. Sabah aile büyüklerinin eli öpüldükten sonra, tek bir fasıl gılik için sokaklar gezilir.
Herkes mutlu her yer kalabalık. Koskoca Sivas’ta her mahallede ayrı herkes beş altı arkadaş toplu gezer. Kapılara ellerimizle değil, oklavalarla vururuz hafif hafif. Unutup çocuklara gılik alıp hazırlamayanların vay haline. Kapıyı açan olursa ne ala.. Biraz neşeli kadınlar, şaşkın muzip erkekler, torba ellerinde ya da tepsi kapıyı açarlar herkesin oklavasına birer ikişer gılik takarlar. Haşarı suratımızla avazlanıp duruyoruz. ’ Memmeciğimin gıliği, amin amin birer gılik...’ Ya kapıyı açmayanlar? veya evde olmayanlar? Kapısında başlıyoruz çeşit çeşit ilenmeye... Laf olsun işte. Onlara kapıyı açanlar gibi iltifat etmiyoruz. amacımız tepesine kadar oklavaları gılikle doldurmak... Beş on gılikle, oklava kolay dolar mı? Ama o minicik yüreklerdeki sevinç, heves..
Bu yetmez mi..?
Belgin Evci Sönmez
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.