GÜLERKEN AĞLAMAK (16)
Cenaze günü Mukaddes hanım’ın evi, akrabalarla ve eş dost ile dolup taşmıştı. Çocuklarının hiçbirisi onun ölümüne inanamıyordu. Takdiri ilahi öyle bir zamanda gerçekleşmişti ki, bir ay içinde kavuşmayı, düğünü ve ölümü birlikte yaşamışlardı.
Kim bilir? Belki de Mukaddes hanım, Kerim’in gurbetten dönmesini beklemişti. Oğlunu, gelinini bağrına basmış, torununu doya doya öpüp koklamış, geç de olsa gurbetteki oğlunun mürüvvetini görmüştü.
Ömrünü çocuklarına adayan Mukaddes hanım, sonunda her zaman olduğu gibi hiç kimseyi rahatsız etmeden, ani bir kalp krizi ile sessiz sedasız bu dünyadan göçüp gitmişti.
Çevresinde de çok sevilen Mukaddes hanımın cenazesinde, göz yaşları sel olmuştu.
İnanılmayacak bir sevgi seliydi bu, mahalledeki esnaf bile o gün kepenklerini indirmiş, Mukaddes teyzelerinin cenazesine koşmuşlardı.
Yedi gün, yedi gece evleri dolup taşmıştı. Okunan Kur’an-ı Kerim ve yedinci gecede okunan mevlit, sevenlerini daha da coşturmuştu. Çoğumuzun unutmaya başladığı geleneksel Türk adetleri tam manası ile kendini göstermiş, bir ay süre ile komşulardan tepsilerle gelen yemekler nedeniyle cenaze evinde yemek pişmemişti.
Cenazenin defnedilmesinden sonra, eve dönüldüğünde dört kardeş, komşuları tarafından hiç yalnız bırakılmamıştı. Her birinin yanında birkaç kişi, mutlaka onları teselli etmenin yollarını arıyordu.
Ferhat’ın oğlunun “Herkesin annesi, babaannesi mutlaka kendisine göre çok iyidir. Ama benim babaannem başkaydı, o bir melekti” sözleri ve arkasından gelen hıçkırıkları karşısında, insanlar yeniden göz yaşlarına boğulmuştu.
Belki de bu duygu yüklü sözlerin arkasından gelen delikanlının hıçkırıkları, o ana kadar babası Ferhat üzülmesin diye, içine akıttığı göz yaşlarının bir patlamasıydı.
O gün insanları şok eden ikinci olay ise Kırgız gelin Almila’nın aileye yaşattığı duygusal, duygusal olduğu kadar da ilginç tabloydu.
Almila cenaze dönüşünde, uzun bir süre ortalıkta görünmemişti. Bir müddet sonra, insanlar genç kadının odasından gelen ağlama sesi ile irkildiler.
Kendilerini toparlamaya çalışan Kerim’in büyük ablası Ayşe ve ağabeyi Ferhat, sesin geldiği odaya koştular. Almila yatağa yüz üstü yatmış, kendini kaybetmişçesine ağlıyordu.
Ayşe; Almila’nın başını okşadı ve “Ablam hepimiz çok üzgünüz, ama sen de kendini bu kadar harap etmek artık” diye konuştu.
Almila sanki onu hiç duymuyordu. Bir ay önce tanıdığı kayınvalidesini kısa sürede çok sevmişti elbette, ama sanki bu göz yaşlarının altında başka bir gerçek yatıyordu.
Bu defa Ferhat, Almila’ya yaklaştı ve “Evet hepimiz çok üzgünüz, ama inan Almila, annemiz bu kadar kendimizi harap ettiğimizi mutlaka bir yerlerden görüyordur. Eğer onu çok sevdiysen, ne olur yeter artık kendine gel” dedi.
Almila güçlükle yerinden kalktı ve görümcesine sarılarak ağlamaya devam etti.
Görümcesi; “Yeter Almila, yeter bak bizi de çok üzüyorsun artık” deyince
Almila hıçkırarak dönüp Ferhat’a sarıldı ve ağzından şu sözler döküldü.
“Abıla, abi, beni Kırgiztan’a göndermezsiz değil mi? Ben bişe yapmadı valla, ben aneyi çok sevdi.”
Ayşe şaşkınlıkla sordu “Neden Almila? Neden gönderelim ki seni? Sen ne yaptın ki”
Almila’nın ağzından dökülen yeni cümlelerle gerçeği öğrendiler…
Onlara minnetle bakan Almila “ Yani ben geldi, bi ay oldu, ane öldü, yani ben uğursiz değil mi?”
Bu sözler, iki kardeşi daha da şaşırtmıştı.
Ferhat Almila’nın başını okşayarak “ Ne ilgisi var kardeşim? Nereden çıkardın bunları?” Deyince.
Almila şaşırtan sözlerine devam etti “Bizim Kırgizstan’da böyle oldu, gelin gönderirler baba eve”
İki kardeş birden “Hayır, hayır” dediler ve Ayşe devam etti “Yok böyle bir şey ablam, rahat ol, bizde öyle şeyler olmaz”
Almila heyecanla her ikisini birden kucakladı, artık o da ailenin bir parçasıydı. Bu aile birlikte ağlayıp, birlikte gülmeye alışmıştı.
O an da içeri giren Kerim ve küçük abla Zehra’da, her zaman olduğu gibi sevgi yumağına karıştılar, yine beş kişilik bir sevgi yumağıydı bu, ama bir farkla, bu defa annelerinin yerinde gelinleri Almila vardı.
Dünyanın çiçekleri, sana selam durmuşlar.
Börtü ve böcekleri, mateme boğulmuşlar.
Mekânın cennet olsun, canım anam, gül anam.
Kardeşlerim yaralı, hangi birini saram.
Bu gün kuşlar ötmüyor, mahallede sessizlik.
Tüm komşular susmuşlar, çok zor imiş sensizlik.
Dualar hep seninle, rahat uyu sen anam.
Özlemin büyüdükçe, azdıkça azar yaram.
Bakkal Mehmet soruyor, kasap Recep gülmüyor.
Sütçü Rıza öfkeli, semtimize gelmiyor.
Mahallenin direği, neşesiydin dost anam.
Çok sevdiğin o ağaç, bu yıl limon vermiyor.
Hasret çok yordu seni, doyamadın Kerim’e.
Gülücükler dağıttın, etmedin tek kelime.
Tam özlem bitti derken, göçüp gittin bal anam.
Takdiri ilahiydi, yenik düştün ölüme.
Bize ömrünü verdin, siper ettin kendini.
İçinde biriktirip, söylemedin derdini.
Alıp götürdü seni, tek kriz melek anam.
Gülümseyip mi verdin? Gül kokan nefesini.
Bir tevekkül ilişti, inanan kalbimize.
Sen öğrettin bizlere, layıksın sevgimize.
Takdir yüce Allah’ın, İhlâs hakkındır anam.
Kınalı kuzuların, el açmış Rabbimize.
Dört evladın minnettar, o tertemiz sevgine.
Boyadık dualarla, seni cennet rengine.
Ol cennet meyveleri, sunulsun sana anam.
İmanla ve inançla, kalbimizdesin yine.
Devamı var (Öykü devam edecek)