Işığımı Arıyorum-5
IŞIĞIMI ARIYORUM – 5
(Suruç “Okuma Kampanyası” Şiir Şöleni’nin Ardından…)
20 Aralık 2009
Şölen bitmiş ancak Suruç Öğretmenevi’nde şiir sohbeti bitmemişti. Şölenin yapıldığı salonda bizleri yalnız bırakmayanlar öğretmenevinde de yanımızda oldular. Üstadım gibi bizlerde böylesi ilgi ve misafirperverlik karşısında çok ama çok mutluyduk...
Herkes gittikten sonra öğretmenevi dinlenme salonunda bir ben, bir üstadım bir de Öğretmenevi Müdürü Cenk Cellat Bey kalmıştı. Üstadımın hoşnut olup takdir ettiği isimler arasında Cenk Bey’de vardı ve hatta Cenk Bey’e imzalı kitabını verirken bir de şairce dua etmiş, “Allah sana da bu yolu nasip etsin” diyerek onun da şair olmasını dilemişti.
İlk günden beri üstadımla uzun soluklu sohbet etme anını kolluyordum. Ve nihayet beklediğim o an gelmişti. Ben gibi şiir yolunda emekleyen bir şairin üstattan öğrenecek o kadar çok şeyi vardı ki…
Bir müddet şiirlerim üzerine sohbet ettik. Eleştiri alacağımı ve yine azarlanacağımı düşünürken (ki, Kahramanmaraş’ta kendisini ziyarete gittiğimde; ilk ve tek olan “Kadınlığım” şiir kitabımı eline alır almaz kapak resmini eleştirmiş, epeyi de azarlamıştı…) şükürler olsun ki, korktuğum olmadı. Eskiye nazaran şiirlerimin dahi iyi olduğunu, yazmaya devam etmemi söylediğinde ise çok sevinmiştim; çünkü üstadımın beğenisi benim için onur ve mutluluktu.
Üstadım Bahaettin Karakoç, daha oniki yaşındayken şiir yazmaya başladığını; çoğu zaman rüyasında şiir yazdığını, uyanır uyanmaz da yazdığı şiiri kâğıda aktardığını anlatınca “İşte gerçek şair ve gerçek şiir aşkı budur” dedim. Kendisinden bir de kurt ile yaşadığı anısını dinleyince ona, “Aksakallı Şair” diye boşuna demediklerini de anlamış oldum.
Üstadım, kimi zaman gülümseyerek kimi zaman da gözleri uzaklara dalarak kurt ile yaşadığı anısını şöyle anlatıyordu; “Sağlık memurluğu yaptığım sırada köyün birinden bir hastalık ihbarı geldi. Gelen bu ihbara, ilk yardımda bulunmak üzere tek başıma gitmek zorunda kalmıştım. Mevsim kış, hava soğuk ve kar diz boyunu aşmış; üstelik de beni köye götürecek ne bir araba ne de binek hayvanı vardı. Sağlık çantamı hazırlayıp ikindi vakti çıktım yola. Karda bata çıka yol alırken vakit epeyi geçmiş, güneş batmak üzereydi. Yorulmuş, üşümüş, başım önümde yol alırken aniden gözüme hareket eden bir karaltı çarptı. Başımı kaldırıp baktığımda gözüme çarpan bu karaltının bir kurt olduğunu gördüm. Kurdu görür görmez de kala kaldım olduğum yerde. Kurtta olduğu yerde durmuş ve kırmızı gözleriyle ateş saçar gibi bana bakıyordu. Kurtla benim aramdaysa yalnızca beş metre gibi bir mesafe vardı. Biliyordum ki, bu dağ başında bağırıp yardım istesem de sesimi duyacak kimse olmayacaktı. Bir an, kurt saldırıya geçerse ne yapmam gerektiğini düşündüm. Kendimi savunmak için de aklıma yalnızca cebimdeki küçük hançer ile elimdeki sağlık çantası geldi. Tamam dedim, kurt saldırırsa kendimi hançer ve bu çantayla koruyacağım. Tam elimi cebime götürürken bu sefer de akılma ecel geldi. Öyle ya, eğer ecelim gelmişse ne cebimdeki hançerin, ne elimdeki çantanın ne de korkunun bana bir faydası olmayacaktı. Cebimdeki hançeri çıkarmaktan vazgeçtim ve eğer ecelim gelmişse bu hayvan yalnızca bir sebeptir diye düşünüp, gülümseyerek gözlerimi kurdun gözlerine diktim. İşte o an, o ateş saçan kırmızı gözlerin bir anda değiştiğini fark ettim. Kurdun ateş saçan gözleri gitmiş yerine ceylan gibi bakan gözler gelmişti. Onun ceylan gibi bakan gözlerini görünce içim rahatlamış, bir iki dakika sonra da yoluma devam etmeye başlamıştım. Kurt da benim yürüdüğüm yöne doğru yürümeye başladı ancak benimle onun arasında olan o beş metrelik mesafeyi beş santim bile aşmadan yürüyordu. Yürürken ara sıra ona baktığımda onun da dönüp bana baktığını görmek hem de o ceylan gözleriyle baktığını görmek bu kurda karşı içimde bir sevginin doğmasına sebep olmuştu. Ta köyün girişine kadar bana yarenlik eden bu kurtla artık konuşuyorduk ama bu konuşma dil ile değil yüreklerimizleydi. Köye yaklaştıkça köyün köpeklerinin havlamaları da artıyordu. Bu köpeklerin bana yarenlik eden kurda zarar vereceğini bildiğim için yürümeyi bırakıp kurda doğru dönerek “Veda saatimiz geldi, hadi git artık” dedim. Git dememle birlikte kurdun gözyaşlarının akması da bir oldu. Bir hayvan hem de vahşi bir hayvan ağlıyordu. Onun gözyaşlarını gören gözlerim durur mu hiç… Bir yandan ağlıyor bir yandan da gitmesi için sözlerimi tekrarlıyordum. Döndü ve tepelere doğru yürümeye başladı. Hem yürüyor hem de arada bir dönüp bana bakıyordu. Onu, ta gözden kayboluncaya kadar gözyaşları içinde izledim. O gözden kaybolduktan sonra da köye yöneldim. Köye varmış ancak bu olayın etkisinden kurtulamamıştım. Köyde kimseye bu olayı anlatmadım; çünkü ruhumun bu ulvi atmosferle baş başa kalmasını istiyordum…”
Gece geç vakite kadar sohbetimiz sürmüş, üstadım konuşmuş biz dinlemiştik. Yaşına rağmen zekâsı ve dinçliği ile kendisine hayran bırakmıştı bizi. Çoğu anlattıkları da iman, doğruluk, sevgi ve insanlığın erdemi üzerineydi...
Sabah kahvaltısından sonra “Yolcu yolunda gerek” misali şölene gelen şairler birer birer ayrılıyorlardı Suruç’tan. En son ben ayrılacaktım; çünkü benim gideceğim otobüsün hareket saati 15.30’du.
Üstadımı yolcularken içim burulmuştu bir an. Tam öğretmenevinin kapısından çıkarken bana dönüp; “Uzun soluklu şiirler yazmaya devam et; ayrıca da canını sıkarlarsa veya canın sıkılırsa defterine yazdıklarımı aç oku” dedi. “Peki üstadım” dedikten sonra eğilip elini öptüm ve bindiği araç gözden kayboluncaya kadar da ardından bakıp; içimden dualar ederek uğurladım üstadımı.
Sözünü ettiği defter; şiir şöleni ya da şiir etkinliklerine giderken beraberimde götürdüğüm ve tanışmaktan mutluluk duyduğum kişilerin duygularını hatıra olarak yazmalarını istediğim defterdi. Şölen sona erdikten sonra bu defteri duygularını yazmaları için Şanlıurfa Valisi Sayın Nuri Okutan ile Suruç Kaymakamı Sayın Mehmet Sinan Yıldız’a ve Suruç Öğretmenevi Müdürü Cenk Cellat Bey ile Suruç Tema Vakfı Başkanı Mehmet Yavuz Bey’e de uzatmış, onlar da gönüllerinden geçenleri yazarak beni mutlu edip onurlandırmışlardı; tıpkı üstadım gibi…
Herkes gitmişti…
Öğretmenevi merdivenlerini dalgın dalgın çıkarken yaşadıklarımın rüya olup olmadığını düşünüyordum. Memleketime yıllar sonra ayak basmak, üstadımla uzun soluklu sohbetlerde bulunmak ve memleketimin güzel insanlarıyla tanışıp kaynaşmak beni çok hem de pek çok mutlu etmişti. Odama gelip bir yandan eşyalarımı topluyor bir yandan da Allah’a şükrediyordum bana böylesi mutluluğu yaşamayı nasip ettiği için... Eşyalarımı toplayıp valize yerleştirdikten sonra aşağıya inip, üç gece iki gün boyunca bizlerin rahat etmesi için koşuşturan öğretmenevi çalışanlarına teşekkür edip vedalaştım ilkin. Sonra da Öğretmenevi Müdürü Cenk Bey’le de vedalaşıp, Suruç Tema Başkanı Mehmet Yavuz Beyi ziyaret etmek üzere ayrıldım öğretmenevinden.
Mehmet Beyle sohbetimiz Suruç ve susuzluğu üzerine başlamıştı. Mehmet Bey, “Suruç halkının büyük çoğunluğu nafakalarını sağlamak üzere çocuklarını 2 ay erkenden okuldan alarak ülkenin değişik illerine mevsimlik işçi olarak gitmek zorunda kalıyorlar” dediğinde içim sızlamıştı; çünkü cehaletin nelere sebep olabileceğini biliyordum. Bundan dolayı da geleceğimiz olan çocuklarımızın okuması ve aydınlanması gerekiyordu; aydınlık yarınlar için…
Daha sonra,“Şükürler olsun ki, Sayın Valimiz yakında Yukarı Harran Ovası Sulaması Kanalı’nın açılacağı müjdesini verdi. (Bu sohbetten bir hafta sonra, 27 Aralık 2009 tarihinde söz konusu sulama kanalının açılışı gerçekleşmiştir) Bu müjde Suruçlular için çok çok önemlidir; çünkü Suruç suya kavuşursa herkes kendi toprağını işleyecek; göçler yaşanmayacak en önemlisi de kimse çocuğunu 2 ay erkenden okuldan alıp, eğitim-öğretimden mahrum bırakmayacaktır” diyen Mehmet Bey, Suruç İlçesi Tema Başkanı olarak da “Türkiye Çöl Olmasın” konusunda Suruç halkını aydınlatmaya çalıştığını, bu konuda yalnızca Suruç halkı değil tüm ülkenin duyarlı olması gerektiğini ifade etti.
Evet, “Türkiye Çöl Olmasın” diye tüm ülke insanının duyarlı olması gerekiyor. Çünkü bizim ülkemiz; havasıyla suyuyla, taşıyla toprağıyla, alıyla beyazıyla ve dört mevsimi yaşatan iklimiyle cennet bir ülke. Ve bu cennet ülke bizlerden sevgi bekliyor, duyarlılık bekliyor, emek bekliyor ve de hep birlikte el ele vermemizi, onu korumamızı bekliyor; çöl olmasın diye…
Artık Suruç’tan ayrılmam gerekiyordu; otobüsün hareket saatine yarım saat gibi az bir zaman kalmıştı. Mehmet Bey ve diğer arkadaşlarla vedalaşıp ayrılacağım sıra da Mehmet Bey, defterime yazdığı ricasını hatırlatmadan edemedi. Defterime aynen şu cümleyi yazmıştı; “Suruç için bir şiir yazmanızı rica ederim”
Gülümsedim ve “İnşallah, inşallah yazarım” dedikten sonra da vedalaşıp; doğduğum değil doyduğum memlekete gitmek üzere ayrıldım yanlarından…
Otobüsün camına başımı dayayıp, ta Urfa çıkışına kadar Urfa’yı seyretmiş; seyrettikçe de annemi ne çok özlediğimi hissetmiştim; en çok da kokusunu…
Teşekkür ediyorum “Işığımı Arıyorum, Okuyorum” Kampanyası…
Teşekkür ediyorum Suruç “Okuma Kampanyası” Şiir Şöleni…
Teşekkür ediyorum Üstat Bahaettin Karakoç...
Teşekkür ediyorum Urfa…
Saadet Ün-19.01.2010/ANI
YORUMLAR
Konulara hakim oluşunuza ve anlatımınıza şapka çıkarılır. Sizi bir kez daha kutluyorum. Yazım konusunda iki hata gözüme takıldı. Gözünüzden kaçmış olabileceği gibi yapılagelen yanlışlıktan da olabilir. "...Cenk Bey'de" derken "de" ayrı olmalıydı. Ayıraç konmamalıydı. Cümle, Cenk Bey'in de orada olduğunu belirtiyor. İkinci göze batan ise; sayı belirten sözcükler bitişik yazılmış. Lütfen alınmayın. Bir süre öncesine kadar ben de aynı hataları yapıyordum.
Başarılarınızın devamını dilerim. Saygılarımla.
Veysel Başer tarafından 5/4/2011 12:58:08 PM zamanında düzenlenmiştir.
Veysel Başer
Saadet Ün
Yorumlarınızla onurlandırıyorsunuz...
Saygılarımla