- 711 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
O ZARF III. ve Son bölüm....
-Ay!.. Billur’cuğun ne oldu ya? Yoksa Bedriye teyzeye bir şey mi oldu ?
Tabi ki aklına ilk gelen, hastanedeki annem olmuştu. Cevap verecek durumda değildim. Yanlış gelen zarfın hikayesinden ona daha önce bahsetmiştim. Durumu bildiği için, sadece elimdeki mektubu ona uzatmakla yetindim.
O okumaya başladığında ben de yerimden kalkıp, kendimi toparlamak için tuvalete gittim. Aynadaki görüntüme bakıp, içimden “Bütün yaptığım fazladan yarım saat harcamaktı. Ama bu davranışımla, kilometrelerce uzakta, hiç tanımadığım bir insana KOCAMAN bir MUTLULUK vermişim meğer, inanamıyorum.... diye geçirdim. Şimdi ben de çok mutluydum.. İyi ki böyle bir fırsat geçmişti elime. Mektubu çantamın içine atıp, doğruca hastanenin yolunu tuttum.
***
Birkaç gün sonra Ankara’da yeni kazandığım dostuma şöyle bir mektup yazdım.
“Sevgili Teyzeciğim --------------------------------------------------------------- 13.01.11996
Mektubunuzu alalı üç gün oldu. Fakat yoğun bir iş temposu içinde olmamız nedeniyle, çok isteme rağmen, hemen cevaplayamadım. Yaşınız dolayısıyla mektubunuzu okuyamayacağımdan endişenizi belirtiyorsunuz. Oysa ben gerek yazı tarzınıza, gerekse ifade şeklinize hayran kaldım. Günümüzde bir çok genç ve eğitimli insan biliyorum ki, yazılarını okumak için tercüman gerekli.
Muhterem teyzeciğim, yaptığım ufacık jestin karşılığında, bana onca iltifat etmeniz karşısında, öyle duygulandım ki, yazarak ifade etmem imkansız. Oysa bunu yaparken bana çok doğal gelmişti. Karşılığında sizi bu kadar mutlu edeceğimi doğrusu hiç düşünmemiştim.
Nasıl bir tesadüftür ki, sizin mektubunuzu aldığın gün, annem ağır bir ameliyat geçirmişti . Yanında olamadığım için çok huzursuzdum. Benim satırlarım nasıl ki, size bir hoşluk verdiyse, aynı huzuru ben de sizin sarf ettiğiniz güzel sözlerle dolu mektubunuzda buldum.
O gün doğruca annemin yattığı hastaneye koşarken, beraberimde sizden gelen mektubu da götürdüm. Odasına girdiğimde o da tam manasıyla kendine yeni geliyordu. İskemleyi yatağının yanına yerleştirip oturdum ve “Anneciğim… Sana bir yudum mutluluk verecek bir mektup okumak istiyorum” dedim. Boşta kalan elini tutup, yolunu şaşırmış " O zarfın ” hikayesinden kısaca bahsedip satırlarınızı okudum.
Annem, burnundan midesine kadar uzanan hortum nedeniyle konuşamıyordu ama, elini elimin üzerine getirip, birkaç kez sıktı. İkimiz birden çok duygulanmıştık. Özellikle ” Ne mutlu sizi doğuran anaya, önünde saygıyla eğiliyorum ” yazan satırların ardından ve ikimiz de göz yaşlarımızı tutamadık. Ama bunlar elbette ki mutluluk göz yaşlarıydı.
Size, anneme böyle büyük bir morali verme şansı tanıdığınız için ayrıca teşekkür ediyorum. Benim teyzem yok Eğer müsaade ederseniz bundan böyle size teyze diye hitap etmek istiyorum.
Ellerinizden sevgi ve saygıyla öperim.
***
Bir sonraki mektubunda, artık Ankara’da bir teyzem olmuştu ve muntazaman birbirimize yazmaya başlamıştık. Bir gün bununla da yetinmeyip rehberden huzur evinin telefonunu buldum. Arayacak ve ona sürpriz yapacaktım. Ancak ben büyük bir sürprizle karşılaştım.
Çünkü Sabahat hanımın yıllardır görmediği kaptan oğlu iki gün önce çıka gelmiş ve onu alıp, bir süreliğine İstanbul’daki evine götürmüştü. Öyle mutlu olmuştum ki bu habere hemen annemi arayıp, sevincimi onunla paylaştım.
Oğlunun Üsküdar’da oturduğunu öğrenmiştim, ama ne adresini, ne de telefon numarasını biliyordum. Bu kadar yakınıma gelmişken kendisini bizzat görmeyi çok istiyordum doğrusu. Bunu çok yürekten dilemiş olmalıyım. Ertesi gün iş yerimden o beni aramaz mı? Hayretler içinde kalmıştım. Telepati dedikleri buydu işte.
-Sabahat teyzeciğim Dedim…. Seni görmeyi nasıl istiyordum bilemezsin? Ne iyi ettin de aradın. Nerden buldun telefonumu ?
-Nerden olacak yavrum… Bana gönderdiğin ilk zarfın üzerinde yazıyordu….. İstanbul’a giderken seni aramak için yanıma almıştım…. Dedi.
“Doğru ya! ” dedim kendi kendime… İlk gönderdiğim zarf, şirketin antetli zarfıydı.
-Daha buralardasın değil mi? Gelip seni görmek isterim..
-Tabi.. tabi yavrum.. Bende ben de seni görmek için can atıyorum. dedi…Üsküdar’a gelebilir misin? Ayaklarım rahatsız pek yürüyemiyorum da.
-Tabi gelirim… Dedim… Nereye istersen oraya gelirim.. Hiç merak etme sen.
Ertesi kararlaştığımız saatte orada olmak üzere Üsküdar’ın yolunu tutmuştum bile. Adresi bulmakta hiç zorlanmadım, çünkü rahmetli Hala’cığım bir zamanlar çiçekçi semtinde otururdu. Ona ziyarete gittiğimiz zamanlarda çok mutlu olurdum.
Hem kendisine olan sevgimden, hem o zamanlar kullanılan tramvaya binecek olmanın sevincinden. Elimdeki adreste oralarda bir yerlerdeydi ve zorlanmadan bulmuştum.
Zili çaldıktan iki üç dakika sonra, Sabahat hanım, elinde gümüş saplı bir baston, kapıda beni gelini ile birlikte karşıladı. Ben onu mini minnacık zayıf, çelimsiz biri gibi hayal etmiştim hep. Oysa o değil ama gelini bu tarife daha çok uyuyordu.
Sabahat hanım, uzun boylu, yapılı bir hanımdı. Dalgalı ve gri siyah saçlarını kemik bir taçla geriye doğru atmış, gözlüğünü zarif bir zincirle boynuna asmıştı. Birbirimize öyle içten sarıldık ve kucaklaştık ki, görmenizi isterdim.
Koltuklara geçip oturduğumuzda Sabahat hanım. " Seni oğlumun da tanımasını isterdim, ama yine kısa bir seyahate çıkttı neyaz ki... Dedi....... O içten samimi, sevgi dolu mektuplarıyla, hayatıma yeniden gök kuşağını getiren kız sensin demek...
Bir insanı böyle mutlu etmek, inanılmaz bir duyguydu.
O sırada torunu gelip annesinin kucağına oturdu. Sanırım onlar da birbirlerini ilk kez bu sene görüyorlardı. O yüzden çocuk büyükannesine henüz alışmış gibi görünmüyordu. Bu karşılaşma beni ziyadesiyle duygulandırmıştı. Sabahat hanım, göz pınarlarıma doluşan yaşları görmekte gecikmedi.
-Sakın bunu yapma çocuk?… Hemen peşinden gelirim bilesin!.. Bugün yiyip, içip güzel sohbetler edeceğiz.. Hadi gel bak!.... Güzel gelinim bize neler hazırladı…
Gerçekten de çok özenerek yapılmış bir de sofra kurmuşlardı. Birlikte oturup çaylarımızı içtik yapılan, börekleri, kekleri afiyetle yedik ve güzel sohbetler ettik. Vakit gelip, kalkmaya hazırlandığımda,
- Daha ne kadar buradasınız ? Diye sordum.
Sabahat hanım, İki hafta sonra Ankara’ya geri döneceğini söyledi ve onu gidene kadar tekrar görme şansım olmadı ne yazık ki.
***
Bir süre sonra çalıştığım şirketten ayrılmıştım. Moralim bozuktu, ancak bir süre başka bir iş aramayacak ve uzun zamandır aklımda olan bir planı gerçekleştirerek, körelen İngilizcemi iyileştirmek için yurt dışına gidecektim.
Yerinde öğrenilen bir dilin çok daha kalıcı olduğunu biliyordum çünkü… Üstelik bunu ilk kez yapmıyordum da. Tıpkı yıllar önce arabamı satarak Amerika yollarına düştüğüm gibi, yeniden arabamı satarak, bu kez İngiltere’ye gidecektim.
Ailem, aklıma koyduğumu yapan biri olduğu bildiklerinden ve ekonomik olarak onlara bir sıkıntı vermediğim için bu kararımın önüne geçmedi. Kardeşimin yardımı ile yine arabamı sattım ve eş dost aracılığı ile de İngiltere’de bir dil okuluna yazıldım.
Uçak havalandığında, geride bıraktıklarımı çok özleyeceğimi biliyordum, ama bir hayalimi daha gerçekleştirmek üzere olduğum için bir o kadar da mutluydum.
***
Üç ay sonra yeniden, derdimi kolayca anlatacak seviyede gelmiştim. Özlemim çoğalınca ve cebimde para tükenmeye yüz tutunca, bende yeniden evimin yolunu tuttum.
Sabahat hanım arayacaklarım listesinde ilk sırasındaydı. Ona İngiltere’de olduğum dönemde de yazışmıştım . Hatta gönderdiği bir mektupta," kaptan olan oğlunun, artık onu daha sık aradığını, gelini ile de arasının çok iyileştiğini belirtip " Sen bana çok uğurlu geldin çocuk ” diye yazması bana çok dokunmuştu.
Huzur evinin telefonunu çevirdiğimde uzun zaman sonra yeniden onun duyacağım için çok heyecanlıydım. Sabahat hanımın hastane hattından ayrı kendi direkt hattı vardı. Oradan aradım ama telefonu cevap veren olmamıştı. Bir kez de santral hattından aradım.
Telefona çıkan görevli bayan Sabahat hanımın artık orada kalmadığını oğlunun onu temelli İstanbul’a götürdüğünü söyledi. Demek ki doğruymuş dedim. Kaptan emekli olunca annesini yanına alacaktı. Bunu gerçekleştirebildikleri için çok sevinmiştim. Hemen Kaptanın Üsküdar ‘da ki evinin numarasını çevirdim. Telefona gelini cevap verdi.
-Alo.. Buyrun?
- Merhaba ben Billur.. Hatırladınız mı?
Gelin hanım bir süre kadar durakladı her nedense.
-Evet.. hatırladım..
- Nasılsınız? Sabahat hanım nasıl?
Gelin hanım tekrar durakladı. Bu kez ilkinden daha uzun sürdü sanki.
-Aloo..
-Evet… Burdayım Billur hanım.. Siz duymadınız galiba!
-Neyi duymadım?
-Sabahat annem “ ÖLDÜ ”…..
-Ne!!... Ne zaman?.... İçim burkulmuştu. Annem sesime koştu. Soran gözlerle karşımda durmuş, bana bakıyordu.
-Bütün gazeteler yazdı, siz nasıl duymadınız?
-????Bütün gazeler mi yazmış!! Beynim uğulduyordu…
-Ben Türkiye değildim, daha iki gün oldu geleli ve hemen kendisini aradım. Bana sadece “ Oğlu onu İstanbul’a götürdü “demişlerdi.
- Evet…Eşim onu Ankara’dan İstanbul’a getirmeye gitmişti. Temelli buraya geleceği için, eşyalarına da taşımak için bir kamyonetle gitmişti. Dönüş yolunda, bir otobüsle çarpışmışlar. İkisini de kaybettik maalesef?
Annem ağzımdan çıkan, kaza, ölüm vs. gibi lafları duydukça, bir şeyler söylüyordu bana ama kulağıma yapıştırdığım ahizeden ve kendi dehşetimden dolayı onu duymuyordum bile.
- Ay!... Ne diyorsunuz.? Güzel Allah’ım nasıl bir talih bu?…
Daha önceki çocuğunu da trafik kazasında kaybettiğini söylemişti bana. Hepsinin aynı sona kurban gitmesine inanamıyordum. Telefonu nasıl yerine koyduğumu bilemedim ve kendimi annemin kollarına atarak, hıçkırıklara boğuldum. ]Ancak bu ağlama krizim bittikten sonra olan biteni anneme anlatabildim. O da tanımadığı ama tanışmamızın ve iki yakın dost olmamızın tüm detayını, bildiği için çok üzülmüştü.
- Billur’cuğum gel şöyle düşünelim istersen… dedi… Oğlu emekli olmuş ve onu temelli almaya gitmiş Ankara’ya demiştin değil mi?
-Off…Eveeet…
-Belki de oraya annesini ebedi yolculuğa götürmek için onu görevlendirmişti yaradan...Kim bilir? Şimdi küçük oğluna da kavuştu. Hep birlikte çok mutludurlar belki de…. Ne dersin?
- Ne diyeyim anneciğim… İnşallah … İnşallah öyledir .
- SON -
YORUMLAR
Huzurevleri oldum olası huzunlendirir beni.sanki yolun son durağı gibi.güzel bir oykuydu.yüreğinize saglık.sevgilerimle...
Billur T. Phelps
Huzur Evi... Huzuru arayanların yeri...
Düşünmek lazım... Onu aramaya iten nedenleri...
Böyle ne hikayeler vardır kimbilir. Bu benim yaşadığım bir tanesiydi ve unutamayacağım bir anı olarak yazıldı hayat defterime.
Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkürler...