- 764 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
O ZARF - II.bölüm
Rıza başka soru sormadan telefonu kapattı. Gereksiz konuşmalara karşı tavrımı bilirdi. Az sonra elinde zarf, gözlerinde soran bakışlar odama geldi . -Ben akşam çıkışta kendim postaneye bırakacağım, hadi sen bak işine Dedim….
Canına minnetti eminim. “Sen bilirsin ablam” deyip gitti. Postacımız da, Rıza da unutkanlıklarıyla mimliydiler. O yüzden her ikisine de itimadım yoktu Mesai bitimi yaklaşırken bu minik tebrik kartını, şirketimizin antetli zarfına, yerleştirip, İstanbul’a nasıl geldiğini izah eden kısa bir de not ekledim.
“Sabahat hanım.
Size ait olan bu tebrik kartı, yanlışlıkla başka bir zarfın içine gizlenerek, Ankara’dan şirketimize kadar gelmiş. Ait olduğu adrese geri gönderiyorum ve bu vesileyle ben de sizin yeni yılınızı kutluyor, ellerinizden öpüyorum.
Saygılarımla, "
Zarfı kapatıp çantamın içine koydum. Taksim postanesi yolumun üzerindeydi. İş çıkışı doğruca oraya gidip “APS” olarak zarfı Ankara’ya postaladım. “Oh! ….” Nasıl da rahatlamıştım. Huzur içinde sektirerek, evimin yolunu tuttum.
Ertesi gün işe başladığımda günlük koşturmalar yeniden başlamıştı. Ama yılbaşı haftası, o koşuşturmaca içinde çarçabuk geçmişti ve yılbaşı gecesini de her yıl olduğu gibi ailece bir arada eğlenerek evimizde geçirmiştim. Ancak, yeni yılın ikinci günü, annem rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Sorun midesindeydi ve hemen ameliyat olması gerektiği söylenmişti.
Kardeşim, ağabeylerim ve eşleri, onun yanındaydılar. Bense, çok önemli bir toplantı söz konusu olduğundan şirkete gelmek zorunda kalmıştım. Bir yandan toplantıya evrak hazırlarken, bir yandan diğer şehirlerdeki bürolarımızdan gelen insanlarla ilgilenirken, aklımda mütemadiyen hastanede ameliyat olmaya hazırlanan annemdeydi.
"Burda ne işim var, orda olmalıyım ben" diyordum ama insanın öncelikleri bazen böyle acımasız biçimde yer değiştirebiliyordu. Neyse ki, her şey yolunda gitmiş toplantı, gayet güzel bir şekilde sona ermişti. Telaş içinde odama koştururken, koridorda karşılaştığım arkadaşım “Kardeşimin telefonla aradığını ve annemin ameliyatının çok iyi geçtiğini “ bildirdiğini söyledi.
Çok rahatlamıştım. Bir an önce annemin yanına koşmak için can atıyordum. Elimdeki dosyaları çalışma masamın üzerine bırakıyordum ki işte “O zarfı “gördüm. Alelade bir posta zarfıydı ama üzerindeki adres, onu mühim kılıyordu. Çünkü bu zarf yine Ankara, Seyran bağları Huzurevinden geliyordu ve bu kez bana hitaben yazılmıştı. Oysa ben bu olayı çoktan unutmuştum bile. Birden öyle heyecanlandım ki, kalbimin atışları nerdeyse dışarıdan duyulacaktı.
Hemen yerime oturup, titreyen ellerimle zarfı açtım ve mektubu çıkarttım.. A4 ebadında ikiye katlanmış bir kağıttı. Dört sayfa olarak ve çok güzel bir el yazısı ile kaleme alınmıştı.
***
“Muhterem Billur hanımefendi,
Nezaketiniz, ve asil davranışınız, beni pek çok mutlu etti. Bu davranışınız için size çok teşekkür ederim. Olgun ve sevecen bir insan olduğunuzu göstermiş oldunuz. O gün. Yani mektubunuzun elime geçtiği Cuma günü (29.12.1996) trafik kazasında kaybettiğim oğlumun hatim duası yapılmıştı. Öyle acılı ve de üzgün bir günde, bana şifa veren pusulanızı alınca, inanınız ki, sanki acımı unuttum ve de ne kadar mutlu oldum anlatamam. Billur hanım…. Kızım olmadığı için zaten kız evlatlarına ayrı bir sempatim vardı. Hele sizin gibi insanlık örneği bir hanımefendiden bu davranışı görmekle, bende kız evlatlarının analar üzerinde ayrı bir yeri olduğunu bir kere daha anlamış bulunmaktayım. Yüce Allah’ım sizi ve de ailenizi ve firmanızı daima korusun, her şey gönlünüze göre olsun ve tüm dileklerinizi kabul eylesin…
Daha buna benzer bir çok güzel söz ve iltifattan sonra “Hasta olduğu için bana hemen cevap yazamadığını, ama şimdi daha iyi olduğunu…. Hava Harp okulunda kıdemli bir yüzbaşı iken ayrılıp, uzak yol kaptanı olan bir oğlu daha olduğunu, … Ama sekiz yıldır ne onu, ne de torunu göremediğini. Gelininin o yokken kendisini bir kez bile arayıp, ilgilenmediğini o yüzden kendi isteği ile huzur evinde kalmayı seçtiğini, en azından orada yalnız olmadığını ve orada olmaktan mutlu olduğundan bahsediyordu. Bu satırlar fena halde yüreğime dokunmuştu. Göz pınarlarıma dolan yaşlar yanaklarımdan süzülürken son satırlara gelmiştim. “Postane ne iyi etmişte, benim zarfımı yanlışlıkla size göndermiş. Böyle hatalara can kurban. Bana bu zamanda çok az bulunan, hem de insanlık örneği tekamül etmiş bir dost kazandırdı. Sizi de müsaadenizle sevdiğim dostlarım arasına koyacağım. Bundan da gurur duyacağım. Ne mutlu sizi doğuran anaya… Önünde saygıyla eğiliyorum.
Not: Yaşım 76 bilmem yazımımı okuyabilecek misiniz? / S.Gerede
Mektup elimde masanın üzerine kapandım. Anacığımın ameliyat stresi, üzerine toplantının heyecanı, bir de bu beni kahreden mektup üst, üste gelince, duygusal açıdan çökmüştüm. Yan odadaki arkadaşım Semra, hıçkırıklarımı duyup yanıma koştu.
***
3. bölümü ziyaret etmeyi unutmayın :)))