- 1119 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
FİLOZOF HAYRİ
Belli bir inancı olmayan, ya da kutsal kitaplardan dini inancını gerçek anlamda öğrenemeyen kişiler, felsefeye el attığı zaman, ya inancını kaybeder, ya da filozof Hayri gibi ruh sağlığı bozulur.
Okullardaki anarşinin tavan yaptığı yetmişbeş’li yıllarda İzmir’de üniversitede çıkan olaylar yüzünden yine uzunca bir süre, eğitime ara verilmişti.
Hayri mühendis olmayı kafaya koymuştu ama, devamlı çıkan olaylardan o da bunalmıştı. Bir gün birinin kafası gözü kırılır, ertesi gün okulun camları yerle bir olur, baktı olmayacak, hayalperest bir arkadaşının da teşvikiyle tekrar imtihanlara girip, felsefe bölümünü kazandı. Keşke kazanmaz olsaydı. Aman allah !
... Hayri öğrenmeye bilmeye ne kadar da hevesliydi öyle. Arkadaşı Ragıp, orada burada, kantinde Hayri’nin merakını hevesini anlata anlata çocuğun adı filozof Hayri kaldı. Biri içinden çıkamayacağı bir soru ile karşılaşsa, soluğu Hayrinin yanında alırdı
-- Hayri abi...
-- Ne var?
-- Eflatuna göre düşüncenin merkezi nedir? Akıl mıdır sezgiler midir?...
Hayri bilir veya bilmez.. Bir kılıf uydurmaya çalışır. Çocukları başından savar ama bilsen de bir işe danış misali, arkadaşlarının sorgusu yine de sürer giderdi. Ertesi gün yine amfide Profösör Orhan Bey anlatıyor.. yine Hayri herkesten daha dikkatli dinliyor.
--- Çocuklar bir gün Fransaya gittim, sevgili dostum Adrien, evindeki bodrumun kapısına ’ Şarap Kütüphanesi ’ yazmış. Biraz oturup şuradan buradan konuştuk. Daha sonra dostum Adrien, gitti mahzenden bir şişe şarap getirdi. Ve bana bir kadeh ikram etti.
Tüm gençler kulak kesilmiş, koca salonda çıt yok.. Tabii bizim Hayri daha bir ilgili ve dikkatli dinlemede... Profösör anlatmaya devam ediyor :
--- Şaraptan bir yudum almıştım ki, sevgili dostum karşıma geçti : ’ Nasıl buldunuz Orhan Bey?....’ Şimdi çok güzel desem, belki biraz daha güzelini getirir diye, ’ Eh güzel ’ dedim. Bu sefer biraz daha sesli : ’ Ya şarabın kokusu ?’ dedi. Ben biraz daha çekinerek ’ İyi güzel ’ dedim. Bu sefer bizim Adrien, iki ellerini yana açarak : ’ Ya şarabın ruhu nasıl ruhu ? ’ diye gürledi...
Hayri’nin uzman bir felsefeci olma adına öğrendiklerinden biri de bu ve bunun gibi şeylerdi.
Kaldıkları yurtta da onun için, canlı dopdolu bir hayat yok denecek kadar azdı. arada sırada arkadaşları sinemaya, gezmeye çıksa da, gözündeki gözlük,burnunun ucunda ve fazla eğilmekten boynu tutulmuş bir vaziyette inatla hep ders çalışmaktaydı.
Öğrenmek, ve yine öğrenmek... Tüm meselesi buydu işte, hepsi bu.
Okuyor, okudukçada kafasındaki sorular netleşeceğine iyice karışıyordu. Hayatın başlangıcında ’ Tavuk mu yumurtadan çıkmıştır, yumurtamı tavuktan ? ..
sorusunu düşünüyor, düşünüyor sorunun cevabını kendi de bulamıyordu, öğretenlerde..
Çünkü felsefede hiç bir şey kesin değildir. Türlerin tekamülü, evrimleşmesi derken Hayri iyice şaşırdı. Birileri içinden birşeyler inatla onun dinini imanını da yok edemiyordu. Ne yazıkki bu kadar akıllı meraklı bir genç, gittikçe tükeniyordu.
Bir salı günü yine amfi salonu ağzına kadar öğrencilerle doluydu. Profösör Orhan Bey yine tahtada anlatıyor, anlatıyor. Hayrinin bozulmaya başlayan ruh sağlığından değil arkadaşları, kendisi bile habersiz, pür dikkat dinliyor. Hoca anlatıyor :
-- Çocuklar, kum tanecikleri bir monattır. Ardından kum yığınları da bir monattır...
Ve biraz sonra ellerini kaldırarak : ’ Tanrı ise en büyük monattır ’ diye gürlüyor.. Zavallı Hayri monatın ne olduğunu daha öğrenmemiş. bir çokları gibi varlık anlamına geldiğini o da bilmiyor. ’ Tanrı en büyük monattır ’ lafı ona pek ağır geliyor. Artık bu kadarını da kaldıramıyor.
Arkadaşlarının şaşkın bakışları eşliğinde, ayağa kalkıp : ’ Hocam ben kuduruyorum galiba ! ’ diye avazlanıp profösöre doğru yürümeye başlıyor. Şimdi korkma sırası profösörde. ’ Ne oluyor çocuğum’? diye geri geri yürürken kafasını tahtaya çarpıyor. Arkadaşları şaşkın perişan zavallı Hayri’yi kucaklayıp tutuyor. Felsefe öğretmeni Profösör Orhan Bey :Hayrinin cinnet geçirme ihtimali olduğunu tahmin ederek ’Çocuklar arkadaşınızı hemen dışarı çıkarın, sigara verin’! diye korkuyla bir şeyler saçmaladıktan sonra, Hayri dışarı çıkartıldı.
Ne çare o günden sonra okulda filozof Hayri’yi bir daha hiç gören olmadı.
RabiaBelgin
Yaşayan birinden duyarak derlediğim öykümdür. Kimi kimsesi olmayıp, kalemiyle bir yere gelmeye çalışanlar böyle Allahında yardımı ile dinlediği bir anıdan öykü oluşturabilir...
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir
YORUMLAR
Kısa bir öykümü olmuş diye düşündüm yazdıktan sonra..Bana bu yaşanmış hayatından bir kesiti anlatan arkadaşın akıcı olmuş eline sağlık demesine karşın, sonra Rahmetli Bülent Ecevitin bir sözü geldi aklıma, benim kısa yazacak kadar vaktim yok demişti... Uzatıp zırvalamaktansa içimden geldiği gibi yazdım bende....