İstanbul’da Bahar
Naif, renkli kelebeklerin güneşin ışıltısını emerek bütün çevresine aksettirdiği günlerdeyiz artık. Güneşin sıcaklığı ben buradayım dercesine ensemizden yakalıyor. Hepimiz için artık camdan dışarıya bakmak daha şevkli. Derin hislerle yolumuzda yürürken, belediyenin park ve bahçe düzenlemesiyle içimizde bir yerlerde can bulmaya başlayan laleler ile bir anlık göz temasına geçmemiz ve bedenimizde o müstesna huzuru hissetmemiz için dünya, bugünlerde güneşe biraz daha yaklaşıyor. Evlerin balkonlarından aşağı doğru salınan sarmaşıklar bilhassa İstanbul’un yazları giyindiği kıyafeti niteliğinde. Eminönü’ndeki balıkçılar sade renkler giyerek tüm dikkati önündeki derya kuzularına çekmek istiyor. Ama onların kral gibi mağrur duruşları da nazar-ı itibara alınmalıdır. Çünkü buda onların temaülüdür.
Eğer yolunuz Kadıköy’e düşerde, Kadıköy’ün pejmürde evlerinin önünden geçerseniz kulağınıza evlerin geniş bahçelerinden “Bu baharda senden yanayım, aştan yana…” diye fısıldayan yeşermiş dalların sesini duymanız mümkün olabilir. Bahçelerde konuşan yalnız onlar değildir. Bahar gelince bir ağızdan şarkılar söyler kuşlar. Buranın kuşları en son, Fatih’in şehre girmesinden bir gün önce susmuşlardı ve beklemişlerdi... O gün bu gündür ne zaman bahar gelse kuşlar, dallar, çiçekler ve dahi laleler kenti bayram yerine çevirir. Hergün yeniden gezsenizde bu şehri ilk kez gelmiş gibi hissedersiniz. . İnsanın yeşilliklerle buluşması kalb-i sıhhati için yadsınamaz bir gerçektir. Evet, Generalife Bahçesi’nden uzaktayız. New York botanik bahçesi için vize gerekiyor hepsi kabulüm, ama bu kentte yaşayanlar için Yıldız Saray’ının bahçesi, Emirgan Korusu, Büyükada neden keşfedilmiyor? Üstelik bahar gelmişken!
Diğer taraftan Ortaköy’de rüzgârın getirdiği sümbüller müşterek bir gaye gütmüşlercesine yoldan geçen güzel kızlara bakarlar sanki. Tam karşısında ise denizin üstünden geçen karabatak sürüsü içersinden en yürekli olanı bir kez daha dalmıştır ılık ve mavi suya. Bir araba geçer arkanızdan teybin sesini sonuna kadar açmış belli ki kaldırımdaki kızlara hava atacak, güftesi Orhan Seyfi’ye gelen ses ise Zeki Müren’e ait o meşhur parça: “Arım, balım, peteğim… Gülüm, dalım, çiçeğim… Bilsem ki öleceğim… Yine seni seveceğim…”
Her şey yerli yerinde ve tam kıvamındadır bu şehirde. Üstüne gül koklamak ne mümkün böyle güzel bir yârin. Bu şehre aşk gerek, aşığa bu şehir gerek… Hem biz olmasak Beyazıt, Beyazıtlığından ne kaybederdi ki! Ey aşkımı kalbinde büyüten koca şehir; lalelerinle, yeni gelmiş taze baharınla, yedi tepeli gerdanınla uyut sevdiğimi.
Peki ya orası? Evet Sultanahmet. Sultanahmet’in cazipkâr ve heybetli silüetine yaslanmadınız mı daha? Yaslanın o zaman. Baharı bu şehirde yaşayabilmek, bir nebze olsun hissedebilmek ve sırra vâkıf olabilmek… Evet, aslında tüm mesele bu. Kendinizi bir bahar akşamı bu şehrin kollarına bırakın ve boşluğa uzanın. Bilin ki müteessir halinize son verilecek o akşam.
Necip Fazıl’dan bir alıntı yapacak olursak:
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler!
Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler...
Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar…