- 1078 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KASIM
Yine Kasım ayının yağmurlu bir günüydü... Mehmet, sık, sık, iş değiştirdiği için aile içinde pek itibarı kalmamıştı. Askerden geldikten sonra, bir baltaya da sap olamadı.İlkokulu beş’e kadar okumuş olmasaydı, ablası ufak bir memuriyete sokuşturacaktı ama ne çare ilköğretim diploması şarttı.
Perdeyi aralayıp dışarı baktı. Hava bulanık, karla karışık yağmur çiseliyor.. İçi sıkıldı bir an. Böyle güneşsiz havaları oldum olası sevmezdi. Yağmuru belki.. Onu da pırıl pırıl bir havada, minik çisenti halinde, işte o kadar... İçinde fırtınalar kopsa da, günlük güneşlik havaların adamıydı o... Girdiği son işten de çıkarılınca, evdeki itibarı hepten zedelendi. Babası azarlıyor, annesi sık, sık,bir bahane bulup darılıyor, küçük oğlan kardeşi küçümsüyor, ablası ise sadece acıyordu.
İşte bu sabah da böyle karmaşık duygular içinde yatağından uyanmış ve yatağının baş ucundaki pencereden öylece dışarı bakıyordu. Burnuna kızarmış ekmek kokuları geliyor, sıcak çaylar dolduruluyordu. Camdan bakarken, gözleri karşılara daldı gitti. İnternet denen o aletten bulduğu kızda cılk çıkmış, İşten çıkıp kontör parası bulamayınca, bir kere olsun karşı taraf aramamıştı. Kendisi bir fırsatını bulup, arkadaşının telefonundan aradığında ise, kız : ’ Sen erkeksin, sen arayacaksın.. ’ diye kestirip atmıştı. Telefonda, kızla saçma sapan ve uzayan bir tartışmaya girdi. Şimdi o defteri de kapatmıştı. Gözlerini daldığı yerden çevirdi. Dişlerini gıcırdatarak : Canına yandığımın dünyası, dedi. ’ Parası olmayanın bir böcek kadar itibarı oluyor ’
Kahvaltı sofrası kurulalı yarım saat olmuştu. Kendisini sofraya çağıran yok. Aylardır eve beş kuruş yardımı olmuyordu. Anasına miras kalan bu köhne ev de olmasaydı, ailece hepten açıkta kalacaklardı. Babası yıllarca inşaatlarda çalışmış, tık nefes olmuştu. Artık emekliliğini bekliyor, evden kahveye tıkana tıkana gidiyordu. Ablası çalışsa ne olacak? Sigarası, allığı, boyası, çehizi ancak işte... Ev halkı gözünü kendisine dikmişti sanki. Kurtarıcıları, elleri, ayakları o olacaktı. Fakat Mehmet’in hiçbir işi rast gitmiyordu. Bir restaurantta iş bulmuştu, fakat ukala patron beş kuruş asgari ücrete karşılık etmediği hakareti bırakmıyordu. ’ Üstün başın kokuyor, bekar evinde mi kalıyorsun ? ’ diye ağır sözler söylüyordu. Mehmet bu adamın ağzını burnunu dümdüz etmek istiyor, lakin sabrediyordu. Kuru soğan yavan çorba, asgari ücrete rağmen işçi patron ilişkisi, açlık sefillik nedir bilmeyen, her daim tok, cukka yerinde insanlar. Elbet her yerde iyi insanlar da vardı. Ama kış günü herkes garsonunu komisini yazdan almıştı. Mehmet’e kala kala bu aksi geçimsiz Allah’tan korkmaz adam kalmıştı. Onunda her ay birini işten çıkarttığını oradaki çocuklar söylüyordu. Baktı ki elinden bir kaza çıkacak, beş gün sonra işi bırakıp eve geldi.
Bütün bunlar gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçerken, annesinin isteksizce kendisini kahvaltıya çağıran sesiyle kendine geldi. Belki hiç sofraya gelmeyecekti. Fakat sabah sabah, babasının patırtı çıkartıp annesini üzeceğinden korkuyordu. ’ Ziftin pekini ye ’ der gibi bakan babasına rağmen, geçip sofraya oturdu.Okula gitmek için acele bir şeyler atıştıran, küçük oğlan kardeşinin yanağını okşadı. Annesi çayını doldurdu, ortada bir sessizlik... Mehmet kahvaltı tabağına baktı. İki dilim peynir, dört beş zeytin... Annesine : ’ Anne biraz reçel getirir misin ? ’ diye seslendi. Babası oturduğu yerden mırıldandı : ’ Evde tatlı namına bir şey bırakmadın, ziftlendin. Biraz da sen ağzımızı tatlandırsan... ’ Mehmet başını önüne eğdi. Boğazına birşey takılır gibi oldu. Gözlerine dolan yaşları göstermemeye çalışarak, acele ile sofradan kalktı. Annesinin ince yalvarışlarına rağmen, ceketini sırtına alıp sokağa fırladı.
Şimdi kendini, o sevmediği yağmurlu ve bulanık havayla başbaşa bulmuştu. Sokağa atılmış minik bir çocuk olduğunu sandı bir an. Yer yer karlı çamur olmuş caddede, göz evleri yaş içinde, ara sokaklara doğru çekti gitti...
RabiaBelgin
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.