- 1119 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Hızlı Adımlar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sandra patronunun kahvesini paketlettirmiş, kaldırımda hızlı adımlarla yürüyordu.
Maurois’nın Kulübesi’nden latte kahve içmezse güne başlayamazmış beyefendi. Ben nasıl güne başlıyorum? Hadi beni adam yerine koymuyorsun, genel müdür saat beş buçukta işbaşı yapıyor. Sen niye başlayamıyorsun!
Homurdanırken birine çarptı.
‘Dikkat etsene!’
Çarpışmanın etkisiyle elindeki kahvenin kapağı açılmış, çarptığı adamın üstü başı kahve içinde kalmıştı.
‘Özür dilerim, gerçekten. Tanrım, tüm kahve gitti.’
‘Tüm kahve gitti, öyle mi? Asıl benim takım elbisem gitti. Ne olacak şimdi?’
‘İsterseniz bir kuru temizleyiciye bırakın, ben faturasını öderim.’
‘Ah bu güzel. Temizleyiciye bırakırım, yeni gibi geri alırım. Kahve lekesi hiç bu renkten çıkar mı? Leke bile demeye dilim varmıyor. Kahveyle yıkandım sanki.’
‘Beyefendi başka ne yapabilirim?’
Adam Sandra’ya cevap vermedi.
‘Hadi bunu kuru temizlemeye verdik. Az sonraki toplantım ne olacak? Don gömlek mi gideceğim?’
‘Elimden başka bir şey gelmiyor beyefendi.’
‘Gelir, gelir… Bana yeni bir takım alacaksınız. Hem de hemen. Toplantıya geç kalmamalıyım.’
Sandra adamın yüzüne inanamayarak baktı. Otuzlu yaşların başlarındaydı. Saçları seyrelmiş, geriye doğru giden alnı gözlerini ve burnunu daha ön plana çıkarmıştı. Üzerinde açık gri bir takım elbise vardı ama gürültü, patırtı yapılacak denli pahalı durmuyordu. Adamın ısrarını asabi doğasına verdi. Heyecanlı geçince daha serinkanlı talepleri olacaktı.
‘Beyefendi, size yeni bir elbise almaya ne gücüm yeter, ne de bu yönde bir niyetim var. Dediğim gibi, temizleyiciye bırakın, masrafları ben karşılarım. Ama ötesi söz konusu değil.’
‘Hayır, alacaksınız!’ diye itiraz etti adam. ‘Başka bir yolu yok, takım elbisemi mahvettiniz.’
‘Beyefendi, son kez teklif ediyorum. Gelin, takımınızı kuru temizleyiciye götürelim. Ama yeni bir takımı bana aldırtamazsınız.’
‘Alacaksınız dedim.’
Adama cevap vermeden yürümeye başladı Sandra.
‘Hey, nereye gidiyorsun? Gel buraya!’
Arkasından bağırılmasına aldırmadı. Artık dökecek kahvesi de kalmadığından koşarcasına çalıştığı binaya gitti. Ancak girişte resepsiyondakilerin şaşkın bakışlarını gördüğünde kahveyi kendi üzerine de döktüğünü farketti. Yapacak bir şey yoktu. Zaten geç kalmıştı, bir de eve gidip üstünü değiştirmek gününün yarısını öldürürdü.
Ofise girdiğinde patronu Sandra’nın masasının başında dikiliyordu:
‘Kahvem nerede?’
Üzerini bile çıkarmadan olan biteni anlatmayı denedi.
‘Sonuçta kahvem yok öyle mi? Niye gidip bir tane daha almadın?’
Tekrar, çarptığı adamdan koşarcasına kaçtığını, bu yüzden geri dönemediğini açıklamaya çalıştı. Patronu dinlemiyordu.
‘Bu ilk değil Sandra.’
Sonra patron uzanıp Sandra’nın masasından telefonu aldı, departmanın genel sekreterini aradı.
‘Elise, senden bir ricam olacak. Bugünlük bana geçici bir asistan yollar mısın? Bir de muhasebeye haber ver, Sandra’nın alacaklarını hesaplasınlar.’
Ahizeyi yerine koyup odasına gitti.
Sandra patronunu tanıyordu. Konuşmanın hiç bir faydası yoktu. Doğrudan muhasebeye indi. Kendisine yazılan çeki aldı, sonra da binadan çıktı. Bitmişti. Artık işsizdi. Yardım istercesine yukarı baktı: Bulutsuz, mavi bir gökyüzü vardı. Doğru, bahar gelmişti diye düşündü, artık bir kahveye gidip, gelip geçeni seyredebilirim.
Düşündüğünü de yaptı. Armand’ın Kahvesi’ndeki boş masalardan birine oturdu. Gelen garsona kahve ve kruasan söyledi. Bir gazete ya da dergi almadığına hayıflandı. Etrafına bakınırken siparişi getiren garson ona gazetelerin bulunduğu köşeyi gösterdi. Kalkıp uzun zamandır bakmaya fırsatı olmadığı dergilerden birini aldı. Geri döndüğünde masası boş değildi.
‘Ne zaman takım elbisemi almaya gidiyoruz?’
YORUMLAR
Güne gelmeye yakışıyor her öykünüz. Çok güzeldi. Tebrikler. Saygı ve selamlarımla...
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Aynur hanımın yorumlarına katılıyorum..çok farklı yazılarınız var..ve gerçekten sıradan değil..çok özel
Doğuştaan yeteneklisiz, yazılarınız okucuyu içne çekebiliyor..hissettirebiliyor ve düşündürüyor, gülümsetiyor...
Tebrik ediyorum güne gelen yazıyı ve yazarını...
canandemirel tarafından 4/21/2011 8:42:14 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Teşekkür ederim Canan Hanım, övgü dolu sözleriniz için.
İlhan Kemal
"Chenier Çalıyor Taş Plakta
Kahvemi bekliyorum
Karalar bağlamış gelinimi.
Güne beraber başlayacağız,
Sonra gazete katılacak bize.
İnsanlar geçecek sürü sürü
Armand’ın kafesinin önünden.
Koşuşturmalarına ‘hayat’ diyeceğiz,
Onları seyredenlere ise ‘mutlu’."
Nedense içimden bir ses, bu şiirin yazınıza çok yakışacağını söyledi:))
Şimdi ne desem diye düşünüyorum. Aklımdan yazının son kısmını alaturkaya çevirmek geçiyor...
"Nedamet, bin bir güçlükle bulduğu işini kaybedeceğini anlayınca, umutsuzca patronu Kemal'in ellerine sarıldı.
"Lütfen efendim, çoluk çocuk perişan. Bir de yatalak annem var üzerinize afiyet. Hem dulum da...Ne yer ne içeriz. Bir kahve için kıymayın bu garip başıma."
Adam biraz düşünür. Sonra aklına mütiş bir fikir gelmişçesine gözleri parıldar. Genç kadını boydan boya süzer.
"Demek öyle...Çoluk çocuk bir de ana işi durumu değiştirir tabi. Hem de dulmuşsun. Biz de vijdan sahbiyiz canım. Hadi seni affettim."
Nedamet adamın bakışlarındaki garipliği sezince toparlanır ve ayağa kalkar. Gözyaşlarına engel olamayarak bağırır:
"Seni ırz düşmanı. Acımızdan ölsek kapına gelmeyiz bundan gayrı!"
Kapıyı sertçe çarpar ve etraftakilerin meraklı bakışlarına aldırmadan ağlayarak binadan çıkar.
Eve giderken yol boyunca yatalak anasını, yetim çocuklarını düşünür. O kadar bunalır ki, bacaklarındaki derman kesiliverir. En yakın bankın üzerine kendini dar atar.
Karnı acıkmıştır. Ceplerini yoklar ve önünde duran simitçiden bir simit alır. Bir yandan simidini yerken, bir yandan da çaresizliğini düşünmeye devam eder. Gözyaşları güzel yüzünü sırılsıklam etmiştir. Ne etrafını görecek hali vardır, ne de baharın eteklerinden yeni yeni dökmeye başladığı tomurcukların kokusunu duymaktadır. Hayat bitmiştir artık. Simidi bittiğinde kararını vermiştir. Artık bu eziyet verici hayata daha fazla tahammül etmeyecektir.
Sendeleyerek oturduğu yerden kalkar ve bir kaç metre ilerideki üst geçite doğru korkak adımlarla yürür...
******
İşte sizin farkınız. Sanırım ne demek istediğim gayet net anlaşılmıştır. Sıradan değil yazdıklarınız. Son derece özgün...Ama bir o kadar da "umursamaz" bir hayat görüşüne sahip karakterleriniz...
Kutluyorum can-ı gönülden. Hem şiiri hem öyküyü...
Saygılar.
İlhan Kemal
Alaturka son bölüm gayet güzel fikir. Nedamet aslında benim öykülere yakışacak bir karakter. Evdeki çoluk çocuğu ve de yatalak anneyi umursamadan üstgeçide yürüyor. Atlamasaydı ona uygun bir rol ayarlayabilirdim.
Yazdıklarımın özgünlüğü tartışılır. Sonuçta yazdıklarım eskiz mahiyetinde. El alışsın, arada yeni biri iki şey deneyeyim diye yazılıyor çoğu. Bu yüzden bir filmden kare alıp geliştirebiliyorum ya da sevdiğim bir öyküye paralel bir tane de ben yazabiliyorum. Örneğin bu öyküye başlarken gözümün önünde Anne Hathaway vardı (Onu Nedamet diye çağırmak zor olacak). Öykünün güzel tarafı da bu zaten. Kısa film yapmaya kalksam oynatacak kimseyi bulamam. Ama öyküyü ister Anne Hathaway'e göre tasarlayın, isterseniz Hülya Koçyiğit'e göre (Gerçi Nedamet'in isyanı daha çok Türkan Şoray'a uygun).
Teşekkür ederim güzel ve yaratıcı yorumunuz için. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Çok uzatıyorum gevezeliğimi mazur görün, sağ olsun çok sevgili kayınvalidem hiç bir yemeğimi beğenmez ama tabağında da hiç bir şey bırakmazdı. Yemeğin sonunda madem neden yedin o kadar diyeceğimi bildiği için, eline sağlık der demez peşinden aklerdi: "Açmı idim ne idim."
Demem o ki; belki de tarzınız benim beğenime hitap ettiği için her yazınızı eskiz değil de eser olarak görüyorum. Sonuçta beğeniler farklı olabiliyor.
Ama ben de birazcık okumaktan ve ve zerre kadar yazmaktan anlıyorsam, eskiz dediğiniz şeylerin değme yazarların eserlerine taş çıkartacağını söylemek isterim.
Başarılar...
İlhan Kemal
Çok güzel sözler söylüyorsunuz, yüzümü kızartıyorsunuz. Teşekkür ederim.
Aynur Engindeniz
Başarınız daim olsun. Yeni öykünüzü okuyacağım. Bir kaç kelime de oraya kalsın.