- 2047 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
En Riyakâr Yalnızlığımızdır Aşk
Yönsüz fırtınaların delirmiş rotalarındayım
Masallardaki mutluluk sonlarına acı sinmiş
Utangaç öykülerin tozlu yollar ayrımındayım
Göğsüm kendini delmiş, özlem bendini aşmış
Sahipsiz bir sevdanın isimsiz düş sahilindeyim
Kendi ruhumuzdaki bedelsiz sarhoşluğun ıslak kaldırımlarında yürürken, bütün renklerin kadehine gözyaşı damlar. Sesimizi ve gülüşümüzü yüreğimizden sakladıkça ve anlarımızı pişmanlıklarla akladıkça çıkarız özlemin tepelerine, haykırırız ’aşk’ diye. Sınırları hüzünle çizilen güneşli yolculuklar ve yaşadıkça aralık bırakılan kapılar kapanmadan, göğsümdeki ağrı sırtımı yere getirmeden soyun da uzanıver imgelerime.
Düşün ki, her aşkın dalında dünler asılıdır ve her yaşanmışlık aslında bir hüznün salıdır. Biz, kendi yanıtlarımıza geç kalan, kendi dalgalarıyla kıyılarını arayan çürük gemiler misali ve sabırsız mevsim geçişleriyle ruhumuzun acılarını gönül kayalarımıza vururuz. Acıdır hep kıvancımız, aşktır en onulmaz tasamız ve her sabah göğsümüzü ısıtan güneşle karmaşık yollara umutlu düşünüşlerle dalarız.
Ay düşlerine vurgundur gökyüzü, yıldızlar bunun için gecenin faili meçhul kaçaklarıdır ve kayarlar ansızın kendi dallarından, düşerler dalgaların oynaştığı denizlere. Kaktüs ağrılarımızın yakamozları gizleyen derinliklerinde bir kadın ağlar, yakasındaki mutluluk düğmelerini yüreğindeki aşk dövmelerine iliştirerek. Alnımızdaki kımıltılı sözcüklerin efendisi olmayı hak ettikçe ve kendi iç dünyamızın çöllerinde vahalar aradıkça hiç bitmez gönlümüzün kendini gizleyen, derbendini özleyen geceleri.
Şimdi, giden gelmez dağlarındaki avcı ateşlerinin çevresinde ısıtıyorum ellerimi. Ardına bakmadan yitip gitmiş günlerin terkisinden gözlerini indirip, nefesinin dağ yellerini yüzüme sürüyorum, alevli bir öpüşçe. Maviye çalıyor seher, rüyaları örtünüp sana uyumak, senin tanrısal koynunda düşlere dalmak istiyorum. Gecenin kıpırtılarıyla üşüyor içim ve ben sağırlaşmış bir dünyanın ötesinde seni, bir tek seni düşünerek karanlığı parçalamak istiyorum.
Yenilenmiş sözcüklerin eski medeniyetlerinde nicelerini öğütür doruklarını terk eden yıpranmış düşler. Ayaklarımızın altındaki pembe bulutların yeşile sevdalı savruluşlarıyla, kendi masalımızın hiç unutulmamış replikleriyle, hep aralık bırakılan kapıların miadı tükenmiş iç gıcırtılarıyla sararır yaşam yaprakları. Bir sevda ağlar asırların uzak saraylarında, riyakâr yalnızlığımızın sofralarında şölenler kurar, mavi etekli yaşamın kıraçlarında varsıl hüzünlere sarılarak ağlar.
Seni özledikçe bir türkü tuttururum tuzlu dudaklarımla. Zaman tükenir, şişede şarap yıllanır ve kar düşer saçlarıma, ardından ömrüme nedensiz yalnızlıklar çöreklenir. Tükendikçe zaman, gün kısalır ve kavuşmaların limanlarında fenerler içlenir. Sen olursun ellerimi tutan, ellerim şenliklere yaslanır, göğsümdeki içli çıralar yanar, harelenir, islenir. Sen olursun yüreğime kurulan, sensizlik dağlarında kavuşmalar bir yol gibi şehirlerime yönelir.
Ey yar, anlat mecalsizliklerini, anlat yüreğinin dirençsizliklerini. Nefesinin uzak ormanlarına çağır beni, titret yemyeşil bakışlarınla bedenimi. Dilersen sorgula dünlerimi, yok et sensiz tükenmeye yüz tutmuş umut harelerimi, boşalt denizlerimin gürüldeyerek akmalara hasret sularını, kopar ellerimden şu yıllardır paslanan sevda kelepçelerini. Ben seninle alev alev yanan bir kürenin tam ortasında yaşam türküleri sürdüm dudaklarıma, gemilerim çürük olsa da er geç geleceğim beni beklediğin şehrin asırlık limanlarına.
Yaramda kalacaksa ellerinin tesiri
Bırak vuslatım sokulsun koynuna
Kendini tüketen ışıklar gibi oynaş
Savruk, hırçın alevce tenime yaklaş
Dünlerin harmanına yatırayım seni
Yoklayayım titrek ellerimle bedenini.
Haydi, yıldızlara avuç aç, soyalım geceyi
Yatır soframa ansızın acıkmış dizelerini
Nefesinin dalgalarıyla uyandır seherimi
Hem ruhumu doyur, hem de tüm neslimi
Özleminin ıslaklığıyla yeniden dirilt beni.
Selahattin Yetgin