- 777 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Gelincik Mevsimi
Arabamı yol boyunca dizilmiş evlerden birinin önüne parkettim. Epeydir pek de tanımadığım bu kasabanın sokaklarında dönüp duruyor, bir türlü aradığım Thomas sokağına ulaşamıyordum. Yürüyerek daha fazla şansım olabilirdi.
Kapıyı kapatıp çıkınca bir sigara yaktım. Kahvaltı niyetine sadece kahve içtiğim için hala açlık hissediyordum. Sigaranın midemi yatıştırma konusunda bir yardımı olabilirdi. Elimdeki kağıda bakıp adresi bir kez daha gözden geçirdim: Thomas sokağı 17 numara. Kadının adı Ella idi. Notu alırken yanına sululuk olsun diye Fitzgerald’ı karalamıştım. Ama boşuna dolanıp, Thomas sokağının izine rastlayamayınca bu sululuk artık komik gelmiyordu.
Yürümeye başladım. Etrafta iki katlı, bahçeli evler vardı. Yapılar nehrin öbür yakasındakiler kadar gösterişli, bahçeler onlarınkiler kadar büyük değildi. Yine Ella Hanımın ve komşularının sosyal yardıma muhtaç olmadığı ortadaydı. Her evin garajı olduğundan sokaktaki tek araba benimki idi. Ortalıktaki tek insan da bendim. Civarda kimseler görünmüyordu. Evlerden ses gelmiyor, hatta rüzgar bir esmiyordu. Her şey Nisan ayı için fazla durağandı.
George sokağı ile Delevan’ın kesiştiği noktadaydım. Kasbaya gelmeden, yol üzerindeki marketten aldığım haritaya bakılırsa George sokağı bir sonraki köşede Thomas’ı kesiyor olmalıydı. Köşebaşına kadar yürüdüm. Tek duyduğum ses kendi adımlarımdı. Varınca o sokağın adının Jefferson olduğunu öğrendim. Tekrar haritaya göz gezdirdim: Ters yöne yürümüştüm. Geri dönüp, bu sefer daha hızlı adımlarla Delevan’ı tekrar geçtim. Diğer tarafta beni York sokağı bekliyordu. Belki Thomas sokağın eski adıydı, onu sonradan York’a değiştirmişlerdi. Haritada York’u bulunca benim varsayımım da çöpe gitti. Canım sıkıldı. York boyunca yürümeye başladım. Bu sefer mide yerine kafamı yatıştırmak üzere bir sigara daha yaktım.
‘Bir tane de ben alabilir miyim?’
Dalmış olmalıyım ki soruyu duyunca panikten kendimi yola attım. Neyse ki yol hala boştu. Sesin geldiği yöne baktım. ‘Pazartesileri sokak temizliği olduğundan sabah sekizle on arası park yasaktır’ uyarısının direğine yaslanmıştı. Birkaç saniye önce oradaydım. Hatta geçerken pardesüm tabelaya sürünmüş bile olabilirdi. Kimsenin tabelanın altında ya da civarında durmadığına yemin edebilirdim. Ama şimdi o direğe yaslanmış, avcunu bana doğru uzatarak sigara istiyordu.
Elimi cebime attım, paketten bir tane çekip ona verdim. Sigaraya bakmadan alırken
‘Yabancısın’ dedi.
Nereden anladığını sordum.
‘Filtresiz içiyorsun, Gitanes içiyorsun ve bir elin cebinde. Buralılar ellerini ceplerine sokmazlar çünkü saklayacak şeyleri yoktur.’
Gayri ihtiyari elimi çıkardım. Boştu.
‘O sakladığın ne ise bundan sonra da cebinde kalması iyi olur.’
Bir şey saklamadığımı, cebimin boş olduğunu söyledim.
‘Öyle mi?’ diye alaycı bir şekilde gülümsedi. ‘Peki sigaranı neyle yakıyorsun?’ Sonra da çakmağı istercesine elini tekrar uzattı. Ona çakmağı değil, ateşi uzattım. Eğilip yakarken bile ateşe değil bana bakıyordu.
Bu sefer ben de ona dikkatlice baktım. Kılıksız biriydi. Üstünde neredeyse paçavralar vardı. Yardım kurumları sayesinde artık evsizler bile böyle giyinmiyorlardı. Sanki başka bir zamandan, başka bir sefalet döneminden çıkıp gelmişti. Başında yağlanmış fötr bir şapka bile vardı. Gerginliğim geçmişti.
‘Adın ne senin?’ diye sordum.
‘Luc, Luc le Clochard. Anşante.’ deyip reverans yaptı.
‘Fransız taklidi burada işe yarıyor mu bari?’ Soruma cevap vermesini beklemeden dönüp yürümeye başladım. Bir iki adım atmamıştım ki:
‘Il est terrible
le petit bruit de l’oeuf dur cassé sur un comptoir d’étain…’ diye şiir okumaya başladığını duydum. Hırıltılı sesi gayet güzel gidiyordu dizelerin ahengine. Durup ona baktım.
‘Eğlenceli birine benziyorsun Mösyö le Clochard. Buraları bilir misin?’
‘Tabi, dedi gülümseyerek. Lambertville’deyiz.’
‘Onu ben de biliyorum ama aradığım sokağı bulamıyorum. Thomas sokağı ne tarafta kalıyor?’
Ses etmedi. Sigarasını tüttürüyor, bahar güneşinin tadını çıkarıyordu. O cevap vermeyince yürümeye devam ettim. Bir iki blok daha yürüdüm ve hala görünürde Thomas sokağı yoktu. Bulduğum sokakları haritada işaretliyor ama bir türlü Ella Hanımın on yedi numarasında oturduğu yolu bulamıyordum. Başka çarem kalmayınca bir evin kapısını çalıp, sormaya karar verdim. Bahçesinde ‘Dikkat Köpek Var’ yazmayanlardan bir tane seçtim ve kapıyı çaldım. Açılmadı. İçeriden ses de gelmiyordu.
Bir başkasını denedim, sonra bir başkasını. Hiç bir ev çalan zile tepki vermiyordu. Belki dikkatimi üzerime çekerim diye köpek uyarısı olan bahçelere girdim. Sahipleri kadar köpekler de bana ilgisiz kaldılar. Eğer gerçekten köpekler vardıysa bile hiçbiri çıkıp gelmedi.
Vazgeçmeyi düşünmeye başlamıştım ki bir evden çocuk sesleri geldiğini duydum. Büyük bir sevinçle kapılarını çaldım. Zincirin izin verdiği kadar aralanan kapıdan bir kadın başı gözüktü.
Bir adım geri atıp konuşmaya başladım:
‘Efendim, ben yolumu kaybettim. Thomas sokağını arıyorum ama bulamıyorum. Haritada gö…’
Kapı sertçe kapandı. İçeriden çocuklara bağıran kadının sesini geliyordu. Sonra ev sessizliğe büründü. Yapacak bir şey yoktu. Bahçeden çıkmak üzere geri döndüğümde Luc ile burun buruna geldim.
‘Sen ne arıyorsun arkamda?’
‘Elin’ dedi başıyla işaret ederek, ‘hala cebinde. İnsanları korkutuyorsun.’
‘Belki senden korkuyorlardır’ dedim. ‘Bir yabancı kapılarını çalıyor, onun peşinde de bir serseri.’
Yine cevap vermedi. Ona aldırmadan yürüyüp çıktım. Fazla yürümemiştim ki bir motor sesiyle geriye döndüm. Gelen bir polis arabasıydı. Işıkları yanıp sönüyor ama sireni duyulmuyordu. Biraz önceki ev sahibesi çağırmış olmalıydı. Genelde polislerden uzak durmayı yeğlerim ama bu sefer bana yardım edebilir, şu Thomas sokağının yerini söyleyebilirlerdi.
Arabadan inerken polisleri silahlarının muhafazasını açtıklarını farkettim. Kimbilir kadın 911 i ararken onlara neler söylemişti?
‘Beyefendi, biraz önce bu sokaktaki 24 numaraya uğrayan siz miydiniz?’
Soğukkanlı olmalıydım.
‘Numarasını bilmiyorum ama az ilerdeki bir evin kapısını yol sormak için çaldım. Bu doğru.’
Birbirlerine bakıp ‘Luc’ün bahsettiği bu olmalı’ dediler.
‘Siz Luc’ü tanıyor musunuz?’ diye sordum. Sorarken de bahçeden çıktığımdan beri Luc’u görmediğimi farkettim.
‘Bizimle merkeze kadar gelmenizi isteyeceğiz. Ella sizi bekliyor.’
Ella? Ella polis merkezinde ne arıyordu? Polislerin arka koltuğuna yerleşirken gözüm bir arabaya yaslanmış olan Luc’e takıldı. Dayandığı benimkiydi. Üzerinde benim pardesüm vardı. Giydikleri artık liğme liğme değildi. Altındaki pantolonu ve giydiği gömleği tanıyordum: Benimdiler! Devriye arabasını ve polisleri umursamadan cebinden Gitanes paketini çıkardı, bir tane alıp yaktı. Sonra elindeki kağıt parçasını okuyup gülümsedi. Polis arabası hareket ederken hala gülümsüyordu.
YORUMLAR
Kim Luc?
Hangisi Luc?
Belki .... İkisi de.
Belki de hiç biri? .
Belki bir zamanların asili, şimdinin hırsızı , avaresi.
Yine sorulara gömüldüğümüz bir hikaye , siz bunu seviyorsunuz:)
Hepsi benden değil, kendi sonucunuza kendiniz ulaşin diyorsunuz.
Biz de öyle yapalım , elimizden ne gelir.
Tebrikler....
Saygılar yazarım.
İlhan Kemal
Merak etmeyin, bir sonraki bu denli soru sordurtmaz. Sordurtmamalı da. Sınav mı oluyoruz burada?
Saygılarımla.
O qué
Sınavlara alışığız aslında,
Sadece eğer bir mod medyan olayı varsa , lütfen bizi de haberdar edin,
Nitekimm bütün okurlarınız eşit olmak istiyorlar(mış) öyle dediler, elçiye zeval olmaz.
Tekrar Saygılar..
İlhan Kemal
cümlesinde yazar neyi vurgulamak istemiştir?
a) ...
yine harika bir öykü sayın yazarım
yine acabaların içinde yol almama neden olan
meraklandıran
hatta o kısa saniyelere senaryolar sığdırmama neden olan
harika bir öykü...
teşekkür ediyorum...
saygımla...
İlhan Kemal
ben de boş sokaklarda kayboldum, yolumu şaşırdım..
elbiselerim çalındı kendimi buldum karakolda..
F. Scott Fitzgeraldın romanını elimden bırakmadan..
polisiye romanı gibi ..
tebrikler..sevgilerimle..